Geçen yazıma Türkiye – Almanya ilişkilerinin yalama olduğunu yazarak başlamıştım. Aslında asıl yalama olan Türkiye – AB ilişkileri. Vize muafiyeti ile alevlenen tartışmalar tam da bunu gösteriyor. Avrupa nefesini tuttu Türkiye’nin AB Bakanı Volkan Bozkır’ın iddia ettiği gibi aralarında Ankara’nın düşünce özgürlüğünü garanti altına alması gibi maddeler olan 72 kriteri önümüzdeki hafta pazartesi gününe kadar yerine getirip getirmeyeceğini merak ediyor. Çünkü Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye hakkındaki görüşünü 4 Mayıs’ta açıklayacak. Komisyon olumlu bir teklif sunsa bile, kararın çıkması uzun sürebilir. Zira teklif AB’ne üye ülke hükümet ve devlet başkanları ile Avrupa Parlamentosu tarafından oylanmak zorunda. Avrupa Parlamentosu’nda bu konudaki hava olumsuz.
Sulandırılacak mı sulandırılmayacak mı?
Bozkır’ın dediği gibi Türkiye, 72 kriteri pazartesi gününe kadar yerine getirebilir ya da getirmiş gibi yapabilir. Söz konusu kriterlere yakından bakarsanız epey zor olacağını görürsünüz. AB’nin önde gelen politikacıları haftalardır, kriterlerin sulandırılmayacağının altını çiziyor ama daha önceki deneyimlerimizden biliyoruz ki, Birlik, işine geliyorsa, kriterleri -miş gibi yapılsa bile yerine getirilmiş kabul edebilir. Çünkü, Avrupalı politikacılar tarafından kriterlerin sulandırılamayacağı cümlesi kadar sık tekrar edilen bir başka cümle de Türkiye olmadan mülteci krizinin çözülemeyeceği. Türkiye’de resti çekti. Vize muafiyeti olmadan mülteci anlaşması olmaz! Son günlerde çıkan haberler AB’nin ne şiş yansın ne kebap misali bir orta yol bulma hazırlığı içinde olduğunu gösteriyor.
Acil durum freni yeni değil
AB’nin şimdilik görünen çözüm önerisi vize muafiyetine bir acil durum freni koymak. En azından gazeteler böyle yazıyor. Bu fren, turist olarak Şengen bölgesine gelip kaçak kalan ya da iltica eden Türkiyelilerin sayısının artması ya da Türkiye’nin geri kabul taleplerini reddetmeye başlaması durumunda acilen çekilebilecek. Başını Almanya ve Fransa’nın çektiği bu önerinin kapsamına Ukrayna, Gürcistan ve Kosova gibi ülkeler de alınıyor ki, Türkiye kendini yalnız hissetmesin. Üstelik bu uygulama yeni de değil, 2001 yılından bu yana AB’ne üye ülkeler istedikleri zaman bu acil durum frenini çekme özgürlüğüne sahip.
“Vizesiz Avrupa hukukun emri”
Aslında işin özü şu; AB, Türkiye’den çaldığı eşeği boyayıp yine Türkiye’ye satıyor. Ankara Anlaşması’nın 1973 yılında yürürlüğe giren Katma Protokolü’nün 41. Maddesinin 1.Fıkrası uyarınca, Türkiye vatandaşları Şengen bölgesi içerisinde toplam üç ay boyunca vizesiz seyahat edebilirler. Bu fıkra der ki, akde göre taraflar, aralarında, yerleşme hakkı ve hizmetlerin serbest edimine yeni kısıtlamalar koymaktan sakınırlar. Yani Türkiye’den Almanya’ya bir hizmetten yararlanmak, mesela tatil yapmak için gitmekte özgürsünüz, bunun için vize almanıza gerek yok. Hem yasaya hem de Avrupa Adalet Divanı’na göre vize bir kısıtlamadır. Adalet Divanı, 2000’de Savaş, 2003’de Abatay, 2007’de Tüm ve Darı, 2009’da Soysal kararları ile Türk vatandaşlarının haklarının kötüleşmeyeceğini ve bunun bütün AB ülkelerinde geçerli olduğunu defalarca beyan etmiş oldu. Adalet Divanı’nın bu kararlarına başta Almanya olmak üzere bütün AB ülkeleri uymuyor. Türkiye’de bu hakkı Avrupa Komisyonu’na götürüp dava haline getirmekten kaçınıyor. Ya da bunu akıl etmiyor.
Avrupa kamuoyunun düşündüğü üzere, AB Türkiye’nin elinde oyuncak değil anlayacağınız. Eski Almanya parlamenteri avukat Mehmet Kılıç’ın hep dediği gibi Türkler için Vizesiz Avrupa hukukun emridir. Mültecilerin sırtından pazarlık yapmaksa abesle iştigaldir.