Suriye’deki gelişmeler, bunun "Arap Baharı“ nın bir devamı olmadığını tekrar tekrar kanıtlar nitelikte. Dolayısıyla, devrim romantizmini tamamen terkedip, Suriye’ye yapılacak uluslararası bir müdahalenin Libya’daki gibi kısa ve acısız olmayacağı, Irak’taki savaştan daha şiddetli hatta uzun süreceğini hesaba katmakta yarar var. Üstelik bu savaşın sonunu kestirmek de pek mümkün değil. Alman siyasetçileri ve kanaat önderleri bu durumu çoktan kavradı. Suriye krizinin başında, „Uluslararası toplum nerede? Suriye halkının uğradığı zulme göz mü yumacağız?“ diye müdahale çığlıkları atanlar bile sesini çoktan kıstı, önündeki tabloya meraklı gözlerle bakıyor. Bu tabloda ulusal, bölgesel ve uluslararası niteliği olan korkutucu bir çatışmanın içerisinde kaybolmuş bir Suriye var. Esat Rejimi ve karşıtları, BM’de Çin, Rusya ve diğerleri, Suudi Arabistan ve İran, dolayısıyla Sünniler ve Şiirlerin kontürleri giderek keskinleşiyor. Fransa Türkiye kartının altını çizerken Almanya İransız barışın sağlanmayacağını idrak etmiş durumda.
İran ile aynı göz hizasında
Haftalık gazete die Zeit’ın İstanbul’da yaşayan Ortadoğu muhabiri Michael Thumann, BM Gözlemciler Heyeti eski Başkanı Norveçli General Robert Mood’un “Suriye yıkılırsa dünyada Osmanlı’nın çöküşüne benzer bir dönem yaşanabilir” uyarısına hak verdiği makalesinde, sorunun Esad’ın devrilmesiyle de çözülmeyeceğini, asıl savaşın işte o zaman başlayacağını yazıyor. Ortadoğu konusunda uzman Alman siyaset bilimci Michael Lüders de ABD, AB, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin Esat rejiminin yıkılmasını istemesinin Suriye’deki diktatörlük mezalimini sona erdirmekle pek ilgisi olmadığını iddia ediyor. Lüders’e göre asıl kavga, Suriye’nin Batı’nın eline düşüp düşmemesi, dolayısıyla İran’ın gücünün zayıflayıp zayıflamaması üzerine. Ancak Lüders’e göre İran’a yapılacak bir saldırı, Batı Avrupa büyüklüğünde bir coğrafyada aşırı dinci gruplar için sınırların kalkması ve durumun kontrolden çıkması anlamına geliyor ki, bu durumda terör eylemleri artacak, petrol fiyatları zirveye çıkacak ve Avrupa ülkelerine gelen mültecilerin ardı arkası kesilmeyecek. Lüders, Ortadoğu sorununu çözmenin yolunun İran’ı dışlamaktan değil, Almanca tabiriyle İran ile aynı göz hizasında konuşmaktan geçtiğinin de altını çiziyor.
Bağlantısızlar umut olabilir mi?
Geçen hafta Tahran’da yapılan Bağlantısızlar Zirvesi, aslında İran’ın eşit muhatap olarak görülüp görülemeyeceğinin bir denemesi gibiydi. Ve maalesef zirve İran’ın boy göstermesinden çekinenlerin durumu sabote etmesiyle sonuçlandı. 1955 yılında Batı İttifakı ile Doğu Bloğu’na ait olmayan ve olmak istemeyen ülkelerin oluşturduğu Bağlantısızlar Hareketi, 20 yıl önce demir perdenin kalkmasıyla önemini yitirmişti ancak, Çin’in dünya ekonomisinde ağırlığının ve ABD ile arasındaki rekabetin arttığı, Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtıldığı bu dönemde pekala yeniden canlandırılabilir. Bağlantısızların, "üye ülkelerin milli bağımsızlığını, egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini, sömürgecilikten, yayılmacılıktan, ırkçılıktan, ve her türlü dış baskı, istila, işgal ve dış müdahaleden" şeklinde formüle edilen amacı da farkındaysanız hala geçerliliğini koruyor. Bugün 118 üyesi bulunan Bağlantısızlar Hareketi’nin önümüzdeki üç yıl içinde başkanlığını İran‘ın yapacak olması bir şans ya da umut olarak görülebilir.
İran sabote edildi
Sadece başkanlığını üstlenmesi nedeniyle değil, uluslararası alanda dışlanmasını da bir şekilde sona erdirmek istediği için İran, Tahran’daki zirveye önem verdi. İran ile 1979’da diplomatik ilişkilerini kesen Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi’nin ve BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un Tahran’a gitmesi de başlangıçta bir iyi niyet girişimiydi. Ancak Mursi‘nin Suriye konusunda sarf ettiği sözler, adeta İran’a karşı hazırlanmış bir gövde gösterisi gibiydi. Suriyeli muhalifleri desteklemenin ahlaki bir görev olduğunu vurgulayan Mursi, ülkedeki rejim karşıtlarını da Filistin İntifadasına benzetti. Mursi’nin Tahran’daki konuşması, Mısır’ın İran ile diplomatik ilişkilerin yeniden başlamasını planlamadığı, bölgede Batı’nın ve Suudi Arabistan’ın sözcüsü olmak istediği ve yeniden liderliğe soyunduğu şeklinde algılanabilir. Bakalım Mursi, Mekke’de Suriye sorununun çözümünde İran,Türkiye ve Suudi Arabistan’ın da içinde olduğu bir çalışma grubu kurulması önerisine sadık kalacak mı? Bağlantısızlar zirvesinde İran’ın izolasyondan kurtulma çabasını baltalayan sadece Mısır Lideri Mursi olmadı. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon da İran’ı insan hakları ihlalleri, nükleer enerji programı ve İsrail’e karşı kışkırtıcı açıklamaları yüzünden ağır bir dille eleştirdi. İran’a karşı bir başka darbe de Uluslararası Atom Enerji Ajansı IAEA’dan geldi. İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinejad‘ın ülkesinin nükleer silah üretmeyeceğini ama nükleer enerjiyi insani alanlarda kullanmaktan da vazgeçmeyeceğini söyledikten çok kısa bir süre sonra, IAEA, İran’ın nükleer programı ile ilgili yeni raporunu açıkladı. Ahmedinejad’ı adeta yalanlayan raporda özetle İran’ın nükleer çalışmalarını hızlandırdığı ve bu çalışmanın izlerini ortadan kaldırdığı iddia ediliyor.
Tartışmaya gerek yok, İransız barış olmaz
IAEA’nın raporunu Bağlantısızlar Zirvesi sırasında açıklamış olması pek tesadüf sayılmaz. Çünkü yine iddiaların kesin ispatı yok. Sanki İran ile Atom Enerji Ajansı arasındaki ilişki kendini tekrarlayan bir karşılaşmaya dönüştü. Aslında herkes, İran’ın nükleer programını, gücünü göstermek, kendini korumak için araç olarak kullandığının farkında. Zamanlama açısından bakıldığında BM Suriye Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi’nin, görevinin neredeyse imkansız olduğu itiraf etmesi ise biraz geç kalmış bir açıklama oldu. Suriye sorununun çözümü için somut bir planı olmayan Brahimi, önce taraflarla görüşmek istiyormuş. Brahimi Pazar günü Kahire’ye gidecek. Brahimi’nin ilk durağının Mısır olması da BM’in çözüm önerilerinin hangi doğrultuda olacağı konusunda bir fikir veriyor. Hatırlatalım; Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin verdiği rakamlara göre, Suriye’de sadece ağustos ayında 4 bin 114’ü sivil olmak üzere 5 bin 440 kişi hayatını kaybetti. Bu noktada hala çözüm grubunda İran olacak mı olmayacak mı diye tartışmanın anlamı var mı? O halde; Ortadoğu’da Barış mı? İran olmadan asla!