2015'e girerken muhasebe yapıp, önünüze hedefler koydunuz mu? Yeni bir yıl, yeni ümitler, yeni heyecanlar demektir. Ama son bir kaç yıldır etrafımızda, aklı başında insanların anlayamayacağı olaylar cereyan ediyor. Bize de düşen, "allah allah bu nasıl oluyor?" şeklinde bakmak ve "eleştirmek" oluyor. Ama bu ruh halinden çıkmak zorundayız. Bir kahraman gelip bizi kurtarmayacak. Onun yerine biz kendi kendimize yol alacağız.
Yeni yıla girerken, elimize bir araştırma geçti. Barem araştırma firmasının yayınladığı “Mutluluk” araştırmasında Türkiye sondan 10cu [1] ama bunda şaşılacak bir şey yok. Bir zamandır yaşadığımız ortam gerçek olamayacak gibi gözüken bir cinnet ortamı.
Cinnet ortamı derken anlatmaya çalıştığımız ise; her geçen gün duyduğumuz “birlikte yaşama kurallarına aykırı”, “etik açıdan yanlış”, “gücü ya da iktidarı elinde tutanların, toplumun hakkı olan ve adil kullanım yapılması gereken şeyleri kendi lehine kullanmak” olayları ve bu olaylara karşın “suç işleme özgürlüğü” ya da “ayet der ki, önce akrabalarını koru”, "her partide yolsuzluk olur" gibi akla-zarar açıklamalar getiren ifadeler.
Bu ortamın bir tarafındaki insanlar, “ama çalışıyorlar” ya da “nasıl posta koyuyor ama, bize böyle lider lazım” diye kendisini ikna ederken, diğer tarafındaki insanlar “nasıl yani?” diye ağzı açık bakıyor ve şaşkınlıktan olsa gerek, donup kalıyor, herhangi bir şey yapamıyor (mesela toplu olarak hukuk yoluna başvurmak gibi).
“Sonuç nedir?” derseniz, çok şey söylenebilir ama; uzmanlık alanım olan bilişim – internet – telekom konularında dünya 70ciliklerine düşmek ya da 10cu ekonomi olacağız diye çıktığımız yolda 3 basamak düşerek 19culuğa gelmek hemen aklıma gelen ilk 2si.
Bir arkadaşımın sözleriyle; “Geleceği Kaybetmek” yolunda hızla ilerliyoruz. Her geçen gün kendimizi, çocuklarımızı ve gelecek kuşakları, yarının çılgın rekabet ortamından gittikçe koparacak adımlar atıyoruz. Çalışkanlığa değil tembelliğe zorluyoruz...Yatırıma değil, tüketime itiyoruz... 2000’li yıllar bir süre bunun tersi yapıldı... Ekonomik popülizme karşı duruldu... AKP hükümetin olumlu hareketlerinden birisi buydu. Ama artık öyle değil, Üst yönetimin paranoya ile meşgul olması, aşağıdakilerin kendi istediğini yapmasına ve gittikçe kontrolden çıkmasına neden oluyor...
"Ama çalışıyorlar"…. da… O çalışmanın kalitesi nedir?
Bu arada bazılarını ikna eden "ama çalışıyorlar"ın içeriğine de bakalım; telekom alanından 3 örnek; özelleştirildiği ve korunarak her yıl % 50’lerde kar ettiği halde, devletin --neden yaptığını anlamadığımız bir şekilde-- borçlarına garanti verdiği bir Türk Telekom, bu kadar ekonomik kriz içindeki ülkelerin telekom firmalarını alarak büyümeyi başaramamış, güdük kalmış telekom firmaları, çağın şansı olan telekom ağlarında kavşak olma şansını Bulgaristan’a kaptırmak hemen akla gelenler.
Alanımız dışına bakarsak, madenlerde ya da asansörlerde kitlesel olarak vefat eden insanlar, bu insanlar üzerinden öğrendiğimiz, bu gibi insanların çalışma koşulları, TOKİ inşaatlerinin kalitesizliği, 2-3 yıl içinde delik deşik olmuş duble yollar, içinden çıkılmaz hale gelmiş trafik, 300 milyar $’ı aşkın dış borç, özelleştirilen firmalardan gelen gelirler yok olduğu için, ota-mota konulan yeni yepyeni vergiler, dünya liginde 19culuğa düşen bir ekonomi.. vsvs..
“Ama Çalışıyorlar”ın karşılığı bunun gibi bir şeyler işte...
Türkiye neyin içinde
90+ yıllık Türkiye Cumhuriyeti, hakettiği yeri bir türlü alamayan bir ülke. Bunun ilk 10 yılı fakirliğe rağmen atılımlar, sonraki 20 yılı duraklamalar ve geriye adımlar ile geçti. Ama genelde 60-70 yıldır sınırlanan bir ülke olduğunu düşünüyorum. Ülkenin hareket sınırları geçmişte mülkiyeliler ve askerler tarafından çizilirdi. Darbeler de bu işin aracı olurdu.
Ama bu darbe ve diğer sınırlandırmaların daha iyi incelenmesi lazım. Özellikle de ülkemize 2ci dünya savaşı sonrasında konuşlanan Gladio (ya da KontraGerilla ya da Özel Kuvvetler) konusuna daha dikkatli bakmamız lazım[2]. Bence Ergenekon ya da Paralel’lerden ÖNCE ya da BİRLİKTE bakılması gereken husus bu.
Kendisine hiçbir zaman oy vermedim –hala da vermem-- ama Turgut Özal, Türkiye’yi bu belli sınırların dışına çıkmaya zorladı. --Kendisine yeni pazarlar arayan birilerinin de akıl vermesiyle de olabilir-- Liberal pazara geçişin başlangıcı ve özel-radyo-TV’lar onun hanesine artı yazan konulardı bana göre (eksi yazan konular bu yazının konusu değil).
Belki Tayyip Erdoğan da –kendi muhafazakar çerçevesi içinde— bizim olmayan unsurlarca çizilmiş sınırların dışına çıkmayı hedefliyor. Ama gerek inandığı şeyler, gerek davranış tarzı, gerekse hedefleri ülkenin yarıdan fazlasını ya da en azından yarısını rahatsız ediyor.
Zaten en kötüsü de, "milli irade" parodisi içinde hesaba katılmayan bu yarıdan az fazla içinde yer almak. Diğer yarı herşeye bir bahane yaratırken, "allahım ya, bu bir kabus mu?" durumu var.
Ama rahatsızlık duyanlar, maalesef sadece seyirci ve “yaaa adama bakkkk ne yapıyor” modunda. Oysa bizi bu noktaya getiren de bu yaklaşım ve seyircilik.
Değişen Dünya – Yükselenler Çin ve Küresel Sermaye
Ülkemizde olanlara değerlendirirken, olayın toplamına yani dünyanın tamamına da bakmamız lazım. 1980’lerden beri başka bir dünyada yaşıyoruz. Bu dünya “outsource” yani “taşaron” düzeni ve daha çok firmaya yer açıyormuş gibi gözükse de, aslında varlığı her taraftan alıp, daha sınırlı bir tarafa aktaran bir dünya. 2010'da ülkemizde bir konferans veren Friedman'ın konuşmasına bakın, bunları anlatıyor[3].
Bu nedenle de, 80 yıldır kendisini koruyan Türkiye Cumhuriyeti de dahil olmak üzere, dünyanın şeklinin değişmesi isteniyor. Çünkü Çin ve Hindistan’ın yükselmesi bir sorun. Sermayeyi kendi taraflarına transfer eden % 1, bunun aracı olarak Uzak Doğu’yu kullandı[4] ama bunu yaparken bireyselde az olsa da, toplamda büyük rakamları Uzak Doğu’ya transfer ederek onları güçlendirdiler. Şimdi bu tehlikeyi hesaba katmak ve önlemler almak zorundalar[5].
Bu nedenle de kartlar yeniden karılıyor ve buna Türkiye Cumhuriyeti de dahil ve muhtemelen ön cephede yer alan bir oyuncu. Ama bizler, “Erdoğan şunu yaptı, bunu yaptı”dan öteye gidemiyoruz. Dünyayı derinliğine ve stratejik anlamda değerlendirmekten aciz ve Erdoğan'gillerle fena halde meşguluz. Gerçi kendisi de bilinçli olarak –ama bence bazı noktaları farkında olmadan—buna fazlasıyla katkıda bulunuyor; “bir başbakan da gündem yaratamayacaksa”[6] sözlerini hatırlayanlarınız vardır.
Her gün yeni bir söz söylemek gerek
Oysa yeni bir yıla girerken, benim hatırladığım sözler şunlar;
Her Gün Yeni Bir Söz Söylemek Gerek
Akarsu Gibi Donmadan Akmak Gerek
Dün Geçti, Dün gibi Dünün Sözü de Geçti
Bugün Yepyeni Bir Söz Söylemek Gerek
Mevlana’nın bu müthiş dörtlüğü hatırlayalım ve 2015’e yeni bir Türkiye olarak girelim. Erdoğan’ın bahsettiği “Yeni Türkiye” olarak değil ama gerçekten “Yepyeni bir Türkiye” olarak.
Bu “Yepyeni Türkiye”nin mottosu "yaşamlarımızı ve geleceğimizi korumak için daha aktif olmak", "yaşamlarımıza ve geleceğimize aktif bir şekilde sahip çıkmak" olmalıdır. Bunun da ilk bileşeni, “stratejik düşünce” ve “vizyon” olmalı.
Şirketlerimizde, vizyon-misyon-iş planı-analiz yapan bizler, neden bunu ülkemizin içinde bulunduğu durum için yapamıyoruz? Neden birşeyleri ya da birilerini bekliyoruz?
Ergenekon, Tayyip Erdoğan ve Gülen savaşı gibi olaylar, hepimizin önümüzde vukubulan tiyatrovari durumlar ama biz seyircilikten çıkmaz isek, yakında daha vahim başka tiyatroları da seyretmek zorunda kalacağız.
Erdoğan'ı, Fuat Avni'yi Seyretmeyi Bırak, VİZYONUNU ORTAYA KOY
Bu nedenle artık seyirciliği bırakıp, stratejik düşünmek zorundayız; mesela geçenlerde bir dostum “biz ABD Tayyip Erdoğan’ı tutuyor mu? diyoruz ama acaba orada da "NeoCon’cular Gülen’i, Obama Erdoğan’ı tutuyor" türü bir mücadelenin arenası ülkemiz olabilir mi?” diye sordu. Hesaba alınması gereken bir opsiyon. Fuat Avni'ye bir de buradan bakın. Kendi iddia ettiği gibi Erdoğan'ın etrafında olmadığını ama günümüzün müthiş dinleme teknolojileri ile olayları önceden bildiğini düşünebilir miyiz?
Geçmişte yaptıkları iyi ya da kötü hareketleri ile şu ya da bu şekilde değerlendiriyor olsak da, ülkenin önemli unsurları olan asker, polis ve hukuk düzeni ile bu derece yokedici düzeyde bir mücadele olması size de tuhaf gelmiyor mu?
Erdoğan'ın iddiacı kişiliği ile FuatAvni acaba "butonlara basma" fonksiyonu mu gidiyor. O söyledikçe, Erdoğan daha fazla kişiye mi yöneliyor?
Bütün bunları “Türkiye nereye gidiyor” başlığı altında ve ip cambazına bakarken, cüzdanını kaptıranlar gibi “adama bak yaaa” aptallığına düşmeden değerlendirmek ve “NEDEN OLUYOR?”, “NEREYE VARIR?” diye sorarak ve “HAKLARIMIZI KORUMAK-KULLANMAK” yönünde hareket ederek bir şeyler yapmamız lazım. Aksi takdirde Türkiye adım adım, Afganistan ya da Irak olmaya gidiyor.
Henüz bu kavganın % 52'ye yansıyan yanı "hakaret" kabul edilen sözleri edenleri tutuklama şeklinde. Ama Erdoğan-Gülen tarafları şu anda meşgul ve birbirini altetme savaşında. Bu savaş istenildiği gibi bittiğinde, ortaya uğraşılması gereken bu % 52 kalacak. İnternet, MİT, HSYK vs kanunlarının etkilerini henüz tam görmedik. Zaten altyapısı da arka planda tamamlanıyor[7].
Bu yolda muhalefet partilerinden umut yok.. Her nedense.. Onlar da sanki bu cinnetin doğal figüranları gibi. Ülkemizi çıktığı raydan geri döndürecek bir "kahraman" da gelmeyecek. Umut, herkesin bir araya gelmesi, aklını ortaya koyması ve önlemleri tartışmaya başlaması. Yoksa ülkemiz Afganistan olmaya doğru gidiyor..
90-100 sene önce Afganistan olmaktan kurtulduk ama bugün o yöne doğru gidiyoruz yeniden. İnanmıyorsanız, geldiğimiz noktaya bakın. Bunun en önemli nedeni 100 seneyi boşa geçirmiş olmamız. Aksi takdirde, bugün bunları yaşıyor olmazdık. Atatürk'ün ortaya koyduğu demokrasi kavramının içini dolduramadık. Tam tersine, demokrasiyi birilerine karşı kalkan olarak kullandık, şimdi başka birileri aynı --içi boş-- kalkanı bize kullanıyor. Düştüğümüz durum çok ironik.
O kadar boş yakalandık ki, "öğrenilmiş çaresizlik" içinde kıvranıyoruz. Bugünü yazacak tarihçiler, Erdoğan'ın gündemleri ve FuatAvni'nin kahinliği arasında gülmekten (ya da sinirlenmekten) oturakalan, bir şey yapmayı düşünemeyen ama kendi şirketlerinde ileri yönetim taktikleri üzerinde başarılı vizyonlar çizebilen çok akıllı insanların çelişkisini anlatacak.
Ama bundan sıyrılmak lazım. Etrafınıza bakın, 100 sene önce birlikte olduğumuz Suriye, Arabistan, Irak, Mısır ne durumdalar? Atatürk'ün önderliğinde bizim seçtiğimiz yol mu daha ilerideydi, onların İngiliz-Fransız mandası altında yönetilmeleri mi? Bunu düşünün ve artık sorumluluklarınızı yüklenin.
Önünüze konulan "gündemi" ya da "muhalefetin ne kadar beceriksiz olduğunu" DEĞİL, "Sizin Neler Yapabileceğinizi", "Etraftaki Olayların Neden Vukubulduğunu", "Nasıl Çözümler Oluşturulabileceğini" düşünmeye başlayın. HEMEN, ŞİMDİ... daha fazla geç olmadan...
[1] En Mutlu 65 Ülke Arasında Türkiye Sondan 10. Oldu
[2] Wikipedia : Gladio
[3] Wall Street'te Neler Oluyor? Aysberg'in Görünmeyen Kısmı - 1
[4] Dipnot 3’deki yazıya bakarsanız, Wall Street İşgalcileri, küresel sermayeye “siz %1’siniz, biz %99’uz diyor”.
[5] George Friedman - I ve George Friedman - II bu videoların çözülmüş halini Stratejist Friedman ; Türkiye ve Amerikan Dış Politikasının Denge Sorunu Başlıklı Bir Konferans Verdi – 1 okuyabilirsiniz.
[6] Başbakan Erdoğan: Gündemi belirliyorum, memnunum
[7] 2015'e Girerken, 5 Adımda - Türkiye'de Hükümetin Vatandaşlarını Takip İsteği Yükseliyor