Yalçın Özbey-Abdi İpekçi
Gölgede kalmış, küçücük haberler: Abdi İpekçi cinayetinde adı geçen Yalçın Özbey, İstanbul Arnavutköy’de hayatını kaybetti…
Bütün bu isimleri anlamsız bularak, haberleri okumak bile istemeyen, saçma sapan tetikçilerden kahraman yaratmaya hevesli bir kuşak…
Başına gelenlerden neredeyse uyuşmuş, kolunu kaldırmak istemeyen, haberlere şöyle bir göz atıp görmezden gelen, sadece kendi görüşlerinin sloganlarını duymak isteyen önceki kuşaklar…
Hepimizi bu hale getiren bir iklim var. Hepimizi alıştıran, hepimize unutturan, ne olsa doğal karşılamamıza yol açan bir iklim.
Ömür boyu cezaevinden çıkmaması gerekirken İstanbul’da yatağında huzurla ölen Yalçın Özbey, işte bu iklimin yetiştirdiği karanlık bir tetikçidir.
***
Oysa hiçbirimiz, 1 Şubat 1979’da öldürülen Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi’yi unutmak, geride bırakmak gibi bir hakka ve lükse sahip değiliz.
İsimlerin kutsallığı değil mesele… 12 Eylül’ün taşlarını döşeyen bu cinayetleri unutursak, darbenin taşlarını döşediği zulüm ortamını unutursak, bugünün kutsal güvenlikçi paradigmalarını anlamamız da mümkün değil.
***
Özbey’in dahil olduğu, Susurluk’la varlığa açığa çıkan, devlet beslemesi çetenin tadı aslında reisleri Abdullah Çatlı’nın, 1996’da Susurluk kazasında ölmesiyle kaçtı.
Devlet, yeni bir düzene geçme kararı almıştı ve eski bazı isimleri tasfiye edebilmek için bazı çeteleri harcamak yapabileceği en iyi işti.
Ancak harcamanın da bir sınırı var. Çetenin içinden çekip kurtarman gerekenler var. Bugünkü düzen için gerekli isimler var. Onlar buruk kudretleriyle, mahkemelerden beraat kararları alarak varlıklarını sürdürüyor. Yalçın Özbey’in yatağında huzurla ölebilmesinin nedeni de bu isimler.
***
Abdi İpekçi cinayetinin tetikçisi, daha sonra Papa’yı da vuran Mehmet Ali Ağca, yakalandıktan sonra, suç ortağı Yalçın Özbey’in ismini hemen vermedi. İsmini vermek için yurtdışına kaçmasını bekledi. Ardından tetiği çeken isim olarak Özbey’in ismini verdi. Ağca’yı tanıyanlar, bu numaralarını da iyi biliyor elbette. Sonrasında Papa suikastında iş birliği yapacak kadar yakın çalıştığı birinin ismini, kaçtıktan sonra vermesi boşa değil.
***
Özbey, 1983’te, Almanya’da çalıştığı lokalde gözaltına alındı ve sadece iki ay sonra serbest kaldı. Uzun yıllar Belçika’da yaşadı. Cinayetlerdeki, Papa suikastındaki gerçek sorumluluğu hiçbir zaman açığa çıkmadı.
1998’de yurtdışında verdiği bir ifadede, nasıl dışarıda kaldığını, nasıl yaşadığını şu garip cümlelerle anlattı:
“Almanya’ya gelmeyen önce ‘Bozkurt’ örgütünün aktif bir üyesiydim. Ağca, okul ve ev arkadaşımdı. Artık aktif bir Bozkurt üyesi değilim. Ama bu konudaki ideolojim değişmedi. 1983'ten beri toplantılarına katılmadım. İltica talebinde bulunmam nedeniyle iade edilmedim. 1984'te evrak sahtekarlığından mahkemeye çıktım. 1985'te ise çeşitli suçlardan dolayı Almanya'da 15 ay hapis yattım. 1987'de hırsızlıktan 7 yıl hapse mahkûm edildim. 1993'te Bochum Cezaevi'nden tahliye oldum. Maddi durumumu iyileştirmek için yasadışı ticaretler yapan kişilerle temas kurdum. Çünkü soygun ve gasp suçlarını işlemek için oldukça yaşlıydım.”
Elbette ifadesinde defalarca uyuşturucu yakalattığını, bu yüzden hapis yattığını da söylemedi. Ağca nedeniyle ise Türkiye’de hiç yargılanamadı ve hapis yatmadı.
***
Özbey 2009 yılında sessizce Türkiye’ye geldi ve memleketi Malatya’da 99 yaşındaki babasını ve annesini ziyaret etti. Ne büyük talih değil mi? Hem yaptıklarına rağmen suç ortakların Çatlılar gibi kahraman olarak anılacaksın hem yurtdışında olmadık suçlara karışacaksın hem huzurla memleketine döneceksin.
O tarihte, İpekçi cinayetini ne kadar küçümsediğini ise Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamada şöyle anlattı:
“Bana hep bu saçma soruyu soruyorlar ve soracaklar. O dönemde sağ-sol ayırımı yapmadan bir vatan uğruna binlerce insan yaşamını yitirdi. Akademisyenden öğrencisine kadar çok kişi katledildi. Neden ve niçin? 30 senedir bu konuya değinilmedi. Abdi İpekçi medyanın değerli bir mensubu olabilir, can candır. Neden tek taraflı değerlendirme yapılıyor? Abdi İpekçi bir kader kurbanı. Ona suikast sıradan bir eylemdi. O zamanlar Ülkücü yazarlar da öldürülüyordu. Abdi İpekçi cinayetinin neden bu kadar büyütüldüğünü anlamıyorum. O, takdir ettiğim bir sosyal demokrattı. Kader.”
Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi, 1 Şubat 1979'da evinin bulunduğu sokakta öldürüldü
Gelelim en önemli noktaya.
Özbey, Almanya’da, 1995 yılında, iki MİT mensubuna saatlerce açıklama yaptı. Susurluk skandalı patlamadan, bütün suçlarla ilgili bilgisi vardı.
Bu ifadenin getirilmesini suç ortağı Oral Çelik’i İpekçi cinayeti nedeniyle yargılayan İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi istemişti. Mahkeme, 1999’da ifadeleri önce emniyetten, sonra MİT’ten istedi. Mahkemeye emniyetten, konuyla ilgisi bulunmayan bir dosya gönderildi. Bir süre sonra sorguya katıldığı söylenen Emniyet Genel Müdürlüğü İrtibat Görevlisi Nail Aydın tanık olarak dinlendi. Aydın, sorgu sırasında MİT’çilerle Özbey’in yanına girmediğini kaydetti. MİT’ten, tutanaklarının imha edildiği söylenen görüşmeyi yapan iki MİT’çi de mahkemede tanık olarak verdikleri ifadede, İpekçi cinayetiyle ilgili söylenenleri anımsamadıklarını belirtti.
***
Dava delil yetersizliğinden düştükten sonra mahkemeye nereden gönderildiği belli olmayan kapalı zarf içinde bazı görüşme tutanakları geldi. Bunların görüşmeye ilişkin olduğu emniyetçe saptandı, ancak MİT’in “imha ettik” açıklamasını sürdürmesi nedeniyle doğrulaması yapılamadı. Varlığı ve doğruluğu bile tartışma konusu olan ifadelerin önemli bir kısmı dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın talimatıyla başlatılan soruşturmanın müfettiş raporuna girdi.
***
Bu nedenle tutanaklarda “1995’te Almanya Narl Narkotik Şube Müdürlüğü’nde Yalçın Özbey ile yapılan görüşmenin band tapesi” başlıklı sorgu tutanağının üzerinde “Başmüfettiş ....’nin talebi üzerine tasdiklenmiştir. 26/06/1999” ifadesi yer aldı.
PKK ve ülkücülerin uyuşturucu bağlantılarına ilişkin bilgilerin yer aldığı tutanakların soru sorulmaksızın Özbey’in “Samimi olarak söylüyorum” cümlesiyle başlaması, görüşmenin tutanağa yansıyanlarla sınırlı olmadığını, önemli bilgilerin yer aldığı büyük bölümünün hâlâ açığa çıkmadığını ortaya koydu. Ancak açığa çıkarılamayan bölüm için hiçbir adım atılmadı.
Mehmet Ali Ağca-Yalçın Özbey
Görüşmede Özbey, sorulara özetle şu yanıtları verdi:
“Ağca’nın amacı Carlos gibi bir adam olmak. Sadece o kadar. Cezaevinde büyük bir tokat attı Hacı Çapan’a. 90 kilo malının üstüne oturdu. Etrafında bir sürü insan vardı. İşte o zaman o olaya toplanmışlardı. Mehmet Şener, Oral, Abdullah Çatlı ve diğerleri. Belli bir güç oluşturmak için bir fanteziden başka bir şey değildi.
İpekçi konusunda mesela Mehmet Şener’in ufak bir fonksiyonu oldu. İpekçi meselesi çok ayrıntı. Herkes kafadan fantezi yaratıyor. Ben gerekirse Türkiye’ye gelirim. Papa işi öyle, işi bilen uzmanlar bana sorar ben cevaplarım. Şimdi araba tamam, araba benim arabamdı. Ağca kaçırıldığında fakat ben arabayı Mehmet Şener’e borçlanmıştım. O beni tezgâha getirdi. Arabayı ona verdim. O araba sonradan bu hadiselerde kullanıldı.
Demirel hükümetleri af çıkarttı. Ben gittim Kırşehir’de imtihana girdim. O arada da Ağca kaçırıldı. Kaçarken de benim arabam kullanıldı. Hedefte aslında Doğu Perinçek, Uğur Mumcu vardı ama uyanık, tedbirli insanlardı.
***
İpekçi olayında bilgiyi alan, istihbaratı yapan Ağca’ydı. Kendisi belirledi. Yavuz da arabayı kullanmıştı. Önce camdan ateş ediyor, sonra yürüyor öbür taraftan tekrar ateş ediyor. Mehmet Şener tip bir insandır. Mehmet Ali’nin eyleminden faydalanıp kariyer yapmak istiyordu. Hatta bir gün oturduk ‘başımıza bir iş gelirse bunun çırasını yakalım’ dedik. Mehmet Ali de yakalanınca ilk onun adını verdi. Mehmet Ali tam psikopat. Türkiye’de onun yaptığı eylemleri ben söylesem aklın durur. Yüzde 25’ini ferdi olarak gerçekleştirdi...
***
Ağca’da bir kompleks vardı. Kendine aşırı derecede güven. Ondan sonra parmağı kuvvetli. Yani muazzam silah kullanabilen. Delice bir cesaret. İpekçi cinayetinden sonra cezaevinden kaçışı bunu biraz daha şımarttı. Birçok elçilikle, Kaddafi ile Suriye ile bağlantı kurdu. Onlardan destek alıp, Carlos gibi Avrupa çapında bir şeyler yapalım dedik.
İpekçi vurulduğunda Oral, ben, Mehmet Ali aynı evde kalıyorduk. Epey eyleme ben de katıldım. Ahmet Kaçmaz’a yapılan bir şey oldu. Mihri Belli’ye sıkılan bir kurşun oldu. Çok büyük soygunlar oldu Ankara’da. Oral ayrıldı gitti. Sonra baktık resimler gazetelerde dergilerde yayımlanınca artık gidelim dedik Avrupa’ya. Amaç sansasyon yaratmaktı. Sağ-sol meselesi çatışmalar vardı. İnan samimi söylüyorum tesadüfen olan bir hadise İpekçi.
O cezaevinden kaçma olayını da Oral organize etti. Para karşılığında. Orada zaten iki asker bir tanesi şeydi bizim, Pala Mehmet diyorduk. Çıktıktan sonra da tanıdığımız gümrük memurları yardım etti. Ağca oradan Bulgaristan’a gitti. Ağca’da süper zekâ var. Düşün adam Papa’yı vuruyor. Bu adam 6 ayda İtalyancayı ana dili gibi konuştu. Tip bir insan. Çıkınca da kendisine göre bir planı vardır.”
***
Görüşmede, MİT mensupları da kartları açık oynuyor. Sorulardan biri şöyle:
“Şimdi Yalçın, bak açıkça ve mertçe soralım. Sen burada kaldığın süre içinde Türkiye için ne yapabilirsin?”
Özbey yanıt veriyor:
“Sizin aktif görevliniz gibi üzerime düşen her şeyi yaparım. Açık cezaevinden izne çıkar çıkmaz telefon ederim. Yerimi söylerim.”
***
Susurluk skandalı patlamadan önce, MİT’in Çatlı’nın Türkiye’ye geldiğinden haberi olduğunu da şu ifadeleri ortaya koyuyor:
“Bizim Serdar Çelebi o zamanki federasyon başkanıydı. Bizim arkadaşları harcamak istedi. O zaman Türkeş bunu görevden aldı. Bekir Çelenk'in bir gemisi vardı. Federasyon gemiyi alacaktı. 3 milyon falan o değerde bir gemi. Radyodan ülkücü yayınlar yapılacaktı açık denizde. O da olmadı. Ağca da Bekir'i o yüzden söyledi. Gerçi oraya giden (Bulgaristan) herkes servis kontrolündedir. Rıfat Yıldırım, Üzeyir Bayraktar Frankfurt'taydı. Mehmet Şener bir firma kurmuş. Oral zaten yakalandı. Bizim eski kurttan Abdullah Çatlı Fransa'da cezaevinden kaçtı, şimdi Türkiye'de.”
***
Bir başka ülkede olsa Özbey’in ölümü üzerine dosyalar açılır, aydınlatılmamış, bugün işlenen cinayetlerin taşlarını döşeyen cinayetlerin neden cezasız bırakıldığı tartışılırdı. Devletin gölgesi olmadan ayakta bile duramamalarına rağmen kahraman ilan edilenleri kimlerin koruduğu açığa çıkartılırdı.
Öyle olmadı.
Abdi İpekçi’den bugüne uzanan cinayetler, kurbanların suçlu ilan edilmesi, tetikçilerin kahramanlaştırılması…
Cezasızlık bile değil mesele artık.
Mesele artık bunların üzerinde bile durulmaması…
Gökçer Tahincioğlu kimdir?
Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.
Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.
Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.
İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.
|