09 Temmuz 2022

Çıplak arama, polis devleti ve Onur Yaser Can

İnsanlar durup dururken rahatlarını bozup da sokağa çıkmıyorlar. Herkese seslerini duyurma arzusunun bir nedeni var. Kiminin yakını işkence nedeniyle ölüyor, kiminin yakını görev başında. Kimi haksız yere hapsediliyor, kiminin emekleri gasp ediliyor. Sırtları sıvazlanan üç beş polis müdürünün, amirinin, komiserinin de anayasaya, kanuna, hukuka aykırı biçimde önlerine dikilmelerinin bir nedeni var elbette. Korumak istedikleri bir düzen, konforlu bir hayatları var

Doktorlar yürüyor.

Bu kez görev başında öldürülen meslektaşları Ekrem Karakaya için…

"Doktorları dövebilmenin" bir özgürlük olduğunu düşünen, ezilmişliğini, yoksulluğunu, bunlardan kaynaklı öfkesini, tüm bunlara yol açanlara değil de yol açanların hedef gösterdiklerine yönelten onbinlerin saldırısına kaç kez uğradılar, belirsiz.

İktidara söz söylemeye kıyamayanlar da aslında öfkeli. Ama onlar bir yandan doktor katillerine kızgın, diğer yandan öfkesini akıtacak mecra bulamıyor, en kolay dövebileceğine yöneliyor.

Doktor katillerini "kader kurbanı" ilan edip af çıkartanlar, güvenlik soruşturmalarıyla hoşuna gitmeyen fikirlere sahip doktorları sistemin dışına itenler, emeklerinin karşılığını isteyen doktorlara "giderlerse gitsin" diyenler nedense onların nazarında asla gerçek sorumlu olmuyor.

Doktorlar, tüm bunlar için yürüyor.

Önlerine polis müdürleri, amirleri, komiserleri dikiliyor.

Arkalarında çevik kuvvet ordusu…

* * * 

Öldürülmek, tehdit edilmek, darp edilmek, yargılanmak istemeyen gazetecilerin karşısında da onlar vardı.

Demokratik bir üniversitede okumak istediklerini söyleyen öğrencilerin, sendikal haklarını talep eden işçilerin, ölüme isyan eden madencilerin, işten çıkartılan kamu görevlilerinin hepsinin karşısında sahip olmadıkları yetkileri kullanan, anayasaya aykırı hareket eden ve bunun için bakandan, cumhurbaşkanından övgü alan aynı isimler vardı.

Bir polis devleti düzeni bu.

Anayasayla, yasayla, yönetmelikle sınırlandırılamayan yetkilere sahip, dokunulmazlık zırhı ile kaplı, ola ki suçüstü yakalandığında mahkemeler tarafından korunan, görevi bu değilmiş ve lütufta bulunuyormuş gibi, "ihtiyaç duyduğunuzda bizi çağırırsınız ama" diye diklenen bir üniformanın düzeni.

Bile isteye getirilen, söz söylemenin terörizmle eşitlenerek sürdürülen bir düzen.

* * *

Onur Yaser Can, bu düzenin ilk kurbanlarından.

Utanmaz bir biçimde önce varlığı reddedilen ardından yasalmış gibi sunulmaya çalışılan çıplak arama işkencesini onuruna yediremeyen, bunca aşağılanmaya, bunca tehdide, bunca pişkinliğe dayanamayan ODTÜ Mimarlık Fakültesi mezunu Onur Yaser Can, genç yaşta hayata veda etti.

Onur Yaser Can'ı intihara sürükleyen süreç, bir gençlik gecesiyle, kullanmak için uyuşturucu almasıyla başlamıştı.

Memleketin en milliyetçi partisinin "kader kurbanı" diyerek sokaklara salınmalarını sağladığı torbacılar ise o zaman da sokaktaydı.

İlk ifadesi alınırken sorguya avukat çağrılmadı, ailesi de aranmadı.

Çırılçıplak soyuldu, dövüldü. Polise yalvaran gençlerin sesleri dinletildi Onur Yaser'e. Muhbirlik yapması isteniyordu. Onur Yaser, anlamıyordu.

Anlamadıkça tokatlandı. Kurtulduğunu sandığı anda, "yeniden görüşeceğiz" denildi, korku kalbini kapladı.

Doktor muayenesinden önce ifade tutanakları imzalatılmadı, muayene sırasında polis de girdi odaya. Muayene bitince okumasına izin verilmeden tutanaklar imzalatıldı.

Serbest bırakıldıktan sadece bir gün sonra yeniden emniyete çağrıldı. Korkuyla gittiği emniyetten çıktıktan sonra da takipteydi.

İfadeleri alabilmek için bir avukata başvurdu. Ancak ifadeleri avukatı da alamadı. Emniyetten, imzası eksik olduğu gerekçesiyle yeniden çağrıldı.

Yeniden ifadeye gitmesi gereken günün akşamında, 23 Haziran 2010'da, oturduğu apartmanın 3. katından kendini boşluğa baktı.

* * *

Annesi Hatice Can, oğlunun acısı yetmezmiş gibi, adalet mücadelesi verirken karşılarına çıkan engellere tahammül edemedi. O da oğlundan dört yıl sonra hayatına son verdi.

Babası Mevlüt Can, son hücresi hayata veda edene kadar oğlunun ölümüne neden olanların peşinden koştu. Savcılıkların yapmadığını yapıp bütün kanıtları buldu. Israrla adalet istedi. 2019'da hayata veda ettiğinde, iki polisin ceza almasını sağlayan davanın açılmasını sağlamıştı. Ancak ömrü, İstanbul Valiliği tarafından itinayla korunan diğer polislerin yargılandığını görmeye yetmedi.

* * *

Adalet mücadelesini sürdüren, aileden geriye kalan tek isim olan Ezgi Sevgi Can, ilgili polisler hakkındaki suç duyurusunda şöyle isyan ediyordu:

  • Israrla talep etmemize rağmen, Narkotik Büro'nun bize eksik şekilde gönderdiği kamera kayıtları, her nedense ince arama ve işkencenin yapıldığı sorgu odasının kayıtlarını içermemekte, sadece Narkotik Büro koridor, banko önü ve asansör önü gibi bölümlerin kayıtlarını içermektedir.
  • Doktor çıkış raporu, sorguyu işkence altında yapan polislerin huzurunda alınmıştır.
  • İfadesine kendi ağzındanmış gibi yeni veriler eklenmiş; ifadede yer alan "hacı" referansı, "arkadaşlarla içiyorduk" gibi ibareler kendisini basit kullanıcı olmaktan çıkarıp temin edici veya satıcı olarak suçlanma ihtimalinin önünü açmıştır.
  • Sorgusu sırasında yaşadığı işkence, cinsel taciz ve kötü muamelenin ardından hakkında oluşturulan evrakların aleyhine değiştirilmesi ve şüphe altında bırakılması, takip ve baskının devamı, yaşadığını travmanın devam etmesine sebep olmuş, daha önce hiçbir psikolojik sorun yaşamamış, bırakın intiharı, depresif özellik bile taşımayan, arkadaşlarınca, ailesince sevilen, sosyal, hayat dolu 28 yaşında genç bir mimar olan ağabeyim, yaklaşık 20 gün içerisinde intihar edecek noktaya getirilmiştir.
  • 06.2010'de, üçüncü defa narkotik şubeye, yine hukuk dışı bir şekilde yeniden ifadesine başvurmak için çağrılması üzerine saat 22.00'de yaşadığı binanın üçüncü katından kendini çırılçıplak bir şekilde atmış ve tıbbi müdahalenin gecikmesinin de etkisiyle 24.06.2010'da saat 01.00'de hayatını kaybetmiştir.
  • Ağabeyimin ölümünden sonra da hukuksuzluklar devam etmiş, 5 gün sonra Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı tarafından uyuşturucu madde kullanmak suçundan, vefat ettiği Narkotik Polisleri ve şube müdürünce bilinmesine rağmen hakkında alelacele polis fezlekesi düzenlenerek Beyoğlu Başsavcılığı'na gönderilmiş, buna dayanarak iddianame düzenlenmiş ve Beyoğlu 4. Sulh Ceza Mahkemesi 2010/620 esas sayılı dosya ile iddianame kabul edilerek 07.07.2010 tarihli tensip zaptı düzenlenmiştir.

* * *

Tablo açık.

Çıplak arama işkencesi, onur kırıcı muamele, evrakta sahtecilik yaparak suçsuz birini suçlu haline getirmeye çalışma, işkence ve onur kırıcı muamelenin devam edeceğini gösteren tehditler ve intihar.

Yetmiyor gibi ölümden sonra da sahtecilik ve ölmüş kişi hakkında dava açmaya kadar uzanan utanmazlık.

Buna rağmen önce Gülen cemaatinin polis ve yargıya sızan yandaşları birbirini korudu. Ardından İstanbul Valiliği, bütün polisleri korumaya aldı.

Ancak Ezgi Sevgi Can ve avukatı Mehmet Ümit Erdem'in inadıyla 12 yıl sonra 4 polis ve kanıtları yok eden bilirkişi hakkında dava açıldı.

Ancak suçlamalar arasında hala işkence yok.

Yargılamada ne olacak, mahkeme dosyayı genişletip işkenceyi de araştıracak mı yoksa koruma çabası devam mı edecek, göreceğiz.

* * *

İnsanlar durup dururken rahatlarını bozup da sokağa çıkmıyorlar.

Herkese seslerini duyurma arzusunun bir nedeni var.

Kiminin yakını işkence nedeniyle ölüyor, kiminin yakını görev başında.

Kimi haksız yere hapsediliyor, kiminin emekleri gasp ediliyor.

Sırtları sıvazlanan üç beş polis müdürünün, amirinin, komiserinin de anayasaya, kanuna, hukuka aykırı biçimde önlerine dikilmelerinin bir nedeni var elbette.

Korumak istedikleri bir düzen, konforlu bir hayatları var.

Ama bir de gün gelip de yapılanlar insanların yaşadıkları yüzlere vurulduğunda uyunamayacak uykular var, geçmeyen emeklilik günleri var, çocukların yüzlerine bakabilmek var.

Adaleti sağlamak için çırpınan yürekli bir inat var, emek var, cesaret var.

Bayramlar var.

Ve bayramları kimsesiz geçirenlerin ahları var.

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Göer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.  

Yazarın Diğer Yazıları

Kırıkhan’daki büyük skandal açığa çıktı: Yoğun bakım hastaları boğularak öldü, “doğal ölüm” belgesi düzenlendi

Depremde yıkılan birçok hastanede unutulan hastaların hayatını kaybettiğini öğrendik. İlk kez yıkılmamış, faal bir hastanedeki hastaların ölüme terk edildiklerini de öğreniyoruz. Ve bunun nasıl itinayla gizlendiğini de görüyoruz

Cezaevi, dava ve yasaklar ülkesinde seçim sonrası "kulisleri": Erdoğan AKP'yi, Çukurambar Erdoğan'ı bırakır mı?

AKP'nin hikâyesi çok uzun bir zaman önce gecekondu mahallelerinden Çukurambar'a taşındı

Deprem skandalı: Her şeyden sorumlu Cumhurbaşkanlığı, İsias Otel'de, yıkılan tüm binalarda sorumsuz

Kentler yıkıldı, binlerce insan öldü ancak uçan kuştan bile sorumlu Cumhurbaşkanlığı'nın hizmet kusuru olduğunu iddia etmek bile mümkün değil