21 Mayıs 2020

1960’a doğru...

27 Nisan 1960 sabahı Marmara Lokali'ne gittiğimizde kapılarda, koridorlarda çok sayıda sivil polis mevzilenmişti. Öğrenciler salonu tıka basa doldurmuştu...

1957-58 yılları, özellikle üniversite gençliği içinde Menderes iktidarına karşı hoşnutsuzlukların yoğunlaşmaya başladığı dönemdi. Bugünkü AKP iktidarının öncülleri o dönemde Cağaloğlu’ndaki Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) binasını mekân tutmuşlardı. Onun biraz yukarısında, karşı sırada yer alan Türkiye Milli Talebe Federasyonu’nda (TMTF) ise başlıca CHP'ye yakın öğrenciler yerleşmişti. TMTF daha çok basın-yayın, tiyatro, folklor vb. kültürel faaliyetlerle uğraşırdı. MTTB ve TMTF; İstanbul, Ankara ve İzmir’deki bütün fakültelerin talebe cemiyetlerinin bir tür üst organları sayılırdı ama her cemiyet siyasi görüşüne göre, ya MTTB ya da TMTF ile yakın temas kurardı.

O dönem Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti (TFTC) Demokrat Partili (DP) gençlerin elindeydi. 1958-59 döneminde "Devrim Grubu"adıyla oluşturduğumuz muhalefet hareketi, zorlu bir mücadele sonunda yönetimi almıştı. O dönemdeki bütün öğrenci hareketlerinin iktidara yakın kanadını "islâmcı", muhalefete yakın kanadını ise CHP eğilimli ve bir oranda sola açık "milliyetçi" gençler oluşturuyordu. Kendini "sosyalist" (komünist) sayan gençler olarak, öğrenci kitlesi içinde çok küçük bir azınlığı temsil etmemize rağmen, Devrim Grubu içinde azımsanmayacak bir etkinliğimiz vardı. Bir önceki genel kurulda Ali Babaoğlu "İdare Heyetine (Yönetim Kurulu), Özgen Eralp ile ben "Mürakabe Heyetine" (Denetim Kurulu) seçilmiştik. Grubun içinde yaşça en küçüklerden biri olduğum için, benim fazla bir ağırlığım yoktu ama Ali, hem yaşça büyüktü hem de o zamanlar "cemiyetçilik" tabir edilen alanda daha tecrübeliydi. Daha sonraki yıllarda, CHP’den İstanbul Belediye Başkanlığına seçilen Nurettin Sözen ve iki dönem İstanbul Üniversitesi'nde rektörlük yapan Kemal Alemdaroğlu da bizim yönetim kurulundaydı. Fakat aramızdaki en ilginç şahsiyet, bizlerden en az 15 yaş büyük olan başkanımız Memduh Eren’di.

Memduh Abi, Fenerbahçe’nin eski ve ünlü futbolcularındandı. Şimdi anımsamadığım bir nedenle öğrenciliğe uzun yıllar ara vermiş, son zamanlarda çıkan bir aftan yararlanarak yeniden tıp fakültesine dönmüştü. Baca gibi sigara içer ve serkeşlik günlerine ait inanılmaz çekicilikte hikâyeler anlatır, toplantılarda anekdotlar ve esprilerle bezenmiş bitmez tükenmez konuşmalar yaparak karşıtlarını öylesine yorardı ki, kimsenin laf söylemeye mecali kalmazdı. Tahmin edilebileceği gibi ender olarak derslere uğrar, çalışkan çocukların notlarını karıştırarak sınavlara girerdi. Kimileri kendinden küçük olan hocaları da yorarak, ilkinde olmazsa ikincisinde, o da olmazsa üçüncüsünde geçerdi. Öğrenci muhalefetinin yükseldiği o günlerde Memduh Eren’in temsil ettiği TFTC, muhalefet kanadı içinde hayli popüler ve önemli bir yer edinmiş, bir o kadar da Menderes iktidarının tepkisini çekmişti.

Hiç arşivci olmadığım halde, 27 Nisan 1960 günü Beyazıt’taki Marmara lokalinde yapacağımız TFTC Genel Kurulu'nda, üyelerin onayına sunduğumuz, saman kağıda basılmış 24 sayfalık faaliyet raporunu her nasılsa saklamışım. Hemen tamamını Memduh Abi’nin yazdığı faaliyet raporundaki, "Rektör ve Dekan münasebetleri" başlıklı bölümler hem dönemin ruhunu, hem de Memduh Abi’nin üslubunu yansıtması bakımından ilginçtir:

"Rektör seçimini müteakip Prof.Dr. Sıddık Sami Onar’ı ilk defa ziyaret ederek tebrik etmek fırsatını bulan Tıp Fakültesi Talebe Cemiyeti olmuştur. Bu mutlu tesadüfü daima anacağız. Ne vakit başımız Sayın Rektörün halledebileceği bir derde girse, hemen kendisine koştuk. TFTC ismini verir vermez derhal kabul edildik, makul ve haklı taleplerimizi kabul ettirdik. Bu yüzden birçok arkadaşımız kaybolmuş gibi görünen haklarına yeniden kavuşarak daha ümitli bir hayata kavuştular. Kendilerine teşekkür ederken bizlere gösterdiği derin şefkatı bir defa daha hatırlatmayı vazife biliriz. Rektör seçiminin hemen akabinde yeni dekanımızı da tebrik etmek fırsatını bulduk. Çok sert olacağını düşündüğümüz münasebetlerimizde, itiraf etmek icap eder ki, aldandık. Bizlere, çok az kimseye tanıdığı hakları tanıdılar. Bu yakın alaka ve yardımlarını mikrobiyoloji imtihanlarında da göstermesi temennisi içinde kendisine teşekkür ederiz."

27 Nisan 1960 sabahı Marmara Lokali'ne gittiğimizde kapılarda, koridorlarda çok sayıda sivil polis mevzilenmişti. Öğrenciler salonu tıka basa doldurmuştu. Ben, on gün önce geçirdiğim apandisit ameliyatının bitkinliği içinde, sağ kasığımı tuta tuta yürüyordum. Faaliyet raporu başkanımız tarafından okunurken bizim taraftarlarımızın alkışları kesilmiyordu. Raporun tartışmaları sürerken, önceden kararlaştırdığımız bir önergeyle, Kore Hükümeti’ne, öğrencilere yapılan yoğun baskıları protesto etmek üzere TFTC Genel Kurulu adına bir kınama mektubu gönderme konusunu gündeme getirmiştik. Mektubun aslında "Kızım sana söylüyorum..." misali, Kore üzerinden Menderes Hükümeti'ni hedef aldığını herkes kadar polis de biliyordu. Metin bir arkadaş tarafında okunurken, iktidar yandaşı öğrencilerin ve sivillerin protestosu ile ortalık karışmaya başlamıştı. Ben, yönetimden bir kaç arkadaşla salona bitişik bir odaya açılan kapının önünde beklerken, ana kapıdan Menderes’in özel koruması olduğu söylenen ünlü polis şefi Bumin Yamanoğlu, adamlarıyla birlikte salona girdi. Şimdi ayrıntılarını anımsamadığım itiş kakış arasında Bumin Yamanoğlu, bizim açık kapısının önünde beklediğimiz odaya yöneldi ve beni iterek odaya soktu. Galiba elimde tuttuğum, derneğe ait defterleri almak istiyordu. Ben daha itiraz etmeye yeltenirken, kafamın içinde parlak yıldızlar çaktıran okkalı bir yumrukla, arkaya doğru uçup bir vitrinli soğutucunun üstüne düştüğümü hayal meyal anımsıyorum.

Kendime geldiğimde, etrafta sadece bizim arkadaşlardan bir grup kalmıştı. Polisler kaybolmuştu. Burnum bile kanamamış ama herhalde kısa bir sersemleme geçirmiştim. Etraftaki telaşlı arkadaşların konuşmalarından, ameliyat dikişlerimin patladığına, uzun süre baygın kaldığıma dair rivayetler dolaştığını duyuyordum. İtirazlarıma karşın, sonradan CHP İl Teşkilatı'na ait olduğunu öğrendiğim bir araca bindirildim ve yanlış anımsamıyorsam Çapa Acil Servisi'ne götürüldüm. Dikişlere bir şey olmadığını, tansiyonum düşük bulunduğu için bir miktar serum verildiğini ama aslında fena halde aç olduğumu anımsıyorum.

Bizimkiler üç ay kadar önce İstanbul’a taşınmışlardı. Acıbadem’de iki katlı küçük bir evin giriş katında kalıyorduk. Bağımsız bir odam yoktu ama küçük kardeşlerimle kaldığımız odada kitaplarımı yerleştirebileceğim küçük bir dolap ve orta boy bir yazı masam vardı. Yalnız yaşadığım dönemden kalan alışkanlıkla, sabah erken evden çıkıp, akşam çoğu zaman geç saatte dönüyordum. Öğrenci olayları, toplantılar, geceleri afişleme, etiketleme eylemleri sürüp gidiyordu. Babam Eyüp’te bir okula atandığı için benden erken evden çıkıp, akşama doğru yorgun argın dönüyor, günün kalanını gazete okuyarak ve radyodan "Vatan Cephesi" haberlerine küfrederek tamamlıyordu. Annemle birlikte öğrenci olaylarını endişeyle izliyorlar ama bana bana müdahale etmiyorlardı. Kısaca "ne olacak bu memleketin hali" endişesi bütün ağırlığı ile ailemizin üstüne çökmüştü.

Yazarın Diğer Yazıları

Eski bir dostu anarken

Bazı yıllanmış dostlukların ne zaman ve nasıl başladığını bilemezsiniz. Sanki çocukluğunuzdan beri hep birlikteymişsiniz gibi gelir. Benim için, üç ay kadar önce sonsuzluğa uğurladığımız Ahmet Kaçmaz onlardan biriydi.

Cihangir'in bahar halleri

"Cihangir Tuğrul Eryılmaz'dan sorulur" diye söze başlayıp, ondan izin alarak baharla selamlaşan mahallemizde benim gözüme çarpan manzaralardan söz edecektim ama 'o kadarı fazla olur' diye düşündüm. Çünkü söyleyeceklerim Tuğrul'un görüş alanına giren şahsiyetler ve mekânlarla ilgili değil. Cihangir'in sokaklarından, duvarlarından ve sokaktakilerinden söz etmek istiyorum...

80'lik olmak o kadar da zor değil!

"Marlon Brando'nun üçüncü göbekten akrabasıyım, işte ispatı" diyerek Yılmaz Güney'e gönderdiği aşağıdaki fotoğrafı, meslek haseti yüzünden film artistliği kariyerini daha başlamadan bitirmiş, zavallı çocuk bu yüzden oyun yazarlığına başlamıştı