Pazar günü İspanya'da düzenlenen erken seçimin sonucunu Avrupa nefesini tutarak takip ediyordu. Bunun iki önemli nedeni var. Birincisi; İspanya'daki seçimin sonucu, AB'deki aşırı sağın ideolojisini daha ne kadar sertleştireceğinin bir göstergesi olacaktı. İkincisi de; seçimin İspanya'nın AB dönem başkanlığını üstlenmesinin hemen ardından gerçekleşmesi, dolayısıyla Birlik bütçesi ve borçlanma gibi önemli konularda girişilen reformaların akıbetinin sekteye uğrayıp uğramayacağı. İlk maddeyi önemli görenler biraz olsun rahatladı. İkinci maddeyi merak edenler ise bir süre daha beklemek zorunda kaldılar. Zira seçim sonuçları İspanya'da hükümet kurmanın pek de kolay olmayacağını gösteriyor. Seçimden beklendiği gibi muhafazakâr halkçı parti PP ilk sırada çıktı. Ancak, korkulan olmadı ve muhafazakârların koalisyon kurmaya hazır olduğu aşırı sağcı parti Vox yeterli oy oranına ulaşamadı. Eğer ulaşsaydı Franco diktatörlüğünden sonra İspanya'da ilk defa aşırı sağcı bir parti iktidara gelecekti. AB ülkeleri arasında aşırı sağcı partilerin iktidarda olduğu beş ülkeye İspanya da eklenecekti. Halk Partisi PP'nin lideri Alberto Núñez Feijóo, seçimin ardından yaptığı açıklamada hükümeti kurma görevini üstlendiğini beyan etti ama bu görevi icra etmesi hiç de kolay görünmüyor. İktidardaki Sosyalist Parti lideri Pedro Sánchez de sol partileri birleştiren SUMAR ittifakı ve küçük bölgesel partiler ile bir araya gelse bile hükümet kuracak çoğunluğu elde edemiyor. Tek şansı Katalan bölgesel hükümetinin eski lideri Carles Puigdemont'un ayrılıkçı partisi Junts'u da koalisyona katmak olacaktı. Ancak, 2017'de görevden alındığından bu yana Belçika'da sürgünde yaşayan Puigdemont, merkezi bir hükümeti, dolayısıyla hiçbir partiyi desteklemeyeceğini açıklamıştı. 2009 ve 2015 yıllarındaki yapılan seçimleri ve sonrasında iki kez hükümet kurulamadığını hatırlarsak, İspanya'nın bu kez de ikinci tura başvuracağı, yani seçimlerin tekrar edileceği sonucuna varabiliriz.
Núñez Feijóo
İçerik değil, propaganda başarılı oldu
İspanya'daki seçimin sonuçları, seçim kampanyalarının ne kadar etkili olduğunu görmek açısından da enteresan. Başbakan Sánchez propaganda stratejisini başarılı olduğu ekonomi politikası üzerine kurmuştu. Ekonomik krizden çıkan İspanya'da enflasyon diğer AB ülkelerine oranla çok düşük. Sánchez, ülke çapında sosyal yardım uygulamasını getirmenin yanı sıra, asgari ücreti 735 Euro'dan 1080'e çıkardı ve sosyal güvenceli olarak çalışan sayısını rekor düzeye taşıdı. Sánchez'in seçim kampanyası sırasında sık sık hatırlattığı başarı istatistikleri oylarını çok az da olsa arttırmasını sağladı. Ana muhalefet lideri ve rakibi muhafazakar Feijóo ise, "Sánchismo'' başlığı altında Sánchez'in kişiliğine yönelik sevmediği her türlü sıfatı propagandasına malzeme olarak kullandı. Otoriter yönetim biçimi, kibir, vatansever olmama, Katalan ve Baskları destekleme bunlardan sadece birkaçı. Kabaca söylersek, kriz yorgunu İspanyollar üzerinde içerikten ziyade popülist suçlamalar daha çok etkili oldu diyebiliriz. Tabii başbakanın oylarını arttıramamasının bir önemli nedeninin büyüyen genç işsizlik olduğunu da hatırlatalım.
Kutuplaşma yüzünden büyük koalisyon kurulamaz
İspanyol gazeteciler, ülkedeki kutuplaşmanın iki liderin TV düellosunda çok net bir biçimde bir kez daha görüldüğünü anlatıyorlar ve diktatör Franko'dan sonraki dönemi de hatırlatmadan edemiyorlar. Sağda ve solda konumlanan bu iki parti Franko'dan sonraki onlarca yıl, bazen mutlak çoğunluk, bazen de küçük bölgesel partilerin desteğiyle dönüşümlü olarak iktidara geldiler. Partiler arasındaki ideolojik ayrımı net bir şekilde ortaya koymak İspanya için hep bir zorunluluktu. Ekonomik krizden sonra sağda ve solda ciddi rakip olacak partiler ve iki kitle partisinden kopmalar başlayınca saflar da keskinleşti. Sosyalist PSOE'nin iktidarı paylaştığı Unidas Podemos, partiyi daha sola, aşırı sağcı Vox'un da muhafazakâr PP'yi daha sağa kaydırdığını söylemek de mümkün. Aslında söylemleri bu iki kitle partisinin farkını sert bir biçimde ortaya koysa da ekonomi ve sosyal politikaları arasında büyük bir fark olmadığı görülüyor. Muhafazakârlar zenginden daha fazla vergi almayı reddederken solcular daha sosyal olmayı yeğliyor ama iki parti de AB fonları ile ülkeyi yeniden sanayiileştirmeyi, bütçe açığını azaltmayı, uygun fiyatlı konutlar inşaa etmeyi hedefliyor. İspanya'yı yakından tanıyanlar bu iki partinin koalisyon kurmasının hâlâ mümkün olmadığını, kutuplaşmış toplumun buna izin vermeyeceğini söylüyorlar. Hâl böyle olunca sahneye ortanın daha sağında ve solundaki partiler çıkıyor.
Pedro Sánchez
İspanyollar aşırı uçlara "dur" dedi
Anketler ne söylerse söylesin Başbakan Sánchez, son güne kadar Çalışma Bakanı Yolanda Díaz'ın kendini kurtaracağını ve iktidarına devam edeceğini umut ediyordu. Díaz, sosyalistlerin küçük ortağı Unidas Podemos'u yeniden yapılandırarak, biraz da popülerleştirerek Sumar adı altında seçime sokmuş, Galiçya gibi bazı bölgelerde güven tazelemişti. Sumar, İspanyol komünistler, antikapitalistler, solcu alternatif halk hareketleri, çevreciler gibi 20 küçük partiden oluşuyor. İş hukukçusu olan ama kendisinden daha çok giyim tarzı, topuklu ayakkabıları ve pazarlıkçı karakteri ile söz ettiren Díaz, ittifakın rotasını biraz da iklim koruma ve ekolojik dönüşüme çevirdi. Franko diktatörlüğünde yasaklanan sendikaya üye Galiçyalı işçi bir babanın kızı olan 52 yaşındaki Díaz, seçmene en çok güven veren bakan olarak da ün yaptı. Ancak seçim anketlerine olumlu yansıyan bütün özellikler sol ittifakının yeterli oyu almasına yetmedi. Aynı eğilimi aşırı sağcı Vox adlı parti için de söyleyebiliriz. Neonazi, ultra muhafazakar, Franko rejimi taraftarları, köktendinciler ve kürtaj karşıtlarından oluşan Vox, hukukun üstünlüğünü tanımayan, iklim değişiminin insan yapımı olmadığını savunan, Avrupa Birliği'ne de kuşkuyla bakan, sosyal işler, azınlıkların ve eşcinsellerin korunması ve çevre alanlarındaki sol eğilimli projelerin iptal edilmesini ve ayrılıkçıların bastırılmasını isteyen bir parti. Hatta yerel yönetimde iktidarda olduğu bölgelerde eşcinselleri normal gösteren ya da feminizmi öven film ve tiyatro eserlerini yasaklayacak kadar ileri gidebilen radikal bir parti. Díaz'ın kadınlığı ön plana çıkartılıyorsa, Vox'un lideri Santiago Abascal da, köy köy dolaşan, sigara içen, çiftçi, hayvan üreticisi ya da balıkçıları öven, sosyal medyayı özellikle TikTok'u çok sık kullanan tam bir maço olarak tanıtılıyor. Abascal, seçim kampanyasında sadece neoliberal ekonomi politikasını savunmadı, seçmenin kökenine, vatanseverliğine, gelenekselciliğine de seslendi. Seçmene güven duygusu vermeye çalışan Abascal, rakiplerini özgürlük karşıtı ve iki yüzlü olarak karalamaktan çekinmediği gibi gençleri isyankâr olmaları için teşvik bile etti.
Santiago Abascal
Görünen o ki, İspanyol seçmen bu seçimde aşırılıklara pek yüz vermediği gibi kutuplaştırmayı arttıran muhafazakâr ve sosyalistleri uyardı. İspanya'da 1936-39 yıllarında yaşanan iç savaşın ve Franco diktatörlüğünün izleri henüz silinmemiş gibi görünüyor. Bu durumda Vox'un iktidarı paylaşarak karar mercilerinde etkili olmasından, antidemokratik, iklim koruma karşıtı, insanlık düşmanı göçmen politikalarını savunan Orban siyasetinin güç kazanmasından korkan AB de şimdilik derin bir nefes aldı. Ancak Avrupa Parlamentosu'nda Avrupa Halk Partisi (EPP) Grubu Başkanı Manfred Weber'in İtalya ziyaretinden sonra çıkan tartışmalara bakarsak bu nefes çok uzun sürmeyecek. Weber, İtalya Başbakanı Georgia Meloni'yi ziyaret etmiş, aşırı sağcı hatta faşist siyasetçi ile boy boy poz vermişti. Weber'in ziyaretinden iki hafta sonra haberdar olan Alman medyası, "AB'nin aşırı sağa karşı ördüğü güvenlik duvarı yıkıldı mı?" "Şimdi sıra Alman aşırı sağcı parti AfD'de mi?" gibi başlıklar attılar. İktidar tutkusuyla aşırı sağa göz kırpmak ne Avrupa ne de Alman muhafazakârları için şaşırtıcı bir durum değil. Nitekim Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisi CDU'nun Genel Başkanı Friedrich Merz daha önceki gün, seçimle başa gelmiş AfD'li yerel yöneticilere karşı daha pragmatik yaklaşılabileceğini söyleyerek, özetle "birlikte çalışmanın yolları aranmalı" dedi. İtalyan muhafazakarlar, aşırı sağcılar ile yerel yönetimler düzeyinde yıllardır birlikte çalışıyorlar, ülke çapında da koalisyona gitmeye dünden hazırlardı. Belki pazar günü AB'nde aşırı sağın iktidarın parçası olduğu ülke sayısı altıya çıkmadı ama Avrupa'da sağın ve faşizmin yükselişi aynı hızla devam ediyor. İktidar tutkunu muhafazakârlar da buna severek çanak tutuyorlar, tutacaklar. Bunun için Meloni ve Weber'in mutlu aile pozlarına bakmak yeterli... AB'nin "Dönem başkanı İspanya'da hükümet kurulmazsa işler yürümez" endişesi bunun yanında hiç kalıyor. Birliğin bürokrasiden uzaklaşıp siyasete yakından bakmasının zamanı ise geldi de geçiyor bile. Bir gün bir bakmışsınız, muhafazakâr AB Komisyon Başkanı Alman von der Leyen'in yerini AfD'li bir siyasetçi almış.
Yolanda Díaz