Gitmeseydin ya şarap içerdik.
Simit atarmış gibi yapardık,
şaşırırdı martılar küserdi,
biz eğlenirdik”
Sevgili Pınar Demirel’in Youtube için hazırladığı bu parçayı tekrar tekrar dinliyorum haftalardır. (https://www.youtube.com/watch?v=oqVXnQcvVP4 ) Ve hep gitmek ile kalmak, yerleşiklik ile göçebelik kavramları dolaşıyor zihnimde. Berlinli olup şimdi Antalya’da yaşayan Pınar da bencileyin çok gidip geldi iki ülke, iki dil, iki kültür arasında, yani çok kaldı Araduraklarda.
Aradurak, Rawestgeharaf (Kürtçe), Zwischenhalt (Almanca)... Yönetmen, oyuncu Mirza Metin’in önceki gün Köln’de izlediğim bu oyunun adının suçu var bu düşünceli, duygulu, sorgulayıcı ruh halimde. Oyun fırtınadan kaçan biri Alman, biri Türk biri de Kürt olan üç adamın ıssızlığın ortasında bir otobüs durağında bir araya gelmesi üzerine kurulmuş bir oyun. Batı’ya gitmeyi kafasına koymuş bu üç kişinin birbirini hiç anlamamasından doğan komik ama düşündüren diyaloglar oyunun özünü oluşturuyor. Oyunu Şermola Performans’ın da kurucusu Mirza Metin yazmış, David Fischer ve Sermet Yeşil ile birlikte oynuyor. Yönetmeni ise “4Projekte Istanbul” adlı bir kültür projesi aracılığı ile bir süre İstanbul’da yaşayıp, farklı tiyatro gruplarıyla ilişki kurarak dört ayrı eser sahnelemeyi başaran Frank Hauel. Bu dört eser de Aradurak gibi üç dilde buluşuyor seyircisi ile. Bonn’daki Fringe Ensemble’nın desteklediği “4Projekte Istanbul” Almanya ve Türkiye arasındaki siyasi ilişkilere inat sanatın kaynaştırıcı, barışçıl özelliğinin altını çiziyor sanki. Almanya’nın kültür temsilcileri bu olağanüstü dönemde siyasetçilerinden çok daha fazla çalışıyorlar emin olun.
Bu çalışmanın ürünü olan ve Türkiye’de de sergilenip “Direklerarası Seyircileri” özel ödülüne layık görülen Aradurak, aslında üç farklı toplumun birbiri ile ne kadar iç içe geçmiş olduğunu göstermesi açısından son derece ilginç. Bu iç içeliği oyunun yazarı Mirza Metin bir karmaşa içerisinde vermiş. Hiçbir ortak dili olmayan üç adamdan Türkçe konuşan aslen Ermeni ama ana dilini bilmiyor. Köklerini aramak için yola çıkmış olan Alman kendini Kürt, Kürt olan kendini Alman sanıyor. Üstelik üçü de Doğu’nun Batısı, Batı’nın Doğusu’nda bir yerlerde karşılaşıyorlar. Ve üçü de kendilerini Batı’ya götürecek olan otobüsü bekliyorlar. Bekliyorlar ama gidip gitmemek konusunda kararlı değiller. Bir tarafları içten içe onları kalmaya zorluyor. Gitmeye zorlayan ise dışardan gelen bir tehlike. İşte o yüzden Aradurak’talar. Oyun Doğu ve Batı çelişkisini anlatırken hem tarihi hem de evrensel bir perspektif sunuyor hem de bugünün Türkiye’sine ayna tutuyor.
Bugünün Türkiye’sinde Aradurak’takilerin sayısı her geçen gün artıyor. Aradurak’ta olanlar, zaten bulundukları yerde mümkün olduğu kadar az yer kaplayanlardır. Ya kendilerine yer verilmesini beklerler ya da durmadan daha fazla daha fazla yayılanlar ile nasıl mücadele edeceklerini bilemezler. Bazıları ise azla yetinirler, çünkü kapladıkları yer değil, ürettikleri ile görünür olacaklarına inanırlar. Yerleri işgal edilen diğer Araduraktakilerin de haklarını, korumak savunmak isterler. Sessizdirler ama dilsiz değillerdir, hatta çok dillidirler. Sınırların ötesine geçmeyi bilen Frank Hauer ya da Mirza Metin gibi bağırmadan, abartmadan çoğaltarak anlatırlar dertlerini, kendilerine dert ettiklerini. O arsızca yer kaplayanların bir gün yerlerinden olacaklarını bilirler. Gidemezler, kalamazlar ama tutkuyla yaparlar inandıkları işleri. Çünkü asıl mekanları bu tutkularıdır. Aradurak’ta da olsa en doğru ışığı yakarlar. Hem kendilerine hem gelenlere yol göstersin diye...
Gitmeseydin ya şarap içerdik.
Söndürüyormuş gibi yapardık.
Şaşırırdı ışıklar sönmezdi,
alev alırdı.