İyilik ve kötülüğü birbirinden ayırmak, bir insana kolayca “iyi” ya da “kötü” demek kolay değil.
Son yıllarda edebiyatta, sinemada, tiyatroda iyi ile kötünün bu kadar iç içe geçmiş temsillerini görebilmemizin nedenlerinden biri de insana yönelik bu hakiki yaklaşım.
Ama iyi olana yönelmek, mahcubiyet kavramını yaşamın bir yanında tutarak hakikatle sıkı bir bağ kurmaya çabalamak mümkün.
Ancak bir de bilerek ve isteyerek yapılan kötülük var. Sırtını yalana ve iftiraya yaslayan, sadece öyle olmasını istediği için yapılan, oldurmaya dayanan, gece başını yastığa koyduğunda vicdanla arasındaki uçurum giderek derinleştiği için yaptığını değil yapacağını düşünen bir kötülük.
İşte o kötülüğün yaptıkları ve o kötülükle de yapılan bir mücadele var. O mücadelede milim milim de olsa ilerledikçe, jurnalin, iftiranın, insanları kolundan tutup bir yerden aşağıya atmanın zorlaştığını, korkudan da olsa o kötülüğün sahiplerinin saklandığını görebiliyorsunuz.
O mücadeleyi veren herkes gibi iyi ve kötü tarafları olan ancak cesaretleri tartışılmaz yürekli insanlar var.
Onların verdiği mücadele, yaşamı boyunca kendi bilinci, yüreği ile konuşamamış, sırtını hep birilerine dayayarak güçlü hissetmiş, başkasının dilinden kendine dil devşirmiş olanların karanlığını bastırıyor, yeni kötülüklerinin önüne geçebiliyor.
* * *
Mustafa Aksoy, memleketin “doğduğu an fişlenenlerin” yaşadığı bir uzak ilçesinde doğmuş, kendini yetiştirmiş, dil öğrenmiş, bilime yaşamını adamış yetenekli genç akademisyenlerden biri.
Aksoy, coğrafi “şanssızlığına” inat, iki kuşak bürokrasi ve akademi geçmişi bulunan bir ailede de doğmamasına rağmen, tırnaklarıyla kazıya kazıya “olamazsın” denileni olanlardan.
Sınavlara girip, iyi okulları kazanıp, o okullardan başarıyla mezun olan Aksoy, dil öğrenip, hayali olan akademisyenliğe adım attı.
“İstemediğimiz insanlar kazanıyor, bizimkiler giremiyor” denilerek kaldırılan sınav sistemi sayesinde Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde asistan oldu.
Verilen görevleri yapıyor, dil bilme zorunluluğuna rağmen bilmeden fakültede varlığını sürdüren bazı “hocalarına” destek oluyor, ders açıklarını dolduruyor, üstüne kendini daha iyi yetiştirmek için koşuşturuyordu. Bu sırada dünyaya bir de çocuğu geldi. Artık sadece kendisi için değil, çocuğu için de mücadele ediyordu.
Faşizm ve jurnalcilikle tanışmadan gerçekliğini kavramak kolay değil.
Aksoy, kısa bir zaman içerisinde, kendisinden başkasına yaşam hakkı tanımayanların, dürüstçe, ikiyüzlülük yapmadan düşünceleri doğrultusunda yaşamak isteyenlere yapabileceklerini öğrendi.
Akademik faaliyetlerinin yanı sıra, bir akademisyenin var olması amacına uygun biçimde “tamamen yasal”, sosyal medyada içeriği paylaşılan dergilere de entelektüel yazılar gönderiyordu.
Birileri için o yazılar fırsat oldu.
O yazılar, birlikte çalıştığı bazı “hocalar” tarafından “yetkili” makamların önüne konuldu.
Cemaat soruşturmaları ve ihraçlar sırasında, “ucu bana dokunursa” kaygılarıyla görev yapan bazı yetkililer sevindi, listelere isim yazmak gerekiyordu ve ne yapılırsa yapılsın kendilerine “zarar veremeyecek” bir isim önlerinde duruyordu.
Aksoy, sırtlarını amcalarına, dayılarına, babalarına yaslamış, yaşamlarında taşıdıkları soy isminden başka beceri ve özellikleri bulunmayanların, “Bu terörist zaten” sözleriyle açığa alındı.
Kanıt yoktu, küçük bir şüphe bile yoktu ve bütün yazdıkları şeffaftı ama açığa alındıktan sonra üniversitenin ihbarıyla hakkında adli soruşturma da soruşturma açıldı.
Bir süre sonra da OHAL kararnamesiyle ihraç edildi.
Çocuğuna bakması gerekiyordu, yapmadığı iş kalmadı. O işleri yaparken hâlâ okuyor, yazıyor, geri kalmamaya, yol almaya çalışıyordu.
Açığa alınıp, ihraç edilmesinden tam iki yıl sonra savcılıktan karar geldi.
Konya Başsavcılığı, ihbar edilmesine gerekçe gösterilen yazılardan değil, ihbar edilen sosyal medya paylaşımlarından dolayı soruşturma yürütmüştü. Savcılık, Aksoy hakkında iki yıl sonra takipsizlik kararı verdi.
Kararda, Anayasa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları anımsatıldıktan sonra, Aksoy’un paylaşımları için, “Paylaşımların terör örgütlerinin cebir, şiddet ve tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yaptığına dair herhangi bir paylaşım tespit edilemediği, paylaşım içeriklerinin düşünce açıklaması kapsamında olduğu…” deniliyor.
Kararın tamamına bakıldığında, orada da “düşünce açıklaması ve ifade özgürlüğü” konusunda eleştirilecek çok yön bulabiliyorsunuz ama buna şükür.
Peki Aksoy’un, çocuğunun yaşamından çalanlar, sadece düşüncelerini sevmedikleri ve bulundukları ortamda sözleri “itibar” gördüğü için istediğine istedikleri iftirayı atanlar…
Onlar için yapılan bir işlem yok.
Oysa jurnalcilikleri, iftirada bulunmaları, yalan söylemeleri bir yana, isimleri, devlet bütçesinden akademik faaliyet adı altında yapılan kıyak gezilerin listesinde duruyor.
Aynı üniversiteden bir dolu hocanın “uluslararası akademik faaliyet” adı altında götürüldüğü, düzenleyenlerin de aynı üniversiteden insanların olduğu “turistik gezilere” katılıp akademik puan alan bu insanlar, rahatça unvanlar alıyor, harcırahı cebine koyuyor, dünyayı geziyor ve dönüp istediklerini üniversiteden attırabiliyor.
Onlara dokunan, soruşturan, verdikleri maaş paylarını, katıldıkları sohbetleri ve aldıkları talimatlara göre yaptıklarını araştıran da yok.
Birilerini suçlamak ve hayatıyla oynamak, saklanmanın en güzel yolu.
* * *
Aksoy’un ihraç kararına karşı yaptığı başvuru halen OHAL Komisyonu’nun önünde.
Komisyon, ne zaman görüşür ve ne karar verir göreceğiz.
Aksoy gibi suçlanan, hakkında takipsizlik kararı verilen binlerce mağdur da komisyonun vereceği kararı bekliyor.
İstedikleri birilerinin maaşının aralarında “yardım” adı altında bölüştürülmesi değil, hakları.
Ve zaman gösteriyor, er ya da geç, öyle ya da böyle o haklarını alacaklarını.