06 Mayıs 2024

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Frank-Walter Steinmeier (solda), kebap şişi ve Berlinli restoran işletmecisi Arif Keleş'i Türkiye'ye getirdi

Almanya Cumhurbaşkanı Frank Walter Steinmeier'in Türkiye ziyaretine dair yazmakta geç kaldım biliyorum. Ancak, Almanya'da çalışmanın yorgunluğunu atarken, her ne kadar ilgilenmek istemesem de gözüm bir yandan bu diplomatik gezideydi. Steinmeier'in ziyaret haberini aldığımdan bu yana şunu düşünüyorum: Bayram değil, seyran değil, bir Alman siyasetçi neden şimdi Türkiye'ye gidiyor hem de üç günlüğüne? Üstelik ilk durağı da 63 yıl önce Almanya'ya göç eden "misafir işçiler"i taşıyan trenlerin kalktığı Sirkeci Garı. Bu ziyareti 3 yıl önce yani 60. yıldönümünde yapsaydı daha anlamlı olmaz mıydı sizce? Resmi gerekçe Türk Alman ilişkilerinin 100. yıldönümüydü, fakat ziyaret tarihi de maalesef inandırıcılığı sakatlıyor.

Benim aklıma gelen ilk neden ise yaklaşan AB seçimleri. Steinmeier'in ait olduğu Sosyal Demokrat Parti SPD, iktidara ortak olduğundan bu yana öyle çok kan kaybetti ki, bir oya bile ihtiyacı var. Getirdiği kilolarca döner de bu amaca hizmet ediyor. "Almanya'da bizim yediğimiz döner, geldiği yerdeki döneri geçti. Hem göçmenler bize entegre oldu, hem biz onlara" demenin bir yolu olsa gerek. Steinmeier'in Sirkeci'de Türkiyeli göçmenleri öven sözleri de beraberinde getirdiği Türkiye kökenli sosyete de bunu gösteriyor. Ama benim aklımdan iki binli yıllarda Almanlardan sıkça duyduğum "Aaa! Biz yabancı düşmanı değiliz, döner yiyoruz" sözleri hiç çıkmıyor ve içimden Steinmeier'e "Siz çok eskilerde kalmışsınız, entegrasyon döner yemenin çok ötesine geçti" demek geliyor. Alman politikacılar yazık ki hâlâ döner siyasetine sıkışıp kalmış, Türk Alman kültür tarihini döner ile sınırlamış görünüyor. Oysa kabinede bir Türkiye kökenli siyasetçi var Cem Özdemir, üstelik Tarım Bakanı hem de vejeteryan.

Silah sektöründe işbirliğinin bedeli mülteciler mi olacak?

Steinmeier'in Sirkeci Garı'nda protestoya maruz kalmasını Alman basını sıkça başlığına taşıdı. Ne tesadüftür ki, Steimeier'in ziyareti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Hamas'ı Kuvay-i Milliye ile eşdeğer gördüğünü söylemesinden bir gün sonraya denk geldi. Erdoğan'ın Hamas'ın terör örgütü olmadığını ilan ettiği günlerde de Alman Ekonomi ve İklim Koruma Bakanı Robert Habeck Türkiye'deydi. O günlerde Almanya bugünden çok daha fazla İsrail yanlısıydı ve Alman basını Habeck'in Türkiye gezisini adeta görmezden geldi. Zaten Habeck de Erdoğan'ın sözlerini eleştirmekten kaçındığı için bu ziyareti ve sonuçlarını kamuoyundan uzak tuttu. Cumhurbaşkanı Steinmeier ile Federal Maliye Bakanı Christian Lindner'in ve bazı iş adamlarının da Türkiye'ye gelmesi iki ülke arasındaki ilişkilerin ağırlık noktasını gösteriyor. Alman Cumhurbaşkanı Steinmeier, Erdoğan ile görüşmesinde Hamas konusundaki fikirlerini ön plana çıkarmaya çalışsa da Erdoğan lafı dolandırmadan silah ihracatına dair kısıtlamaların kaldırılmasını, bu sektörde daha sıkı iş birliği yapılmasını istedi. Alman Bilim ve Politika Vakfı SWP'nin şubat ayında Türkiye'nin küresel bir silah ihracatçısı yolunda ilerlediğini ifade ettiği bir analiz yayınlamış olması da tesadüf değil. Görünen o ki, başta Almanya olmak üzere küresel Batı, demokrasi havarisi görünmekten vazgeçmeden silah ihracatını arttırmak için bir aracı ülke arayışı içerisinde. Peki Türkiye için bunun bedeli ne olacak? Elbette mülteciler. 

Alman siyasetçiler muhalefet ile hep görüşür

AB'nin Türkiye'ye dair raporu açık. Her ne kadar Türkiye AB ilişkileri canlandırılmak isteniyor dense de insan hakları, hukuk devleti gibi aşılması çok zor engeller var arada. Erdoğan liderliğindeki Türkiye'nin AB üyeliği gündeminde yer bile almıyor. AB'nin ise başı, önce aşırı sağın artışı ve mülteciler olmak üzere pek çok konu ile dertte. Yeni iltica kurallarını belirleyen AB'nin mültecilere sınırlarını kapatmak için Türkiye'ye ihtiyacı var. Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak.

Alman medyası Cumhurbaşkanı Steinmeier'in Erdoğan ile muhalefet temsilcilerinden sonra görüşmüş olmasına da büyük önem atfetti. Sözüm ona Steinmeier, Erdoğan ile arasına mesafe koymuş. Bu hiç inandırıcı değil. Bir kere Türkiye'ye gelen bütün Alman siyasetçiler muhalefet temsilcileri ile bir araya geliyor, nabız yokluyorlar, kendi sivil toplum örgütleri aracılığı ile siyasi atmosferi kokluyorlar. Ancak ciddiye aldıkları tek siyasetçi var: Recep Tayyip Erdoğan. Tabii Erdoğan'ın Steinmeier geldiğinde Irak'ta temaslarda bulunduğunu da unutmamak gerek. Ayrıca Türk Alman ilişkilerini bugünkü en kısır dönemini yaşıyor olmasının müsebbiplerinden birinin Frank Walter Steinmeier olduğunu da hatırlatmakta yarar var. Türkiye'nin AB üyesi olmasına şiddetle karşı olan Başbakan Angela Merkel'in Dışişleri Bakanı, Cumhurbaşkanı olana kadar Steinmeier idi. Ben Merkel'in saraydaki altın varaklı koltuklara kurulup Erdoğan için seçim propagandası yaptığı günleri unutmadım. Alman medyasının sık sık "öteki Türkiye" diye tanımladığı muhalifler de öyle. Bu sebeple CHP'ye dış politikada da çok iş düşüyor. Almanya ile sıkı ilişkiler kurmanın vakti geldi de geçiyor bile. Bu ilişkilere Almanya'da yaşayan Türkiyeli göçmenler ile iletişim kurmak da dahil. Özellikle rica ediyorum, her ne kadar güzelleştirse de (döner macht schöner) lütfen döner diplomasisinden kaçının.

Yazarın Diğer Yazıları

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

Sıcaktı, çook sıcak

Dünya hiç bu kadar sıcak, bu kadar kurak olmamıştı. Birdenbire gelen yağmur ve kasırgalar geldiği yeri çöle çeviriyor. Uluslararası toplum, sözde çevreci politikalar ile iklim krizini çözüyormuş gibi yapıyor. Daha çok gelişmiş sanayii ülkelerinin yarattığı bu krizden de yine yoksul ülkeler mağdur

"
"