24 Ekim 2022

Sosyal medya devleri, dezenformasyon yasasına direnir mi?

Sosyal medya şirketlerinin gerekirse erişime engellenmeyi göze almaları çok mümkün

Dezenformasyon kanunu olarak adlandırılan 7418 sayılı kanun 18 Ekim’de Resmi Gazete'de yayımlandı ama bu kanunun belli yükümlülükler getirdiği sosyal medya firmalarının, yani Facebook, Twitter, Google ve diğerlerinin, yeni yasaya uyum için önümüzdeki nisan ayına kadar süresi var.

O tarihten sonra yükümlülükler yerine getirilmez ve AKP seçimi farklı kazanır ise para cezaları ve kademe kademe reklam yasakları ile bant genişliklerinde kesintilerle karşı karşıya kalacaklar. Yani Türkiye pazarından para kazanamaz hale gelecekler.

Ancak yükümlülüklere uymaları durumunda da başka sorunlar var. Hem hükümetlere taviz konusunda emsal yaratmış, hem de kullanıcı kitlesinin Türkiye ve giderek tüm dünyada güvenini kaybetme riskiyle karşılaşmış olacaklar.

Bu firmaların şu anda bazen müşteri bilgilerini verdikleri biliniyor. En azından Hindistan'da iklim aktivistinin 2 kişilik görüşmelerinin (mesela aktivist ve Greta Thurnberg arasındakini) ya da maillerinin dava dosyasında gözükmesi, dikkatleri çekse de, hayli eleştiriye yol açsa da, fazla büyümeyen münferit olaylar şeklinde kaldı.

Ama şimdi durum değişiyor. Olay münferit olmaktan çıkıp, süreklilik arz ediyor. Başka ülkelerdeki uygulamalar için "emsal" teşkil eder hale geliyor. Gerçi bu emsal olayı ancak totaliter ülkelere olabilir.

"Avrupa Birliği dezenformasyon konusunda sosyal medya firmaları ile ne yapıyor?" diye merak ederseniz, haziran ayında Avrupa Birliği ile imzaladıkları belgelerde 44 taahhüt bulunuyor. Ama bunlar siyasi reklamlar için kitaplık oluşturmak, dezenformasyonu kullanıcılar için işaretlemek, dezenformasyonu yayan botları engellemek gibi, bizim kanunda yer almayan önlemler ve kişisel verilere ve ifade özgürlüklerine dokunmayan türden önlemler.

Sosyal medya şirketlerinin ikilemi (paradoks)

Geçtiğimiz cuma günü, Reuters sosyal medya firmalarının ikilemini dile getiren bir haber yayınladı. Analistlerin, sosyal medya şirketlerinin Türkiye'nin yeni dezenformasyon yasasına tam olarak uymalarının pek olası olmadığı yorumlarını aktardı.

7418 sayılı yasaya göre artık sosyal medya şirketleri, suç oluşturan içerikler yayınlayan kullanıcıların bilgilerini yetkililerle paylaşmak zorunda. Bu bilgiler ilk defa değil yıllardır isteniyor. Halen sosyal medya şirketleri bu talepleri kendileri değerlendiriyor ve suç görürlerse paylaşabiliyorlar (belli dönemlerde şeffaflık raporunda bu sayıları yayınlıyorlar).

Ancak pek çok hukukçunun, analistin, aktivistin söylediği gibi, bu kanun, hazırlanmasından başlayarak, içeriği ve TBMM’den geçiş hali ile zaten tartışılmakta. Başka deyişle, getirdiği hapis cezaları ile bu kanunun, AKP'nin sosyal medyada ya da muhalif basında geriye kalan son sesleri kısmak için çıkardığı saklanmıyor. Bu nedenle de "suç oluşturan içerik" konusu son derece muğlak.  İlk ikilem bu konuda. Yani sosyal medya firması hükümetçe istenen verileri verse bir dert, vermese başka dert.

Diğer yandan sosyal medya şirketleri, yetkililerin talebini takip eden dört saat içinde kaldırmadıkları takdirde "yasa dışı" olarak kabul edilen içerik ve etiketlerden "doğrudan sorumlu" tutulacaklar. Geçmiş "erişim engelleme" uygulamalarına baktığımızda ne tür içerik ve etiketler olacağını --özellikle de SEÇİM yaklaşırken-- anlayabiliyoruz. İkinci ikilem burada. Kendilerini “ifade özgürlüğü” savunucusu gören bu ortamlar, bir anda tescilli “sansür araçları” haline gelecek.

Sosyal medya şirketleri için bir de ceza konusu var; yasalara ve reklam yasaklarına uymadıkları takdirde küresel gelirlerinin yüzde 3'üne kadar para cezasına çarptırılabilir (Google 2022 ikinci çeyrekte 70 milyar dolar ciro yaptı).

Şimdi “bu ikilemler nasıl çözülecek, bu firmaların 7418 kanunu konusundaki stratejisi ne olacak?” diye soruyorsanız, Cumhurbaşkanlığı AKP tarafından kazanılırsa, TBMM’de AKP üstünlüğü olsa da, olmasa da, bu platformların seçimden sonra “Türkiye'den erişime engellenmiş” olabileceğini görmeye hazırlanın. 

Sosyal medya şirketlerinin başı zaten dertte

Bu arada sosyal medya şirketlerinin başı globalde zaten dertte. Avrupa’da vergi vermiyor olmaları ve çok büyümeleri nedeniyle Avrupalı şirketlerin (ya da diğerlerinin) büyümelerini engelledikleri için dertte.

ABD’de ise hem çok büyüdükleri, her alana el attıkları ve diğer şirketleri satın alma ya da önünü kesme yoluyla engelledikleri için tartışılıyorlar. Ama daha önemlisi, Trump’ın seçildiği 2016 seçimlerinden bu yana, Amerikalı muhafazakâr (sağ) seçmen şikayetçi. Sosyal medya şirketlerinin kendi ifade özgürlüklerini engellediği konusunda dava bile açıyorlar. Hatırlarsanız Twitter Trump'ın hesabını da kapatmıştı.

Dolayısıyla Türkiye'de atacakları bir geri adım, sadece Türkiye açısından değil, tüm dünyadaki tartışmalar açısından emsal olabilecektir.

Noam Chomsky'nin Medya Gerçeği kitabında, 1985'lerde UNESCO altında yapılan "Medyanın demokratikleştirilmesi" çalışmasına işaret ediyor. ABD'deki bu ifadenin paradoksal olduğunu ve asıl problemin vatandaşın katılımının istenmemesi konusunda çıktığını söylüyor.  Sosyal medya ve internet ise halkın sesinin aktarılmasını sağlamış oldu. Ama bu konu gördüğünüz gibi karmaşık. Şu anda 7418 nolu kanunu konuşuyoruz. Konuyu orada tutalım.

 

Sedat Peker kanunu mu?

Diğer yandan, Reuters haberinde de belirtildiği üzere, bu yeni kanun gelmeden önce de, sosyal medya firmaları yerel hukuki çerçeveye uyum göstermeye çalışıyorlar.

Ayrıca onların dışında da, ağırlıklı BTK eliyle ya da mahkemeler kanalıyla çalışan (Cumhurbaşkanının avukatları ya da AKP taraftarları tarafından şikâyet edilen) bir durum mevcut zaten. Dolayısıyla ifade özgürlüğü bir yana uzun zamandır "otosansür” mevcut. Mesela Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 6 yılda açtığı dava sayısının 160 bine ulaşması, nedeniyle zaten sosyal medya kendisini büyük oranda sansürlüyor. Çoğu kişi düşüncelerini tam söylemiyor ya da takma isimli hesaplarla söylüyor ama bu da çok fazla değil.

Buna rağmen getirilen bu yeni uygulamaların nedeninin --pek çok başka analistin de belirttiği gibi-- Sedat Peker'in açıklamaları olduğu düşünülüyor.

Çünkü günümüzde genç neslin ve eğitimli insanların ana akım TV kanalları ile pek işi kalmadı. Çok daha az seyrediliyor ve dünyada da, Türkiye'de de araştırmalara bakıldığında, çoğu kişi haberlerini sosyal medya ortamlarından alıyor. Ancak sosyal medyada verilen mesajlar bir anlamda "muhaliflerin, yine muhaliflere konuşması" düzeyinde kalıyor.

Ama Sedat Peker öyle değil. AKP/MHP camiasından gelen ve orada da taraftarları bulunan bir kişi. İçeriği bir yana, onun konuşmasının doğrudan AKP/MHP camiasına ulaşıyor olması muhtemelen rahatsızlık yaratıyor. Sadece Peker'in paylaşımı değil, bunun yayılmasının da engellenmesi hedefleniyor diye düşünüyoruz.

AKP'nin paradoksu

Bütün bunların sonucunda ne olur derseniz; sosyal medya firmalarının gerekirse erişime engellenmeyi göze almaları çok mümkün. Çünkü;

  • Başka ülkeler için emsal oluşturmak istemezler
  • Demokratik ülkelerdeki kullanıcılara, saklamaları gereken verileri bu düzeyde verebildiklerini göstermek istemezler
  • Seçimin sonucunda AKP kazanırsa, daha çok sıkışacaklarını farkındalar

Peki, sosyal medya şirketleri erişime engellenirse ne olur derseniz,

  • Sosyal medya şirketlerini engellemiş olan AKP "yasakçı, baskıcı" görünümünü daha belirgin bir şekilde ortaya koyduğu için gençlerden oy kaybeder. Muhtemelen bu nedenle uygulamayı 6 ay erteledi. Sonuçta süreç zaman aldığı için, sosyal medya şirketleri uyum göstermese bile seçim öncesinde, kapatmış olmayacak.
  • Zaten sosyal medya şirketleri engellense de, insanlar bağlanmanın yolunu bulmaya devam eder (Örnek: İran, engellense de internete bağlanıyor, çeşitli yollar mevcut)

 

7418 sayılı kanun zaten fonksiyonunu gösterdi mi?

AKP aslında kanunu yürürlüğe aldığı andan itibaren zaten, endişe yaratmış, konuşmaları sınırlamış ve istemediği mesajların yayılmasını sınırlamış durumda. Cumhurbaşkanı'nın açtığı hakaret davaları nedeniyle kendisine otosansür uygulayan insanlar, şu anda da sosyal medyada iletişimini kısabileceklerdir.

Yazarın Diğer Yazıları

Depremi yaşayan 4 ilde nüfus 300 bin azalmış

Bölge nüfusundaki yüzde 7-8'lere varan azalma, sığınmacı açmazı ile birlikte düşünüldüğünde, Hatay başta olmak üzere bölgenin geleceği ve özellikle güvenliği açısından odaklanılması ve strateji geliştirilmesi gereken bir konu olarak önümüzde duruyor

Bakan "Türkiye emin ellerde" diyor, ama öyle mi?

USOM ya da Ulaştırma Bakanlığı gerçekten ülkemizin vatandaşlarının "emin ellerde" olması için çalışmak isterse, öncelikle operatörler-bankalar-savcılık-kolluk arasındaki eksik olan koordinasyon ve süreçleri tanımlamakla işe başlayabilir

Mahalli yönetim seçimlerin analizi (I)

Ekonomisi ve diğer tüm alanları güzel bir ülkede yaşamak istiyorsanız "cahil halk" retoriğinden kurtulun, iyi bir yurttaş olarak seçim kanunlarını, siyasi parti kanunlarını ve de ilgili mevcut gelişmeleri vs. yakından takip edin. En önemlisi gerçek verilere güvenin. O zaman "yine mi" mutsuzluğunu yenmek mümkün olur