15 Haziran 2012

NATO işgalci mi kalacak?

Soğuk savaş biteli çok oldu ama NATO hala uluslararası alandaki yeni yerini bulamadı. NATO’nun uluslararası...

 

Soğuk savaş biteli çok oldu ama NATO hala uluslararası alandaki yeni yerini bulamadı. NATO’nun uluslararası işgal gücünden ibaret olması istenmiyorsa, savaş karşıtı siyasi alternatifler üretmenin ya da lavetmenin tam vaktidir.

Geçen hafta çarşamba günü Afganistan’da düzenlenen NATO saldırısında aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 18 sivil hayatını kaybetmişti. Saldırının ardından Çin ziyaretini yarıda keserek ülkesine dönen Afganistan Cumhurbaşkanı Hamit Karzai, bu kez sivillerin hayatına mal olan saldırıların engellenmesi için ABD ve NATO karşısında daha kararlı bir duruş sergiledi. ABD Savunma Bakanı Leon Panetta da Afgan ve NATO yetkilileri ile temaslarda bulunmak için Kabil’e sürpriz bir ziyaret gerçekleştirdi. Son aylarda, sivillerin de öldüğü NATO saldırıları nedeniyle Kabil ve Washington arasında ciddiye alınması gereken bir gerginlik yaşanıyor. Panetta’nın ziyareti de durumun ciddiyetinin altını çizer nitelikteydi. Birleşmiş Milletler raporlarına göre, 2001 yılında başlayan Afganistan işgalinde her yıl ortalama 2500-3000 sivil, silahlı saldırılar sonucunda yaşamını yitiriyor. Birleşmiş Milletler sivil ölümlerinin büyük kısmı için Taliban'ı suçluyor, ancak NATO saldırılarının verdiği kayıp da azımsanamayacak boyutta. Hatırlanacak olursa 2009 yılının Mayıs ayında NATO uçaklarının birkaç gün içerisinde 200 civarında sivili öldürmesi üzerine hava saldırılarının sınırlandırılması kararı alınmıştı. Ancak bu karardan sonra da NATO uçakları ve İnsansız Hava Araçları’nın saldırıları sonucunda çok sayıda sivil öldü veya yaralandı.

 

NATO’ya güven azalıyor

 

Bu sadece Afganistan için geçerli değil. Yine geçen hafta İnsansız Hava Araçları 15 Pakistanlı’nın hayatına mal oldu. Geçen yıl Kasım ayında ABD’nin heron saldırısı sonucu 24 vatandaşı hayatını kaybettiği için Pakistan Afganistan’da bulunan NATO güçlerine giden ikmal yollarını kapatmıştı. Mayıs ayı ortalarında da İnsan Hakları İzleme Örgütü, geçen yıl Libya’nın eski lideri Muammer Kaddafi’yi devirmek için verilen mücadele sırasında NATO’nun düzenlediği hava saldırılarında 72 sivilin öldüğünü bildirdi. Örgüt raporuna göre, Trablus, Zlitan, Sirte gibi yerlerde NATO’nun yaptığı 8 hava saldırısında ölenlerin 28’i erkek, 20’si kadın ve 24’ü de çocuk. NATO askerleri 1 Haziran’da da Kosova’da Sırplar’a ateş açtı. Ölü yok ama yaralı var. Uluslar arası müdahalelere maruz kalan ülkelerde ABD ve NATO askerlerine karşı duyulan güvensizlik her geçen gün artıyor. 20-21 Mayıs’ta Chicago’da düzenlenen ve üyeleri ile birlikte 60 ülkeden devlet ve hükümet başkanının katıldığı NATO zirvesinde bu konuda yapılan pazarlıklar sonuç vermedi. Pakistan ikmal yollarını açmadığı gibi Afganistan da siviller ölmeye devam ederse NATO ve ABD ile imzalanan güvenlik anlaşmalarını bozmakla tehdit ediyor. Hatta Afganistan Devlet Başkanı Karzai, Çin ile bir stratejik anlaşma hazırlığı içerisinde.

 

NATO’nun geleceği tartışması seçim planlarına kurban gitti

 

Aslında Chicago’daki zirvede uluslar arası müdahalelerin başarısızlığına istinaden, Kuzey Atlantik Paktı’nın geleceği masaya yatırılacaktı ama konu başta Amerika olmak üzere bazı Avrupa ülkelerindeki genel seçimler nedeniyle kaynayıp gitti. Sanki hiç belli değilmiş gibi NATO’nun Afganistan’dan çekilme takvimi, nükleer silahların yenilenmesi gibi standart konular ön plana çıkartılarak adeta önceden hazırlanmış bir sonuç bildirgesiyle idare edildi. Zirveden sonra da NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, Afganistan’ı yalnız bırakmayacağız mesajı vermeye çalışıyor ama özellikle Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’ın “canını kurtaran kaçsın” tavrıyla ok yaydan çıktı. Aslında herkes Afganistan’ı bir an önce terk etmek istiyor. Chicago’da yinelendiği gibi planlanan, 2014 yılı sonuna kadar bütün uluslar arası birliklerin çekilmesi ve önümüzdeki yılın ortasından itibaren Afgan ordusu ve polisinin güvenliği üstlenmesi. Ancak hala yanıtlanması gereken pekçok soru var ortada: Mesela, 2004’e kadar Afganistan Afganlara bırakılacak kadar güvenli olacak mı? Kalacaksa 2014 den sonra kaç adet asker eğitim için Afganistan’da kalacak? Onları kim belirleyip finanse edecek? Her yıl 4,1 Milyar Dolara ihtiyacı olan Afgan güvenlik teşkilatının masraflarını kim karşılayacak? Yarısını Washington, 190 Milyonunu Berlin öderim dedi, gerisinin hesabı henüz yapılmadı. Bütçesinin sekizde birine karşılık gelen 500 Milyonluk kısmını Afganistan’ın karşılaması gerekiyor ama nasıl? Ülke ekonomisinin hali meydanda. Bugün uluslar arası toplumun Afganistan’da yürüttüğü »Enduring Freedom« yani kalıcı barış operasyonun önümüzdeki on yıl içinde »Nato Afghanistan Enduring Partnership«, Kalıcı NATO Afganistan Ortaklığı’na dönüştürülmesi planlanıyor. Bu planın nasıl gerçekleştirileceği konusunda henüz kimsenin somut bir fikri yok gibi görünüyor.

 

Çok soru var yanıt yok

 

Afganistan NATO’nun yüzdüğü denizdeki buz dağının görünen yüzü. Şu anda Kuzey Atlantik Paktı çerçevesinde yürütülen 120 önemli proje var. Bunlar için 400 üst ve alt komisyon kurulmuş durumda. Alman Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’nin ısrarla üzerinde durduğu çoğu ağır başlıklı olan 200 nükleer silahın Avrupa’dan çekilmesi, nükleer katılım ile nükleer silahlara sahip olmayan ülkelerin bu silahların savunmadaki rolü ve kullanımı üzerinde söz hakkına sahip olmaları gibi iki önemli sorun da çözülmeyi bekliyor. Chicago’daki zirvede, İran ile yapılan pazarlıklar olumlu sonuçlanırsa Avrupa’ya yerleştirilen son derece pahalı füze savunma sistemi ile  ne yapılacağı sorusuna da yanıt verilemedi. NATO’nun genişlemesi ise tartışma konusu bile edilmedi. Son aylarda NATO ile ilgili verilen en açık mesaj Kuzey Atlantik Paktı’nın mali bir sıkıntı içerisinde olduğu ve ABD’nin artık eskisi gibi NATO‘nun hem maddi hem de askeri yükünü taşımak istemediği. Uluslar arası müdahalelerin işe yaramadğı artık gün gibi ortada ve dünyanın savunma  ekseni Ortadoğu’dan, aslında Avrupa’dan Asya Pasifik bölgesine kayıyor. NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in dillendirdiği smart defence-akıllı savunma; „üye ülkelerin yeteneklerini birleştirmesi, yükü paylaşması ile önceliklerini belirleyerek, farklı alanlarda uzmanlaşması ve işbirliğine gitmesi“ formulünün içi henüz doldurulmadı. 

 

Para neredeyse güvenlik ekseni oraya kayıyor

 

Amerika bu formüle bel bağlamadığını, Avustralya, Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerle işbirliğine giderek gösterdi. Bunda Çin’in sadece Asya değil Afrika ve Güney Amerika’da etkin olması, Rusya’nın Avrasya inisiyatifinden söz etmesinin payı büyük. Ayrıca Güney Çin denizinden her yıl 5,3 Trilyon Dolarlık mal trasfer edildiğini de hesaba katmak gerekir. Pasifik’te yeni bir silahlanma yarışı başlamış görünüyor. Soğuk savaş döneminde stratejik bir öneme sahip olan Avrupa giderek arka plana düşüyor. Dolayısıyla Amerika, her ne kadar bu Doğu Avrupa’yı tedirgin etse de demir perdenin yıkılmasıyla NATO’nun Avrupa misyonunu tamamladığına hatta Rusya’nın da Pakta dahi olması gerektiğine inanıyor. Ayrıca Amerikan Başkanı Obama ülkesinin savunma harcamalarını önümüzdeki on yıl içerisinde 500 Milyar Dolar azaltmak istediğini açıkladı. Obama, yatırımlarını “akıllı savunma”, özel birimler, insansız hava araçları ve ciber güvenlik alanına kaydıracak. Avrupa ülkelerinin bir kısmı da, mali krizle mücadele edebilmek için tasarruf önlemi olarak asker sayısını düşürdü bile. Hollandalıların artık tankları yok, İngiltere muharebe uçaklarından bir gece içinde vaz geçti, Almanya İnsansız Hava Araçları’nın alımını durdurdu. Yakın zamanda bu eğilimin değişmeyeceği açık.

 

Avrupa kararsız

 

Peki hakikaten göründüğü gibi NATO’nun önemi azaldı, Avrupa kıtasının sınırları mutlak güvenliğe kavuştu mu?  İran ile nükleer silah krizi, Suriye’de yaşananlar, Gürcistan ve Magrip ülkelerindeki son gelişmeler gösteriyor ki, bu sorunun yanıtı henüz „evet“ değil. Bu yüzden artık stratejik önemi kalmayan Avrupa’daki nükleer silahlardan bir türlü vaz geçilemiyor. Uzmanlara göre söz konusu silahların yenilenmesinin askeri olarak belki ama siyasi olarak hiçbir önemi yok. Çünkü artık bir düşmanla mücadele etmenin atom bombası atmaktan çok daha farklı, etkili ve efektif yolları var. Bence tüm bu gelişmelerin yanısıra bugüne kadar güvenlik konusunda sırtını ABD’ye dayayan Avrupa, Amerika „artık kendi güvenliğinizi kendiniz sağlayın“ mesajı verdiğinden bu yana şaşkın. Suriye’ye hala uluslararası müdahalede bulunulmamasının en önemli nedenlerinden biri Avrupa’nın isteksizliği değil, kendine güvensizliği. Çünkü Libya müdahalesi gösterdi ki, Avrupa bu tür işgallerin altından tek başına kalkamıyor, çünkü daha tek sesle konuşmayı bile beceremiyor.

 

NATO mu, savaş karşıtlığı mı?

 

Uluslararası müdahalelerin maddi yükünün altını bir kez daha ve kalın çizgilerle çizmekte yarar var. Bugüne kadar NATO’nun harcamalarının %75’ini ABD karşılıyor, geri kalan %25’ini diğer üye ülkeler paylaşıyordu. NATO’nun ülkelerin Gayri Safi Milli Hasıla’sının en az %2‘sini askeri harcamalara ayırma koşulunu sadece İngiltere, Fransa, Arnavutluk ve ilginçtir ekonomik krizle boğuşan Yunanistan’ın yerine getirdiği biliniyor. Yukarıda da söz ettiğimiz gibi ABD çoktandır NATO’yu maddi olarak tek başına taşımak istemiyor. Soğuk savaşın üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen, NATO‘nun hala uluslararası savunma alanında yerini bulamamasında en önemli neden ABD’nin Kuzey Atlantik Paktı’nın dümeninden çekilmekte gecikmesi. Artık uluslararası terörle mücadelenin Amerika açısından bir önemi kalmadı, gerçekten var mıydı bunu da bilemiyoruz.  Bu nedenle NATO bir savunma paktı mı yoksa uluslararası işgal gücü mü olacak, yetki alanı nerede bitecek, Libya’da mı Afganistan ya da Suriye’de mi? NATO Genel Sekreteri Rasmussen birkaç hafta içinde Kuzey Atlantik Paktı’nın yeni rolünün ilk taslağını bitirecek. Taslak Kasım ayında Lizbon’da düzenlenen zirvede tartışmaya açılacak. O halde, en çok silah sektörünün ekmeğine yağ süren uluslararası müdahalelerin hatta NATO‘nun gerekliliğinin tartışılmasının ve savaş karşıtı siyaseti ön plana çıkarmanın tam zamanıdır. 

Yazarın Diğer Yazıları

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

"
"