11 Haziran 2013

Merkel ellerini ovuşturdu tabii

Türkiye\'de hükümet Gezi Parkı eylemlerin ardında dış mihraklar olduğu iddiasını, yabancı medyanın rolünün de altını çizerek epey sık dile getirdi

Türkiye’de hükümet Gezi Parkı eylemlerin ardında dış mihraklar olduğu iddiasını, yabancı medyanın rolünün de altını çizerek epey sık dile getirdi. Türk medyasındaki sansürden sonra meydan elbette dış basına kaldı ki, izlediğim Almanca gazete ve dergiler Gezi Parkı eylemlerine hak ettiği önemi, hak ettiği biçimde gösterdiler.  Alman medyasındaki ilk şaşkınlık biraz uzun sürdü ama eylemlerin önemi kavrandıktan sonra, yapılan analizler, yorum ve değerlendirmeler Türkiye’yi ilk defa bu kadar iyi anlayıp anlatabildiklerini gösterdi. İlk şaşkınlık uzun sürdü dedim, çünkü Türkiye’de halkın, özellikle de gençlerin hem de doğayı korumak için sokağa dökülebileceklerine pek ihtimal vermiyorlardı. Başbakan Erdoğan’ın tek adamlığını ve toplumun sivilleşememiş olmasını onlar da kanıksamışlardı. Yine Türkiye’de kanıksadıkları bir durum, polisin aşırı güç kullanması, gözlerini açtı.  Ondan sonra Türkiye’de kuş uçsa haberini yaptılar, yapıyorlar. Bunu biraz da Türk medyasına uygulanan sansüre tepki olarak da yani dayanışma amacıyla yaptılar biliyorum. Eylem sürdükçe, renklendikçe ve yaratıcılığı arttıkça, Alman medyasının manşetleri de çeşitlenmeye başladı. Türkiye ile ilgili haber yapanların bundan özel bir keyif aldıklarını hissetmemek mümkün değil. Ama Başbakan Erdoğan ve bakanlarının düşündüğü gibi bu, “Türkiye’nin karışmış” olmasından duyulan bir zevkten çok, kendi halkları giderek bastırılırken Türk halkının sivil toplum olarak uyanışına duyulan bir özenti kanımca.

 

Gezi Türkiye'yi şeffaflaştırdı

 

İlginç bir durum daha var; Gezi Parkı eylemleri, Almanya’da yaşayan Türkiyelileri de daha görünür kıldı. Artık Almanya’da gazeteci olmayı seçen Türkiyeliler daha aranır hale gelmekle kalmadı, haber ve yorumlara daha fazla imza atma şansına da sahip oldular. Sadece Almanya değil, Türkiye’deki bilim insanları, sanatçılar ve köşe yazarları da bundan payını aldılar. Sokaktakiler de. Alman medyası Taksim’in Tahrir olmadığının farkına daha ilk günlerde varmıştı. Başbakan Erdoğan’ı da diktatör olarak nitelemediler, hatta Türkiye’ye kazandırdıklarını sıraladılar ama tek adam siyasetinin de altını kalın kalın çizdiler.  Pek çoğu için halkın sokağa dökülmesinin en önemli nedeni, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidar sarhoşluğu yüzünden otokratlığa evrilmesi, yani bir nevi Putinleşmesi. Putinleşmesi diyorum, çünkü Başbakan Merkel’in yönetim tarzı ve kişisel tavrıyla baş edemediği meslektaşlarının başında Rusya Devlet Başkanı Putin geliyor. Bundan böyle Erdoğan ağzıyla kuş tutsa Almanya’da “İslam ve demokrasiyi bağdaştıran, Doğu ve Batı arasında köprü kuran ya da ılımlı İslamı destekleyen” bir başbakan olarak anılmayacak. Hoş iktidardaki muhafazakarlar Erdoğan’a oldum olası sempati duymadılar ama en azından koalisyon ortağı liberaller ile muhalefet partilerinin tutumunu dikkate alıyorlardı.

 

Erdoğan artık Almanya başbakanı olamayacak!

 

Almanya Başbakanı Angela Merkel’ın sinirine en çok Erdoğan’ın “yüksek dağları ben yarattım” edası dokunuyordu. Erdoğan’ın her Almanya ziyareti, hele bu ziyaretlerinde Almanya’daki Türkiyeliler ile buluşması varsa ve bu buluşma gövde gösterisine dönüşüyorsa Merkel için tam bir karın ağrısıydı. Çünkü Erdoğan meslektaşının özgürlük alanına giriyor ve Almanya’daki Türkiyelilerin de başbakanıymış gibi davranıyordu. Merkel kaç defa herkesin başbakanı olduğunu açıklamak zorunda kalmıştı. Şimdi Türkiye’de halkın sokağa çıkıp Recep Tayyip Erdoğan’a tam da O’nun arzu ettiği yönde tepki gösterince eminim Angela Merkel’in yüreğine su serpilmiş, ellerini ovuşturmuştur.  Merkel, aslında Şubat ayındaki son Ankara ziyaretinde, Başbakan Erdoğan’a olduğundan daha fazla mesafeli davranarak, Almanya’nın dış politikasının sertleşeceği mesajını vermışti. Merkel Gezi Parkı eylemlerinden sonra iki kez açıklama yapıp hukuk devleti kurallarını hatırlattı. Keşke bunu Merkel’e  de hatırlatacak biri olsa! Şaşırmayın, söz konusu halkın protestosu olunca buna verilen cevabın dili aynı oluyor.

 

Devletin dili her yerde aynı

 

Daha bir hafta, on gün  önce Almanya’nın finans merkezi Frankfurt’ta düzenlenen eylemlerde polisin müdahalesi Türkiye’dekinden pek de farklı değildi. Polis göstericileri dokuz saat boyunca ablukaya alınca, mahalle sakinleri onlara su ve yiyecek dağıtmak zorunda kaldı. Medya çalışanlarının da görevini yapması engellendi. Bir sol parti milletvekili de kimliğini defalarca göstermesine, dokunulmazlığı olduğunu hatırlatmasına rağmen sıkı bir biçimde arandı ve polis kordonundan çıkamadı. Polislerin kimliğini belirleyecek hizmet numaralarının gizlenmiş olması da dikkat çekti. 200 kadar eylemcinin yaralandığı bildirildi. Şimdi göstericiler yasal yollara başvurmaya hazırlanıyor. Bundan bir yıl önce de yine Frankfurt’ta düzenlenen kapitalizm karşıtı bir protesto gösterisinde polisin haksız yere şiddet kullandığı mahkeme tarafından kayıt altına alındı ve eylemcilere 500 Euro tazminat ödendi. İşte Başbakan Angela Merkel’in hukuk devletinden anladığı da bu. 

Der Spiegel yazarı Jacob Augstein’ın dediği gibi, devlet halkın çiğnediği temel hakkını 500, Euroya satın alıyor. Bana kalırsa satın aldığını sanıyor. Gezi Parkı bu sanıyı Erdoğan’ın yüzüne vurdu. Merkel ellerini boşuna ovuşturdu.  Sıra bir gün O’na da gelecek.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

"
"