Bugün artık durum "dinleniyoruz, engelleyelim" boyutunda değil. Çünkü bunun mümkün olmadığını, telekom işindeki herkes biliyor. Mesela İngiltere’nin Ortadoğu’ya yönelik dinlemeleri, Akdeniz’den geçen kablolar üzerinden, Güney Kıbrıs’taki üssü vasıtasıyla yaptığını gördük. Yani karasal ya da denizdibi kabloların herhangi bir noktasından girmek, uyduya giden sinyali dinlemek, olmadı fiziksel böcek koymak ya da elektronik cihazlara trojan yerleştirmek ya da NSA’in yaptığı gibi bu tür verilerin yer aldığı data center’lara, sunuculara doğrudan erişim yapmak gibi aklımıza gelen ve gelmeyen çeşitli yöntemler var.
Zavallı Alman Spiegel Gazetesi, önce Almanya'nın sonra NSA ve GCHQ yani Amerikan ve İngiliz Gizli Servislerinin Türkiye'yi dinlediğine dair haberler yayınlayınca ortalık birbirine girecek zannetti. Ama bilmiyor ki, Türkiye bu sendromları 2005'lerde atlattı bitti. O günlerde, kapıcı, bacacı, şöfor, kuaför, herkes "beni dinliyorlar" kompleksi içindeydi. Öyle ki, dinlenmeyenler "ben bu kadar önemsiz adam mıyım?" deyip kendisini köprüden atıyordu nerdeyse..
Oysa, Spiegel Türkiye gündemini biraz daha bilinçli takip etse, marttaki yerel seçimler öncesi yayınlanan, "orası şuna peşkeş çekilmiş", "buradaki paralar nasıl sıfırlanacak diye kafa patlatılmış", "şu gazete nasıl da candaşmış" ve benzeri ses kayıtlarının "Muhteşem Yüzyıl" tadında, endişe ya da kızgınlıktan ziyade “vayyyy” formatında izlendiğini görecek ve bugünlerdeki yayınları yapmasının hiçbir esprisi olmadığını anlayacaktı.
Zaten dinlendiğimizi bilmek için Spiegel'e hiç ihtiyacımız da yok. Başbakan ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da, son 1 yıldır, "beni dinlediler", "ailemi dinlediler", "Genel Kurmay Başkanını dinlediler", "Hakan Fidan"ı dinlediler diyerek, Spiegel'e çoktan haber atlattı. Zaten kendisi nasıl olduysa, kim dinlenmiş, bir-bir-bir hepsini biliyor.
Artık önemli olan “Kim, neyi, niçin dinliyor anlamak, dinleyeni takip etmek”
Şaka bir yana, telefon dinlemeleri, yeni değil, belki Telekom sektörünün doğduğu yıllar kadar eski bir casusluk-istihbarat yöntemi. Mesela en meşhur olay; 1970'li yılların Amerikan WaterGate skandalına bakarsanız, Cumhuriyetçi Başkan Nixon Demokrat Partili rakiplerini dinletmişti. O zaman kıyamet koparan bu gelişme, bugün vakai-adiye'den sayılıyor. Çünkü bugün HERKES HERKESİ dinliyor.
Yine hatırlayalım; Amerika'lıların Alman başbakanı Merkel'i dinlediği ortaya çıktı da ne oldu? Kıyamet mi koptu? Obama özür babında birşeyler söyledi ama o konuşmasında bile "bir daha dinlemeyeceğiz" gibi bir şey demedi.
Bugün artık durum "dinleniyoruz, engelleyelim" boyutunda değil. Çünkü bunun mümkün olmadığını, telekom işindeki herkes biliyor. Mesela İngiltere’nin Ortadoğu’ya yönelik dinlemeleri, Akdeniz’den geçen kablolar üzerinden, Güney Kıbrıs’taki üssü vasıtasıyla yaptığını gördük. Yani karasal ya da denizdibi kabloların herhangi bir noktasından girmek, uyduya giden sinyali dinlemek, olmadı fiziksel böcek koymak ya da elektronik cihazlara trojan yerleştirmek ya da NSA’in yaptığı gibi bu tür verilerin yer aldığı data center’lara, sunuculara doğrudan erişim yapmak gibi aklımıza gelen ve gelmeyen olağanüstü çeşitlilikte yöntemler var.
Hangisini durduracaksınız. Hatta şimdi çokça konuşulan şey şu; dinleyenleri de dinleyenler var. Bu nedenle “dinlemeleri engelleyelim” yerine “dinleyenleri takip edelim, ne dinlediklerini anlamaya çalışalım, neden dinlediklerini belirleyelim” diye düşünmek lazım. Karşı önlem almak lazım.
Telefon Dinlemeleri Koordinasyonu
Konusu gelmişken, önemli bir noktaya da işaret etmek istiyoruz. Son 7-8 aydan bu yana, yeni Cumhurbaşkanına yakınlığı ile bilinen medya kuruluşlarında, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) aleyhine bir hayli yayın görüyoruz. TİB'in görev kapsamına giren, "telefon dinlemeleri" ve "internet engellemeleri"nin ikisi de kulağa hayli kötü gelen uygulamalar. Bu nedenle de TİB kuruluşundan itibaren hep reaksiyon topladı. Ama aslında AB üyeliğine önem verilen dönemde, demokratik yapının sağlanması konusundaki araçların en önemlilerinden birisi olarak kurulmuştu.
Kulağa kötü gelen fonksiyonları nedeniyle; gözden kaçan önemli bir kuruluş amacı vardı. TİB'in esas fonksiyonu ve kuruluş amacı "telefon dinlemelerini koordine etmek, hukuksuz dinlemeleri engellemek" idi.
TİB serbestleşme ve özelleştirme sonrasında, telefon dinlemeleri yapan 3 kuruluş olan MİT, Emniyet ve Ordunun, telekom firmaları ile olan ilişkilerini düzenlemek ve de hukuksuz olan telefon dinlemelerinin önünü kesmek amacıyla kurulmuştu. Zaman içinde maksadını aştı mı, bilemiyoruz.
Bugün yapılan haberlerde, TİB’in kendisinin dinleme yaptığı iddiaları var. Bunları da bilemiyoruz. Ama asıl fonksiyonu dinlemeleri yapmak değil, dinlemeleri koordine etmekti. Bu nedenle önemli bir altyapı oluşturuldu.
Bu altyapı, normal şartlar altında, hem TİB'in kendisinin (3 farklı bölüme gelen, farklı işemirleri yoluyla), hem de telekom firmalarının, kimi dinlendiğini görememesini sağlıyordu. Yani, dinleme yapmak için mahkeme kararı alan MİT, Ordu ya da Emniyet kendi oluşturdukları taleplerle geldiklerinde, TİB gerekli işlemi gerçekleştiriyor ve bu kuruluşların suç şüphesi taşıyan ilgili şahsı ya da kurumu dinlemesini koordine ediyorlardı.
Normal şartlar altında, hem suç şüphesi taşıyan kişilerin prestiji açısından, hem de suç şüphesi olan olayın düzgün bir şekilde tespit edilmesini sağlamak açısından, kimin dinlendiğinin sadece mahkeme kararı alan kuruluşça bilinmesi gerekiyor.
TİB'in bu noktadaki fonksiyonu, koordine etmek kadar, bu işlemin kayıt altına alınmasını da sağlamak yani bir anlamda, MİT, Emniyet ve Ordunun kendi kendine işlem yapmasını engellemek ya da denetlemekti.
TİB neden MİT’e bağlanıyor
Ama kuruluşundan itibaren arka planda konuşulanlara bakıldığında, TİB'in bu 3 kuruluş ve özellikle de MİT görüşmelerini koordine etmesinin ve dolayısıyla bir anlamda denetim yapıyor olmasının, belli çevrelerde tepkiye neden olduğu ve son 1 yılda geldiğimiz noktada TİB'in fonksiyonunun engellenmesi istendiği için dağıtıldığı gibi bir yorum alıyoruz..
Arka planda çekişmeler oldu derken, gözden kaçan çok önemli bir nokta var. 1 Haziran 2005 tarihinde CMK'nın 4422 sayılı Kanunu yürürlükten kaldırması ile istihbari amaçlı dinlemeler için kanuni dayanak ortadan kalktı ve istihbari dinleme yapmak imkansız hale geldi. Meclis kapanmadan çok kısa bir süre önce 23 Temmuz 2005 tarihinde kabul edilen 5397 sayılı Kanun ile istihbari amaçlı dinleme alanındaki bu eksiklik giderildi ve aynı zamanda bu Kanunla dinlemeleri tek merkezden koordine etmek üzere TİB kuruldu.
Özellikle istihbari dinleme yapan kurumların sonradan sisteme dahil olan TİB'e karşı hep mesafeli bir duruşları olduğunu ilk günden itibaren duyduk. Bu kurumlar tarafından TİB'in dinlemelerde aracı olması gereksiz görüldü ve bu husus bazen açıkça, bazen de üstü kapalı şekilde defalarca dile getirildi.
Bu rahatsızlığın sebeplerinin iyi anlaşılması, bu gün TİB'in neden fiilen MİT'e bağlandığını ve yasal altyapısı oluşturularak kanunen de bağlanmak istendiğinin anlaşılması bakımından önemli.
İstihbarat kurumları her zaman tüm işlemlerini kendileri yürütmek isterler ve başka kurumların işlerine müdahil olmasını istemezler. Eğer bu gerçekleşirse bir tarafta sınırsız denebilecek yetkiye sahip ve tam koruması olan istihbarat kurumları, bir tarafta da operatörlerin olduğu kontrolü oldukça zor bir sistem ortaya çıkmış olacak. Bunun kimlerin işine geleceğini tahmin etmek zor değil.
Tabii ki TİB'deki mevcut sistemin sorgulanması ve doğru işleyip, işlemediğinin kontrolü gereklidir. Hatta denetimin daha etkin yapılması için farklı mekanizmalar da eklenebilir. Ancak tamamen eskiye dönmek, hatta sitemi eskisinden de daha kötü hale getirilecek olan tüm dinlemelerin MİT üzerinden yapılmasının düşünülmesi, akıl-fikir-mantık sahiplerinin kabul edebileceği bir husus değil.
TİB neden hedefte
Anladığımız kadarıyla, TİB kayıtlarında, kamuoyunda çok tartışılan önemli davalar dahil olmak üzere tüm davalardaki önemli deliller arasında iletişimin tespit bilgileri ve dinlemeye ilişkin tapeler bulunmakta. 2006 yılından bu yana yüzbinlerle ifade edilen soruşturma ve dava dosyasına, TİB kanalıyla elde edilen trafik ve dinleme verileri delil olarak girdi. Bu konu halihazırda Yargıtay içtihatlarıyla da ortaya konulmuş durumda.
Deniliyor ki; bu nedenle TİB çok ilginç bir şekilde farklı yasa dışı işlere karışan tüm kesimlerin ortak düşmanı haline geldi.
Halbuki dinleme kararını alan da, bunu uygulayan da TİB değil. Alınan her bir tespit ya da dinleme kararının altında savcıların ve hakimlerin imzası var. Dinlemeleri yapanlar da kolluk ve istihbarat görevlileri.
Dolayısıyla, şöyle bir yorum var; TİB ve TİB üzerinden yapılan işlemler üzerinden herhangi bir şüphe uyandırılabilirse, soruşturmalara ve kovuşturmalara dayanak teşkil eden deliller çürütülmüş olacak.
Bağımsız bir TİB'den kim rahatsız oluyor
Tüm dünyada istihbarat örgütleri telefonlar ve özellikle de internet takibi konusunda müthiş bir istek taşırlar. Snowden konusu olmak üzere olan bir çok olay bunu çok güzel anlatıyor.
İstihbaratın gerekli olan bölümleri varsa da, bazen maksadını aşan ve insanların özgürlüğünü ihlal eden yönleri olabiliyor. TİB'le beraber bir nevi denetim derken; olayın bu tarafı disiplin ve kayıt altına alınmıştı. Kimin kimi ne için dinlediği kayıt altına alınmaya başlanmıştı.
TİB, ilk yıllarda hem iktidar cephesi, hem de adli ve istihbari kurumlar için uygulaması beğenilen bir noktada oldu. Çünkü, o dönemde yürütülen önemli soruşturmalarda büyük hedef her zaman TİB oldu, kurumlar TİB'in arkasına saklanarak ve fazla tenkide maruz kalmadan işlerini yürütebildiler.
Ancak 17 Aralık'la beraber başlayan süreç durumu tam tersine çevirdi. Artık bazı delillerin birden fazla kurumun kayıtlarında olması ciddi rahatsızlık oluşturuyor.
Dolayısıyla TİB olayına farklı bir gözle bakmanın zamanıdır.