19 Şubat 2012

Alman medyasının Wullf zaferi

Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wullf’ün istifası, bu ülkede siyasetin iyi işlemediği yerde, yargı ve medyanın demokrasiyi nasıl koruduğunun açık bir göstergesi.

Almanya Cumhurbaşkanı Christian Wullf’un istifası, bu ülkede siyasetin iyi işlemediği yerde, yargı ve medyanın demokrasiyi nasıl koruduğunun açık bir göstergesi. Wullf, toplam dört dakika süren istifa konuşmasında, son günlerde meydana gelen gelişmelerin cumhurbaşkanlığı makamına olan güveni dolayısıyla yetki alanını olumsuz etkilediği için görevinden feragat ettiğini söyledi. “Ülkemiz, Federal Almanya Cumhuriyeti, ulusal ve uluslar arası görevlere kendini sınırsız bir biçimde adayacak, çoğunluğun değil, büyük bir çoğunluğun güvenine haiz olan bir cumhurbaşkanına ihtiyacı var” diyen Wullf, hakkındaki iddialardan temize çıkacağına inandığını da vurguladı. Wullf, basının karşısına eşiyle birlikte çıktı ve Alman medyasında hakkında çıkan yazıların kendini ve eşini rencide ettiğinin altını özellikle çizdi. Çünkü Wulff’ü bu sonuca götüren güç Alman medyası oldu.

Christian Wullf’e son noktayı koyduran en önemli gelişme, Hannover Başsavcılığı’nın, Federal Meclis’e başvurarak Wullf’ün dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmesiydi. Savcılığın yaptığı yazılı açıklama da Almanya’da yargının kimleri muhatap aldığı ve ne kadar titiz çalıştığına işaret ediyor. Açıklama’da “ eline yeni geçen belgeler ve Alman medyasında yer alan haberlerle ilgili yaptığı ayrıntılı araştırmanın sonucunda Hannover Başsavcılığı, cumhurbaşkanının görevini çıkar sağlama ve çıkar sağlatma yönünde kötüye kullanmış olabileceğine dair bir ön şüphe oluşturacak kanıtlara sahip olmuştur. Bu nedenle dokunulmazlığının kaldırılması için Federal Meclis’e başvurmuştur” deniyor. Yani Hannover savcılığı Alman medyasında Wullf ve eşi hakkında ortaya atılan iddiaları ciddiye almış, araştırmış ve elde ettiği deliller bir ön şüphe oluşturdu diye yasal yollara başvurmuş. Kısaca, Almanya’da bir savcılığın şüpheden şüphelenmesi bir siyasetçinin dokunulmazlığının kaldırılmasını talep etmesine yetebiliyor.  Bu siyasetçi başbakanın desteklediği biri olsa bile!

Muhafazakar siyasetçi Christian Wullf hakkındaki iddialar, Almanya’nın bulvar gazetelerinden Bild’in, Wullf Aşağı Saksonya Eyalet Başbakanı iken bir işadamının eşinden düşük faizli kredi alması ve bunu kamuoyundan saklamasını ortaya çıkarınca başladı. Ancak Alman medyasının kalemini bileyen Wullf’ün Bild gazetesinin Genel Yönetmeni Kai Diekmann’ı arayıp bu yöndeki haberleri yayınlamasına engel olmaya çalışması oldu. Wullf, Diekmann’ın telesekreterine bıraktığı notun yayınlanmasını istemediği için bunun hangi boyutta bir tehdit olduğunu bilmiyoruz ancak, kamuoyu ve medyadaki genel algı bunun bir sansür girişimi olduğu yönünde. Bu nedenle Wullf’ün kamera karşısına çıkıp kendini savunması, özür dilemesi Alman medyasını tatmin etmedi, hatta Wullf’ün diğer hatalarını araştırmaya itti.  Cumhurbaşkanının işadamları ile ilişkileri, yaptığı tatilleri nasıl finanse ettiği, eşinin elbiselerini nereden satın aldığına kadar her türlü eylemi ortaya döküldü. Aslında Alman siyaseti tertemiz değil, Wullf’den önce de çok sayıda politikacının benzer şekilde ucuz faizli kredi aldığı, bazı masraflarını işverenlere ödettiği ya da özel seyahatlerini finanse ettirdiği gibi gerçekler ortaya çıkmıştı ancak Wullf çok büyük ayıba imza attı, medyaya müdahale etti. Ve medya Christian Wullf’ü affetmedi.

Wullf’e karşı sürdürülen kampanyanın başını Bild ve aynı yayınevine ait olan die Welt gazetesi çekti. Almanya’nın tirajı en büyük gazetelerinden olan Bild tam anlamıyla bir bulvar gazetesi. Bu özelliği sayesinde Almanya’da sayısı daha çok olan “ciddi” ve siyasi çizgisi bilinen gazetelerden farklı bir dile, haber seçimi ve sunum tarzına sahip. Ancak cumhurbaşkanının yanlışlarını kamuoyuna duyurma konusunda, siyasi eğilimi ne olursa olsun diğer yayın kuruluşları da Bild’ten daha az aktif olmadılar. Başta haftalık gazete der Spiegel olmak üzere, liberal die Zeit, sosyal demokrat Süeddeutsche Zeitung hatta muhafazakar Frankfurter Allgemeine bile her türlü detaylı bilgiye ve sert eleştirilere yer verdi. Bir başka deyişle kendisine müdahale edildiğini düşünen Alman medyası birlik olup, Alman siyasetini kendini aklamaya davet etti.

Alman medyasının tamamen siyasi partilerin ya da işverenin etkisinden bağımsız olduğunu söylememiz de yanlış olur. Sendikaların, vakıfların ve bazı sivil toplum örgütlerinin bile Alman medyası üzerinde etkisi olduğundan söz edebiliriz.  Hatta Alman medyasında kemikleşmiş bir otosansür mekanizmasının işlediğini iddia etmek abartı olmaz. İşte bu nedenle Wullf karşısında Alman medyasının zafer kazanması bazı noktaların altını çiziyor. Bunlardan ilki Alman medyasının gücünün yeniden farkına varmış olması. İkinci ilginç nokta ise medyaya bu gücünü sermaye dostu Merkel hükümetinin fark ettirmiş olması. Üçüncüsü Almanya’da siyasetin artık iş dünyasına özellikle de sermaye piyasasına daha bağımlı hale gelmesinin olağan karşılanması.  Almanya tarihinde ilk istifa eden Cumhurbaşkanı Horst Köhler gibi ikinci cumhurbaşkanı Christian Wullf’ü de bu mevkie getiren Merkel hükümetidir. Yedi yıllık Merkel hükümetinin çok sayıda bakanını benzer yolsuzluklarla kaybettiğini düşünürsek, Almanya’da siyaset kurumunun ciddiyetini, güvenirliliğini yitirdiğini görmemek mümkün değil. Siyasetin işlemediği yerde yargı ve medya demokrasiyi savunuyor dedik ama yine de medyanın gücü konusunda söz konusu ülke Almanya bile olsa durup biraz düşünmek gerekir. Çünkü siyaset ve medya ne kadar iç içe girerse birlikte yozlaşmaları da o kadar yakındır.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

"
"