Almanya Başbakanı Angela Merkel, geçen yıl 19 şubatta Hanau kentinde 9 kişinin hayatına mal olan saldırının birinci yıl dönümünde yine aynı sözleri sarf etti; “ırkçılık zehirdir”. Hanau’nun birinci yıl dönümü, saldırının yapıldığı günlerdeki kadar yoğun bir biçimde anıldı. Merkel, yıldönümüne bir hafta kala bir video mesajı yayınladı, Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier de şehirde düzenlenen resmi anma törenine katıldı. Alman medyası saldırı ile ilgili bir haftadır haber, röportaj ve yorumlara yer veriyor. Alman birinci kanalı ARD, bir yıl boyunca eşlik ettiği ölenlerin yakınları ile yapılan röportajları sergiledi belgesel formatında. Ama en etkilisi, sevdiklerini kaybedenlerin yayınladığı manifesto oldu. Ama ne manifesto! Kardeşini, oğlunu, kızını, nişanlısını, arkadaşını kaybedenler, hem olay gecesi hem de olaydan sonra resmi makamların ihmallerini sıraladılar ve “suç duyurusunda bulunuyoruz” dediler.
Önce olayı hatırlayalım; aşırı sağcı ve ırkçı Tobias Rathjen, 19 Şubat akşamı, önce Hanau’nun merkezinde iki ayrı mekânın içinde ve önünde, 12 dakikada 9 kişiye ateş açtı. Daha sonra arabasına atlayıp Kesselstadt semtine doğru yola çıktı.
Olayı gören Vili Viorel Păun, Rathjen’i takip ederek engel olmaya çalıştı. Bunu yaparken sık sık polisi arayan 22 yaşındaki genç, kimseye ulaşamadı. Oysa polis merkezi olay yerinde sadece birkaç yüz metre ötedeydi. Păun’a yolda da ateş eden aşırı sağcı, Kesselstadt’ta otomobilini park ettiği yerde hedefine ulaştı ve 16 yaşında Romanya’dan Almanya’ya göç eden, ailesinin tek çocuğu olan Păun’u öldürdü. Tobias Rathjen, bununla da yetinmedi, bir büfeye girerek üç, onun yanındaki barda da iki kişiye ateş açtı. Görgü tanıkları daha sonra verdikleri ifadede Rathjen’in hedefinde kesinlikle göçmen kökenlilerin olduğunu söylediler. Sabaha karşı evine giden 43 yaşındaki Rathjen, önce annesini sonra da kendini öldürdü. 9 göçmen kökenlinin canını alıp beş kişiyi de yaralayan Tobias Rathjen, psikoz ve şizofreni emareleri gösterdiği için kliniğe sevk edilmiş olmasına rağmen 3 ayrı silah ruhsatı alabilmişti. Defalarca yabancı düşmanlığı içeren ve aslı olmayan şikayetlerde bulunmuştu polise ve hakkında defalarca farklı suçlamalardan inceleme yapılmıştı. Kendisine açtığı ve suçlarını üstlendiği intihar mektubunda babasına emanet ettiği internet sayfasında aşırı sağcı, ırkçı düşüncelerini saklamadan dile getiriyordu. Sadece internette değil her yerde. Rathjen’in bir örgüte üye olmadığını tespit eden savcılık yazdığı raporda, babasının da ruhsal durumunun oğlundan farklı olmadığına dikkat çekiyordu. Nitekim olaydan sonra kurulan 19 Şubat İnisiyatifi de babanın, oğlunun mirasına sahip çıktığını sık sık dile getirdiler. Ama polis onları değil, babayı koruma altına aldı.
Saldırılarda hayatını kaybedenlerin yakınları tarafından kurulan 19 Şubat İnisiyatifi, kurulduğundan bu yana adeta bir dedektif gibi çalışıyor. Olayın aydınlatılması için gerekli en ince ayrıntının peşine düşüp kamuoyuna duyuruyor. Olay gecesi Hanau polisinin sadece iki telefonu acil durumlar için işleme soktuğu ve iki telefona yalnızca bir polis memurunun baktığı da onlar sayesinde ortaya çıktı. Görgü tanıkları ilk aradıklarında polise ulaşmış olsaydı, Tobias Rathjen yakalanacak, beş gencin ve annesinin hayatı kurtulacaktı. İnisyatifi kuranlar, zanlıların yakalanmasının bir suçun aydınlatılması için ne kadar önemli olduğunu, sekizi Türk on kişinin hayatına mal olan NSU cinayetlerinden biliyorlardı. Yakınlarını bu tür ırkçı cinayetlerde kaybedenlerin sesini duyurmak için var güçleri ile bağırmaları gerektiğini de yine NSU davasında tecrübe ettiler. Bağırmazlarsa, aşırı sağa gözlerini yuman güvenlik birimlerinin suçu kendilerinde arayacaklarını, kurban iken zanlı durumuna düşeceklerini, kayıplarına yanarken kendilerini savunmak zorunda kalacaklarını da tahmin ettiler. Irkçı saldırılarda 9 canını kaybeden Hanaulular, bir yıl sonra üstüne basa basa olayın tamamen aydınlatılmasını, asıl sorumluların bulunmasını istediler. Tek kelimeyle kendilerini mümkün olduğu kadar görünür kıldılar. Aksi halde bir kez daha toplum dışına itileceklerinden emindiler.
Cumhurbaşkanı Steinmeier’in 1. yıldönümünde Hanau’ya gelmesi, devletin de NSU cinayetlerinden az da olsa ders çıkardığını gösteriyor. Steinmeier’in “olay sonuna kadar aydınlatılmalıdır” çağrısı her ne kadar bir aczin göstergesi olsa da umut veriyor. Bunda elbette son iki yılda Kassel valisi Walter Lübcke’nin bir aşırı sağcı tarafından öldürülmesi, Halle’de bir sinagoga yapılan saldırının da aşırı sağcı motifli olmasının etkisi var. Ve Hanau tek değil… Irkçı şiddet sadece göçmenleri değil, Yahudileri hatta Almanları da hedef alıyor. Ve Almanya’da aşırı sağcı şiddet maalesef yakın tarihe de damgasını vuruyor. Solingen, Mölln, Rostock, Münih, Kassel, Halle… Üstelik ırkçı şiddet eylemlerinin sayısı azalmıyor, artıyor. Hatta ırkçılar, aşırı sağcılar artık ideolojilerini sergilemek için sokağa çıkıyor, sadece eyalet meclisleri değil, federal parlamentoya kadar giriyorlar. Almanya’nın sınırlarını aşıp Avrupalı kardeşleri ile birlikte çalışıyorlar. Sadece günlük hayatta değil, poliste, mahkemede, hatta istihbarat birimlerinde bile boy gösteriyorlar. Hanau’daki saldırılar, aşırı sağcı ve ırkçı şiddetin Almanya’da yapısal bir sorun olduğunu, bununla mücadele edilmezse kök salacağını bir kez daha gözler önüne serdi. Mücadele yolunu ise Hanaulular, samanlıkta iğne arar gibi aşırı sağcı eylem arayıp deşifre ederek ve şiddete uğrayanları hatırlatarak gösteriyor.
Olayın ardından gittiğim Hanau’da oğlunu kaybeden Serpil Temiz Unvar’ın şu sözleri kulaklarımdan hiç silinmedi;
“Ne olur benim oğlum boşuna ölmüş olmasın” O şimdi oğlu adına kurduğu bir eğitim inisiyatifinden güç alarak ırkçılıkla mücadele ediyor. Benim de o yaralı anneye söyleyecek bir sözüm var.
#SeninOğlunBoşunaÖlmedi Serpil Temiz Unvar…
Ferhat Unvar
Gökhan Gültekin
Hamza Kurtović
Said Nesar Hashemi
Mercedes Kierpacz
Sedat Gürbüz
Kaloyan Velkov
Vili Viorel Păun
Fatih Saraçoğlu
Boşuna ölmedi…