28 Eylül 2024

Gözaltında çocuk düşürmek ve çöp poşetleri

Çocuk, gözaltına alınırken işkence gördüğünü, çocuğunu düşürdüğünü söylüyor ve bunun hesabının sorulmasına bile gerek duyulmuyor. Polisi öldüren katil, çöp poşetiyle adliyeye götürülüyor ve İçişleri Bakanı övünerek soruşturma açılmadığını söylüyor. Çöp poşeti aslında bir toplumun başına geçiriliyor…

Bu dönemin en önemli özelliklerinden biri işkencenin meşrulaştırılmasıdır.

Polis Şeyda Yılmaz’ın gencecik yaşta yaşamdan koparılmasının hesabını vermek, çıkartılan afları, verilmeyen cezaları, sokakların katille benzer profilde yüzbinlerle dolmasını açıklamak yerine slogan atılabilmesinin nedeni bu.

Katilin çöp poşeti ile hayvanların taşındığı araçla adliyeye götürülmesi karşısında İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın verdiği tepki tarihe geçecek nitelikte:

“Polis memuru kızımız Şeyda Yılmaz’ı şehit eden saldırganın Emniyetten adliyeye götürülme şekliyle ilgili olarak soruşturma açıldığına dair iddialar ALÇAKÇA BİR YALANDIR❗️

Bu konuda ne İçişleri Bakanlığımızca, ne Emniyet Genel Müdürlüğümüzce ne de Valiliğimizce herhangi bir SORUŞTURMA AÇILMAMIŞTIR❗️

Bu yalan haberleri yayanlar hakkında gerekli adli işlemler başlatılmıştır.”

* * *

Anlatım bozuklukları bir yana, kamuoyunun içini soğutmak için yapılan bu ilkel eylemi savunmak için paylaşılan mesaj, eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “uyuşturucu satıcılarının bacağını kırın” mesajından bile vahim.

Ülkenin son iki İçişleri Bakanı’nın, işkenceyi, kötü muameleyi engellemekle görevli isimlerin mesajlarını ardı ardına okuduğunuzda bugün bu durumda olmamızın nedenleri anlaşılıyor.

Suçluların cezaevine konulması yerine dövülüp salınmasına yol açan, bazı suçluların ise baş tacı edildiği, muhaliflerin “düşman ve hain” görüldüğü, hukukun değil kaba kuvvetin egemen olduğu, suçsuz günahsız insanların da bu tribünlere oynama merakı yüzünden sonsuz zarar gördüğü bir dönemden geçiyoruz.

* * *

Ülkenin kararları yerine getirilmeyen kurumlarından Anayasa Mahkemesi’nin vahim bir kararı açığa çıktı kısa süre önce…

İşkencenin sonuçlarını gösteren ve işkenceye kayıtsız kalmanın nelere yol açabileceğini ortaya koyan bir karar.

* * *

2018’de Van’da, bir konutta PKK’lıların saklandığına yönelik ihbarı değerlendiren polis ile bölgedeki PKK’lılar arasında çatışma çıktı. Çatışmada iki PKK’lı öldürüldü.

Çatışmanın ihbarda bulunulan evle ilgisi yoktu ama çatışmadan sonra bu eve de girildi. Evde, sadece 18 yaşından küçük bir kız vardı.

İfadesi alınan çocuk, mahkemeye sevk edildi ve serbest bırakıldı. Ancak bir süre sonra hakkında örgüt üyesi olmadan örgüte yardım iddiasıyla dava açıldı. Mahkeme, çocuğu suçlu buldu ancak hükmün açıklanmasını geriye bıraktı.

* * *

Bütün bunlar olurken çocuk başka bir dram yaşıyordu. Yaşadıklarını ancak birkaç ay sonra ifade edebildi.

Çocuk, gözaltına alınırken işkence gördüğünü, hamile olduğunu beyan etmesine rağmen darp edildiğini, çocuğunu düşürdüğünü, bunları söylediği doktorun ise kendisine aksi yönde rapor verdiğini iddia etti.

* * *

Suç duyurusunda bulunan çocuk, şu iddialarda bulundu:

 

  • Kolluk görevlilerinin 15/7/2018 tarihinde saat 01.30 sıralarında yaşadığı konuta baskın düzenlediğini, kendisini ve konuttaki yakınlarını dışarı çıkardıklarını, silah ve tekmeyle vurarak yaraladıklarını, bu sırada baygınlık geçirdiğini, kendisine geldiği sıra geldiğinde iki kolluk görevlisinin saçından tutarak kendisini yerde sürüklediğini, "Vurmayın, hamileyim." diyerek bağırmasına rağmen beş altı polis memurunun "Geber" dediğini, karnına ve sırtına tekme attığını,
  • Daha sonra götürüldüğü hastanede hamile olduğunu ve darbedildiğini söylemesine rağmen doktorun kendisini muayene etmediğini,
  • Hastaneden ayrıldıktan sonra Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne götürüldüğünü, dokuz, on polis memurunun yaklaşık bir saat boyunca kendisini darbettiğini, kolluk görevlilerinin yüzüne defalarca yumruk ve tokat attığını,
  • Bir müddet sonra Çocuk Şubeye götürüldüğünü, giderken bir polis memurunun tokat ve yumruk attığını, "Sen kaynınla beraber oldun, karnındaki bebek kaynından biliyoruz" dediğini, Çocuk Şube’ye geldiklerinde en alt kata götürülüp havasız, dar ve küçük bir odaya konulduğunu, odada tutulduğu sırada iki polis memurunun geldiğini, tokat ve yumruk attığını, "Biz seni hastaneye götürüp bebeğin DNA'sını alıp her yere kaynının çocuğu olarak geçiririz." deyip tecavüz etmekle tehdit ettiğini,
  • Hamile ve rahatsız olması sebebiyle hastaneye gitmesi gerektiğini ifade ettiği polis memurunun "Bana ne, öl" dediğini…
  • Yeniden Çocuk Şube’ye getirildiğini, burada yüzüne ve vücuduna vurulduğunu, alt bölgesinden elbisesinin çıkartıldığını, makatına silah tutularak tacizde bulunulduğunu…
  • Başka bir odaya götürülerek “yarın savcıya bunları gösterip, evde bunlar vardı” diyeceksin denildiğini, yoksa yine emniyete getirilmekle tehdit edildiğini…
  • Adliyede polislerin, barodan atanan avukat dışında avukat istemeyeceği konusunda kâğıt imzalattıklarını… Polislerin istediği gibi beyanda bulununca serbest bırakıldığını…
  • Serbest bırakılınca hastaneye götürüldüğünü, doktorun kendisini muayene etmediğini, iki gün sonra üniversite hastanesinde düşük yaptığını…

* * *

Vahim suçlamalar…

Bunun üzerine savcılık, önce adliye koridorundaki sonra da emniyet koridorlarındaki kameraların kayıtlarını talep etti ama her iki yerden de kayıtların 25 gün tutulduğu, elde kayıt bulunmadığı yanıtı geldi.

Aylar sonra suç duyurusunda bulunulması nedeniyle kayıtlara ulaşılamayacağı ifade edildi.

Sanki erken bulunsa kamera kayıtları gönderilecekmiş gibi…

* * *

Savcılık, kısa süre sonra, darp raporu bulunmadığı, kamera kaydı olmadığı gerekçesiyle takipsizlik kararı verdi.

Bu süreçte Türkiye İnsan Hakları Vakfı doktorları, çocukta darp izlerinin bulunduğu, darp izlerinin öyküsüyle çocuğun düşmesinin öyküsünün uyumlu olduğu yönünde rapor düzenledi.

Ancak takipsizlik kararına yapılan itirazdan da sonuç alınamadı.

Bunun üzerine Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapıldı.

* * *

Anayasa Mahkemesi, çok basit bir noktaya işaret ederek, işkence iddialarının ciddiyetini vurgulayan bir karara imza attı.

AYM, hak ihlali kararında, şikâyette bulunan çocuğun ifadesinin bile alınmadığına, tanıkların dinlenmediğine dikkati çekti.

Olayla ilgili delillerin toplanmasını istediği emniyet biriminin zaten işkenceyle suçlanan birim olduğunu vurguladı.

Yine çocuğun gözaltından hemen sonra şikayetinin olmadığına yönelik imzaladığı tutanağı da aynı birimin düzenlediğine işaret etti.

Aslında bu bile yeterli ama en temel nokta da atlanmıştı.

Başsavcılık, takipsizlik kararını, kamera görüntüleri dışında istediği diğer bilgi ve belgelerle ilgili yanıt bile gönderilmeden, bunları beklemeden vermişti.

Üstelik çocuğun bedenin kalan darp izlerini açıklama yükümlülüğünü de yerine getirmemişti.

* * *

Kararda, işkence iddiasının soruşturulması yükümlülüğüne, gözaltındaki kişilere nasıl davranılması gerektiği konusundaki ilkelere bolca atıf var.

Devletin bu konudaki yükümlülüklerinin altı özenle çizilmiş ama nafile elbette.

AYM kararının eksik noktalarını da belirtelim.

Çocuk yaştaki bir kişinin hamileliğinin yetkili makama bildirilmemesi…

Çocuk yaştaki bir kişinin Çocuk Şube’den önce TEM’e götürülmesi konusunda işlem yapılmaması…

Muayene etmeyen doktorla ilgili ihbarda bulunulmaması…

* * *

Düşünün bir çocuk, karnındaki çocuğu düşürüyor ve bunun hesabının sorulmasına bile gerek duyulmuyor.

Düşünün, İstanbul’da polisi öldüren katil, çöp poşetiyle adliyeye götürülüyor ve memleketin İçişleri Bakanı övünerek soruşturma açılmadığını söylüyor.

Polis memuru Şeyda Yılmaz'ı öldüren Yunus Emre Geçti

* * *

Bu dönemin başarısı, bütün bunların alkışla karşılanacağının bilinmesi…

İşkencenin her koşulda yasaklanmasının bir nedeni var.

Ve bunun bir topluma unutturulması bir devlet için gurur vesilesi yapılıyor.

Çöp poşeti aslında bir toplumun başına geçiriliyor.

Yarın bir başkasına işkence yapıldığında, yarın en yakınındaki insan bunun mağduru olduğunda bile sesini çıkaramaz hale getirilmiş insanlar.

Ne büyük başarı!

Ve elbette bu yazıyı da olayı da küfürle karşılayacak ve elbette hiçbir şey başlarına gelmez sanacaklar…

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi.

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Görevlerin “kusursuz” yapıldığı, “uzman ellerin” yaralılara gaz sıktığı katliam

10. İdari Dava Dairesi’nin verdiği karara göre, 10 Ekim katliamında ölenlerden Seyhan Yaylagül’ün yakınlarına toplam 900 bin manevi tazminata hükmedilmesi yanlıştı. İstinaf, toplam 32 bin lira maddi tazminat ödenmesine hükmetti. Manevi tazminatın da “zenginleşmeye yol açamayacağı” gerekçesiyle toplam 130 bin TL olabileceğini belirtti. Danıştay 10. Daire, İstinaf Mahkemesi'nin kararını virgülüne dokunmadan onadı

“İnsan insan derler idi…”

İnsan olmanın bir tanımı yapılacaksa ya da bir başka insan için çabalamaksa biraz da insan olmak, o tanımın içine kenar süsleriyle olabildiğince süslenerek konulmalıdır Hüsnü Öndül’ün ismi şimdi…

Ömrümüzden çalan “suçlar” ve kapanmayan yaralar

Bütün ömrü boyunca hak mücadelesi vermiş insanlardan Nimet Tanrıkulu, dört gün gözaltında kaldıktan sonra, 18 saat süren savcılık ve hakimlik sorgusunun ardından yeniden tutuklandı. Ne soruldu peki? Tanrıkulu’nun açık seçik yaptığı Süleymaniye ve Erbil seyahatleri…

"
"