Gezi Parkı eylemleri sırasında İstanbul’da olan Almanya Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Selmin Çalışkan ile konuştum. “Eylemcilere üç hafta bozunca aşırı şekilde polis şiddeti uygulandı” diyen Çalışkan’a göre, Türkiye’de hükümet “kaldırdığı ordunun yerine kendisini koydu.”
İşte Selmin Çalışkan ile FH-Köln Radyosu için yaptığım röportaj:
FH-Köln Radyosu: İnsan haklarına olan ilginiz nereden geliyor?
Selmin Çalışkan: Aslında gençlik yıllarımdan bu yana insan hakları benim için önemli bir konuydu. Almanya’da göçmen bir ailenin çocuğu olarak yaşadığım için de ırkçılıkla ilgilenmeye başladım. Biraz büyüyünce ve Türk ailelerinde kadına yapılan kötü muameleye tanık olunca buna cinsiyetçilik de eklendi. Buradan yola çıkarak şnce Medica Mondiale’ de çalışmaya başladım. Medica Mondiale benim için dünyaya açılan kapı oldu. Sonra da hükümete bağlı kalkınma yardımları yapan GEZ çerçevesinde Afganistan’da çalışmaya başladım. Aslında insanların hak araması ve bulması her zaman hayatımın odak noktasında oldu.
FH: Aileniz nasıl karşıladı bu angajmanınızı?
SÇ: Ailem benim bu konularla çalışmamı önce çok hoş karşılamadı. Bir yandan ben farklıydım onlara göre ama bir yandan da benim gibi insanları görünce beni de tastiklediler kendilerince.
FH: Alman Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri olduğunuzu duyunca nasıl tepki verdiler?
SÇ: Çok sevindiler ve çok gurur duydular. Ben aslında bu kadar sevinmelerini beklemiyordum şaşırdım. Tabii bu beni çok da sevindirdi. Bir anlamda benim seçtiğim yolun ne kadar doğru bir yol olduğunu onaylamış oldular.
FH: Almanya’daki tepkiler ne oldu?
SÇ: Aslında Almanlar normal karşılanıyor ama beni asıl Alman medyasının sorduğu sorular şaşırttı. İkinci kuşak olarak böyle bir poziyona sahip olduğum için neler hissettiğimi sordular. Birkaç röportajdan sonra tekrar tekrar etnik kökenime dikkat çekilmesini biraz da pozitif ayrımcılık olarak algılamaya başladım diyebilirim.
FH: İşinizde en çok nelere dikkat edecek, nelere öncelik vereceksiniz?
SÇ: Benim için ırkçılığın nasıl algılandığı çok önemli. Çünkü ırkçılığın toplumun merkezine ulaştığını düşünüyorum. Ancak sadece Neonazilere ve aşırı sağcılara yükleniyor. Yani aşırı sağcılara yapışıp kaldı ırkçılık terimi ve çıkmıyor. Ancak toplumun geneline bakarsak hemen ön yargılarla karşılaşıyorsunuz. Böyle olunca biz bir şekilde ön yargıları görmüyoruz ya da es geçiyoruz. Federal hükümet de yabancı düşmanlığından söz ediyor. Kim onlar? Yabancı kim? Eğer bizlersek, üç, hatta dört kuşaktan beridir buradayız. Yabancı düşmanlığından bahsediyorsanız, düşmanlık bize yönelik, ama biz yabancı değiliz buralıyız. Bence önce ‘’yabancı düşmanlığı’’ kavramından vazgeçmekle işe başlamak gerekiyor.
FH: Biliyorsunuz Münih’te NSU davasına devam ediliyor. Göçmenlere yönelik ayrımcılığın, ırkçı bir cinayet dizisinde bile rol oynadığı şüphesi var. Hakikaten ırkçılık ve ayrımcılık bu kadar yoğun mu?
SÇ: Az önce de söyledim, Almanya’da ırkçılık sadece aşırı sağ gruplara ya da partilere has bir durum gibi gözüküyor. Hâlbuki toplumun ta kendisine yerleşmiş durumda. Kurumlara bakacak olursak, polis toplumu temsil eden büyük bir kurum. Onun içine de iyice sızmış durumda. Köln’deki Keup Strasse’yi düşünürsek, orada gerçekleşen bombalı saldırıda polis tek yönlü bir soruşturma açmıştı. Suçu ailelerinde ve çevrelerinde aradı. Aslında ırkçı bir saldırı olabileceğini tamamen gözardı etmişti. Neden derseniz, göçmenlere önyargılı bir bakış açısı polise kurum olarak oturmuş durumda. Gündemde ve rutinlerde polisin kendisinde, poliste olan prosedürlere girmiş durumda.
FH: Buna karşılık sizin Uluslararası Af Örgütü olarak girişimleriniz var mı? Böyle kurumların içerisine yerleşmiş olan ayrımcılıkla siz nasıl mücadele etmeye çalışıyorsunuz?
SÇ: 2010 yılında polis şiddetiyle ilgili kampanya başlatmıştık. Orada ‘ethnic profiling’ adında bir terim var. Anlamı, bir insanın dış görünüşünden dolayı diğer insanlara göre daha sık kimlik kontrolüne uğramasıdır. Bu bize göre ırkçı bir tavır. Uluslararası Af Örgütü aktif bir biçimde yetkililerle konuşuyor ve bunun insan hakları ihlali olduğunu vurgulayarak ortadan kaldırılmasını talep ediyor. İkinci bir talebimiz daha var polise yönelik. Polis okullarında, insan hakları ya da kültürler arası eğitim ile ilgili hiç bir ders yok ve biz bununla ilgili dersler olmasını talep ediyoruz.
FH: Gezi eylemleri nedeniyle İstanbul’a gittiniz ve bir süre kaldınız. Ne diyorsunuz bütün bu gelişmelere?
SÇ: İstanbul çok karışıktı. Eylemcilere üç hafta bozunca aşırı şekilde polis şiddeti uygulandı. İnsanlar tamamen şaşkınlık içindeydi. Bu tarz bir polis saldırısına uğramayı kimse beklemiyordu. Hükümetin zor kullanmasına karşı büyük bir öfke var, çünkü protestolar barışçıldı ve insanlar sadece ifade özgürlüklerini kullandılar.
FH: İnsan hakları, Türkiye’nin gündeminden hiç düşmeyen bir konu. Bu Gezi Parkı olayları ile birlikte ayyuka çıktı. Böylesı akut bir durum halinde, örgütünüz neler yapıyor, yapabiliyor? Elinizde ne gibi somut önlemler veya yaptırım araçları var?
SÇ: Bir yandan insan hakları ihlali ile ilgili araştırmalar yapıyoruz, insanlar ile konuşup, kanıtlar toplayıp, dökümantasyon hazırlıyoruz. Bu çalışmaların sonunda bir rapor hazırlanacak ve bu raporla siyasi baskımızı sürdereceğiz. Sadece Türkiye’de değil, Almanya, Avrupa ve Amerika çapında da yapıyoruz bunu. Diğer yandan dünya çapında etkinlikler başlatacağız. Uluslararası Af Örgütü çok büyük bir örgüt. 80 ülkede ofisi mevcut. Tüm ofislerimiz, Türkiye’de yaşanan olaylar ile ilgili çeşitli etkinlikler ile dayanışmaya destek verecek. Türkiye’ye Almanya Bölümü Genel Sekreteri olarak gittim ve oradaki Alman makamlarıyla görüştüm. Türkiye bölümümüz, İstanbul Valisi ve Beyoğlu Belediye Başkanı ile görüştü. Bu şekilde de politik baskı uygulamaya çalışıyoruz. İstanbul Valisi önceki hafta bir daha gaz kullanmayacaklarını ve tazyikli su ile müdahale etmeyeceklerini söylemişti. Bu sözü maalesef çiğnediler.
FH: Vali Avni Mutlu’nun verdiği sözlerin neredeyse hiçbirinin tutmayacağı ile ilgili sosyal medyada şakalar yapılıyor. Türkiye’de ki sivil toplum örgütleri ve insan hakları örgütlerinin durumunu nasıl görüyorsunuz, Almanya’dan oraya giden birisi olarak?
SÇ: Çok büyük bir korku var. Gezi Parkı’nın boşaltılmasıyla birlikte insan avı başladı. Geceleri farklı adreslere operasyonlar düzenleniyor. İnsanlar içeriye alınıyor. İletişimsiz gözaltılar var. Onlara dair çok tutarlı kanıtlarımız var. Çok endişeleniyoruz. O insanlara ne olduğunu çok merak ediyoruz. Bunları takip etmeye devam edeceğiz. Sorumlulara hesap soruyoruz, görüşmeler yürütüyoruz, etkinlikler yapıyoruz. İnternet sayfamızda dilekçeler var. Herkes katılabilir. Bu dilekçeler Türk hükümetine iletiliyor. Herkesi dayanışmaya çağırıyoruz.
FH: Türkiye’de insan hakları konusunda son yıllarda belli bazı iyileşmeler, doğruya yönde adımlar atılıyor deniyordu. Gezi Parkı olaylarından sonra gözaltılar var, avukatlara yeterli bilgi verilmiyor, çeşitli noktalarda soru işaretleri var. Türkiye’ye şimdi insan hakları konusunda bir karne çıkarsanız, sonuç nasıl olur?
SÇ: Kısacası hükümet orduyu kaldırdı ama kendisini ordunun yerine koydu. Aslında hükümet, ordu gibi davranıyor. Çok militarist bir yaklaşım ile yaklaşıyor olaylara. İnsanlar bir yandan çekiliyorlar ve diğer yandan direnmeye devam ediyorlar. O yüzden krizin daha büyüyeceğinden korkuyorum.
FH: Son olarak, Türkiye ve Almanya arasında insan hakları standartları açısından bir karşılaştırma yapmak durumunda kalsanız, sizin için en dikkat çekici noktalar ne olurdu?
SÇ: Bu korkunç şiddet, hatta şiddet krizi, insan avı Almanya’da bu denli olmazdı. Ne yazık ki Türkiye’de oluyor. Bence Almanya’nın karnesi daha iyi.
Sermin Çalışkan kimdir?
1 Ocak 2013 tarihinde Almanya Uluslararası Af Örgütü’nün Genel Sekreterliğini üstlenen Selmin Çalışkan Türk ve Kürt kökenli bir ailenin çocuğu. 1967 doğumlu olan insan hakları savunucusu Çalışkan, 2010 yılına kadar yedi yıl boyunca kadın yardım örgütü olan Medical Mondial için Afganistan’da çalıştı. Çalışkan Uluslararası Af Örgütü’nden önce de Brüksel’de European Women’s Lobby adına çalışıyordu. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’nin Düren kentinde dünyaya gelen Selmin Çalışkan’ın bir kız çocuğu var. Genç kızken sosyal alanda çalışmaya başlayan Çalışkan, daha 20 yaşındayken Bonn’da kız çocuklar için kültürler arası bir buluşma merkezi kurulmasına ön ayak olmuştu.