28 Ekim 2024
Cumhuriyet, kutlu olsun.
Olaylar hakkında yayım yasağı konamaz.
Terör olaylarına yayın yasağı getirmek hukuka uygun mudur?
Gazeteciler kamuoyunun gözü kulağıdır. Haber vermek, tartışmalar açmak, sorular sormak, araştırma yapmak ve bilinmeyenleri gün ışığına çıkarmakla görevli olduklarına göre; mesleklerini nasıl yapacaklarına, neyi, ne zaman haber yapıp yapmayacaklarına, kimi nasıl eleştireceklerine, yorumlarına gazeteciler karar verirler.
Yasama, yürütme ve yargı organları gazetecilerin gözetimi altındadır. Yaptıklarından ve daha çok yapmadıklarından sorumlu oldukları için her zaman birinci sırada yer alan haberlerin konusudurlar. Birbirini denetleyen bu organların tümünü denetleyen basındır.
Narin cinayeti; soruşturmasıyla, hazırlanan iddianamesiyle, iddianamenin ve soruşturmanın eksiklikleriyle haberdir, basında en ağır eleştirilerle haber olmalıdır.
“Yenidoğanlar” olarak anılan ceza davası gazeteciler için çok önemli bir yargı haberidir.
23 Ekim 2024 tarihinde Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.'ye (TUSAŞ) yapılan terör saldırısı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebiyle Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliği'nin 23.10.2024 tarihli ve 2024/14330 D. İş sayılı kararı ile bu terör saldırısıyla ilgili olarak yayın yasağı getirilmiştir (23.10.2024- 17:41). Haber yasağı vardır ama yoktur!
Kamuoyu bilgi sahibi olmak ve öğrenmek ister, hakkıdır. Terör lanetlenmelidir. Terör, sorgulanır. İhmal varsa araştırılır. İhmali araştırma görevi gazetecilerin olduğu için yasalar tartışmalara engel olmamalıdır. Mahkeme kararları gazetecileri cezalandırma aracı değildir ve gazetecilik suç değildir.
Sorumluluklar kime aitse ve sorumlular kimse; gazetecinin gözü önündedir. Bu yüzden gazetecinin kulağı bilgide ve haberdedir. Bilgiye ve habere ulaşmalı ve haber haline dönüştürmelidir.
Sadece gazetecilerin mi gözü önündedir?
Aksine; temel hak ve özgürlüklerini kullanan herkesin topluma karşı duymak zorunda olduğu “sorumluluk” hepimize aynı zamanda görev ve sorumluluklar yüklüyor. Örneğin ifade özgürlüğü ve haber alma hakkınızı kullanıyorsanız; bu hakkı kullanmanın bir sorumluluğu olmalıdır.
İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun asli temelidir. Toplumun ve bireylerin ilerlemesi ve gelişmesini sağlar. AİHM’sinin Handyside-Birleşik Krallık (7 Aralık 1976) davasında sözleşmenin 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğün aslında temel bir hak olduğunu kabul ederken ortaya koyduğu ölçütü herkes biliyor.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10. maddesi 2. fıkrasındaki sınırlandırma ölçütlerine tâbi olmak koşuluyla; sadece olumlu karşılanan ya da kimseye saldırgan gelmeyen ya da insanların kayıtsız kalabildiği “bilgi” ve “fikirler” için değil, devlet veya halkın herhangi bir kesimi için saldırgan görünen, sarsıcı nitelik taşıyan ya da şok eden veya rahatsız edici olan fikirler için de geçerlidir. Demokratik toplumun vazgeçilmez özelliklerini ifade eden bu ilke; çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir. İfade özgürlüğü haber alma ve verme özgürlüğüdür. Haberin ulaştığı adresteki insanların hakkı da haber alma ve gerçekleri öğrenme hakkıdır.
O halde haber alma özgürlüğü, ifade özgürlüğüdür ve korunmalıdır. AİHM haber alma özgürlüğünün neyi kapsadığını saptarken öncelikle bunun herkes için bir hak olduğunu belirtmiştir. Devletin görevi bu hakkı korumaktır. Devlet yasaklamaz, haberi ve bilgiyi saklamaz. Aksine habere ve bilgiye ulaşım bakımından tüm yolları açmak zorundadır. Bilgi vermelidir, doğru bilgi vermelidir ve kriz zamanlarında sürekli bilgi vermelidir. Devlet habere ve bilgiye giden yolları tıkamamalı ve engel olmamalıdır.
Haber alma hak ve özgürlüğü, bilginin sahibi olan insanın iletmek istediği bilgiyi alma hakkıdır. Devlet, bilgi alma hakkı olan bir kişinin başkalarının kendisine vermeyi istediği bilgiyi veya haberi almasını sınırlandırmamalı ve yasaklamamalıdır.
Bir başka anlatımla ifade özgürlüğü hakkı kamu otoritelerince müdahale olmaksızın “kanaat sahibi olma” ve “bilgi ve fikir edinme ve aktarma ve yayma” özgürlüğünü içerir.
Sadece bilginin veya haberin içeriği için değil, bilgi aktarma veya edinme araçları için de geçerli olan ifade özgürlüğü kitle iletişim araçlarının da korunması demektir. Kendini başka yollarla ifade edenler için başka yollar ve araçlar üzerinde uygulanan herhangi bir sınırlama veya müdahale bilgi edinme ve aktarma hakkına da müdahale etmek demektir. O halde basın, radyo, televizyon ve diğer araçlar, başka yollar ve tüm kitle iletişim araçları ifade özgürlüğünün koruması altındadır.
AİHM’in Sunday Times-Birleşik Krallık (No.1) kararı (26 Nisan 1979) gazetecilik ve insanların haber alma hakkı bakımından önemli bir karardır. Sunday Times / İngiltere davasında hamile kadınlar tarafından kullanılan bir ilacın bebeklerin sakat doğmasına yol açtığı görüşüyle ilaç firması aleyhine tazminat davaları açılmıştır. Yargılama devam ederken Sunday Times gazetesi, ilacın yol açtığı faciayı ayrıntıları ile yayınlayacağını okuyucularına duyurmuştur. İlaç firması tarafından yapılan başvuru üzerine görülmekte olan davayı etkileyeceği gerekçesiyle gazetenin yapacağı yayın yasaklanmıştır. Konu AİHM önüne taşınmış ve olayı inceleyen AİHM, demokratik bir toplumda uyuşmazlıkların yargı organlarınca tartışılarak çözümlenmesinin, bunların özel yayınlar veya basın gibi başka forumlarda tartışılmasına engel teşkil etmeyeceğine işaret ederek, konulan yayın yasağının ifade özgürlüğünün ihlali olduğu kararını vermiştir.
İlaç şirketi söz konusu yayının yayımlanmasına karşı, bir nevi yayın yasağı niteliğinde bir ihtiyati tedbir kararı almış olmasına rağmen AİHM kararına göre; mahkemelerin boşlukta çalışamayacakları konusunda genel bir kabul mevcuttur. Mahkemeler uyuşmazlıkların çözümünde birer platform konumunda olmakla birlikte, bu durum, uyuşmazlık konusu olan bir hususun daha önce başka alanlarda, örneğin mesleki yayınlarda, genel olarak basında veya halk kitleleri arasında tartışılamayacağı anlamına gelmez.
Diğer yandan, her ne kadar kitle yayın organları adaletin işlemesi bakımından gerekli sınırları aşmamak zorunda olsalar da kamu yararını ilgilendiren diğer alanlarda olduğu gibi, mahkemeye intikal eden konularda da bilgi ve fikir aktarmak kitle yayın organlarının görevidir. Basının bu tür bilgi ve fikirleri açıklamakla görevli olmasının yanı sıra, toplumun da bu bilgileri alma hakkı vardır. AİHM ayrıca bu kararında mağdur ailelerinin bilgi edinme hakkı olduğuna değinmiştir. Mağdur aileleri olayın temelinde yatan bütün gerçekleri ve çeşitli çözüm olanaklarını bilmek hakkına sahip olduğunu belirten AİHM; bu bilgilere erişmenin ve bu haberleri almanın “hayati önem” taşıdığı görüşündedir. Mağdur aileler kendileri için son derecede önemli olan bu bilgilerden, ancak bu bilginin yayılmasının “yargı otoritesi” açısından bir tehdit oluşturmasının kesinlik arz etmesi halinde yoksun bırakılabilirler…
O halde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nde açılan “Narin Cinayeti” davası gazeteciler için nasıl “haber” olarak kabul ediliyorsa; olup bitenlerden haberdar olmak ve Türkiye’de yargı işleyişini, soruşturma makamlarının neler yaptığını, neleri eksik yaptığını herkesin bilme hakkı vardır. Bu görevi gazeteciler yerine getirir. O nedenle bu dava sadece mahkemelerde değil, sadece yargı organı önünde değil; her yönüyle basın ve kamuoyu tarafından tartışılmalıdır. Basın tartışmalar açmalı, tüm soruları sormalı, eksik soru varsa ortaya koymalı ve bir daha böyle bir cinayetin işlenmemesi konusunda kamuoyunu bilinçlendirmelidir. Basının esas görevi budur. Bu haberlerin ve eleştirilerin, yorumların hiçbirisi yargı “otoritesini” sarsmaz. Aksine daha iyi bir yargının, daha çok hukukun ve adalete giden yolların kapılarını açar. Böyle bir tartışmanın açılmasının, soruların sorulmasının kamunun yararına olduğu tartışmasızdır. Gerçekler, yasaklarla örtülmez.
İngiltere’de yıllar önce eğer gazeteciler olmasaydı; bebeklerin sakat doğumların nedeni bilinmeyecekti. Gazeteciler olmasaydı, bebeklerin sakat doğumlarına bir ilacın neden olduğu ortaya çıkmayacak ve kimse üzerinde durmayacaktı. Gizlice yasak olmasına rağmen hastane içinde olup bitenleri, kullanılan ilaçların aynı olduğunu, kısaca bebek ölümlerinin nedenlerini araştıran gazeteciler gerçekleri nasıl ortaya çıkardılarsa; Türkiye’de bebeklerin öldürülmesinden para kazananların vicdansızlıkları da basında sergilenmelidir.
Bu nedenle yıllar önce bir ülkede meydana gelen bebeklerin sakat doğumundan, günümüzde bebek ölümlerinden para kazananları ortaya çıkaran gazeteciler bebeklerin ölümünden kimlerin sorumlu olduğunu da gözler önüne sermekle görevli meslek mensuplarıdır.
Türk Havacılık ve Uzay Sanayii Anonim Şirketi'ne (TUSAŞ) düzenlenen terör saldırısının tüm ayrıntıları bilinmelidir ve kamuoyu bilgilendirilmelidir. Gazeteciler terör saldırısı ile ilgili haberlerinde “çekinerek” veya “yasaklanarak” yayın yapmazlar. Olan ne ise, gerçek bilgiler gerçeğe bağlı kalınarak tartışmaya açılmalıdır. Bu tartışmayı gazeteciler açar.
Kim kusurlu, kim sorumlu? Bu sorular herkesin müştereken sorduğu ve yanıt aradığı sorulardır. Gazeteciler kamuoyunun gözü kulağı olduğuna göre herkesin gözlerinin görmesi ve kulakların duymasını sağlamak yasaklanmamalıdır.
Kaldı ki TUSAŞ saldırısı ile ilgili yayın yasağının bir yararı olmadığı gibi amacına uygun bir işlev yerine getirdiği de söylenemez. Boşuna verilmiş kararlar gerçekleri değiştirmez ve sadece yasakları çoğaltır; demokratik hukuk devletinde boşluk yaratır.
Demokratik hukuk devletinin halkından gizleyeceği bir bilgi veya bir haber olmamalıdır.
Gazeteciler haber verir, tartışma açar. Demokrasinin gereği tartışmaktır. Tartışmalardan sonuç çıkarmak ve eleştirilere kulak vermek demokratik hukuk devletinin esasıdır. Bunu gazeteciler sağlar ve aldıkları bilgileri, haberleri haberleştiremez ve kamuoyuna haber olarak aktarmazlarsa; hukuka aykırı davranmış ve mesleki doğru davranış kurallarını çiğnemiş olurlar.
Terör, lanetlenmelidir ve önlenmelidir.
Terör olayları hakkında yayın yasağı koymanın hiçbir anlamı ve yararı yoktur.
Yayın yasağı 1982 Anayasası'nın 28. maddesine aykırıdır. Çünkü basın hürdür, sansür edilemez. Anayasaya göre olaylar hakkında yayın yasağı koymak yasaktır. Basın Yasasının 3.maddesine göre; basın özgürdür. Bu özgürlük, aynı zamanda bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama hakkı demektir.
Yazılı, görsel ve işitsel yayınlara ''yayın yasağı'' getirmekle halkın haber alma özgürlüğünü tıpkı ''sansür'' gibi ağır şekilde ''tehdit'' eden ''sınırlayıcı/önleyici'' bir tedbir kabul edilmiş olur. Anayasa ve yasalar gereği ''yayın yapılmasının yasaklanmasına'' karar verilemez.
Demokrasilerde halkın bilgi edinme hakkı sınırlandırılamaz.
Gazeteciler ''olaylar'' hakkındaki yayınlarda kendi sorumluluklarına ve etik ilkelerine bağlı kalarak halkın bilgi alma ve gerçekleri öğrenme hakkı için ''haber'' yazarlar ve yayınlarlar.
Amaçları herhangi bir adli soruşturmanın selametini bozmak değildir. Meydana gelen toplumsal olaylardan sonra haber vermekten ve haber yazmaktan ibaret olan eyleminden dolayı gazeteciyi ''sorumlu'' saymak ve daha yazılmadan veya yayınlanmadan ''yayın yasaklamak'' sansürdür. Bilgi ile donatılmış olan insanlar terörle mücadelede daha başarılı olurlar. Hukukun üstünlüğü ve demokrasinin temeli ifade özgürlüğü ve haber alma hakkıdır. Müdahale yasak, hak kuraldır.
Gazetecilerin asıl görevi terör eylemlerinin nedenini ve teröre tepkileri haberleştirmek ve terörün kınanmasında kamuoyunu bilinçlendirmektir. Teröre bilinçli karşı çıkış gazetecilerin yorum, eleştiri ve haberleriyle gerçekleşir. Durup dururken toplumsal bilinç oluşmaz. Olaylar ve terör eylemlerinin ardından yayın yasağı koymak terör sorununu çözmez, sorunları çoğaltır.
Kimler ve hangi amaçla, neden terör yaratmaktadırlar? Tüm dünya ve Türkiye, terörle etkin mücadelede bu soruların yanıtlarını aramaktadır. Bu yanıtların verilebilmesi için gazeteciler, yaptıkları haberlerle kamuoyunu aydınlatacak ve bilgilendireceklerdir. Halkın haber alma hakkı bu bilinçle ve sorumlulukla yerine getirilecektir, yayın yasakları işlevsizdir ve yasaktır.
Devletler; 16 Mayıs 2005 tarihli Avrupa Konseyi Terörizmin Önlenmesi Sözleşmesi’ni “Terörle mücadeleyi güçlü kılmak gerektiğini akılda bulundurarak ve terör suçlarını önlemek veya bastırmak amacıyla alınacak tüm önlemlerin hukuk devleti ve demokratik değerlere, insan hakları ve temel özgürlüklere ve uygulanabildiği yerlerde uluslararası insancıl hukuk da dahil olmak üzere uluslararası hukuk hükümlerine saygılı olması gerektiğini tekrar teyit ederek” ve “Bu Sözleşmenin mevcut ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğüne ilişkin ilkeleri değiştirme niyetinde” olmadıklarını kabul ederek imzalamışlardır.
Gazeteciler adli soruşturma sürecini ihlal etmezler. Bu onların meslek ilkesidir, doğru davranış kuralıdır. Gazeteciler mesleklerinde sorumluluk bilinciyle hareket eden kişilerdir. Kendi meslek ilkelerinde gösterdikleri ve gösterecekleri bu titizliği; yasama, yürütme, yargı organlarına karşı da göstereceklerdir ve göstermektedirler. Asıl önemli olan hukuka uygun davranmaktır. Herkesin lanetlediği terörün önlenebilmesi için halkın aydınlatılması gerekir. Terörü önlemenin yolları çoğaltılmalıdır. Terörü önlemek bilgiyle olur. Halkın gerçeklere ulaşması, haber alma hakkı sağlanırsa vardır. Yayın yasakları bilgiye ulaşmayı, tartışmayı önler. Suskun bir toplum sorunları çözemez.
Kuşkusuz olaylarla ilgili olarak ifade ve basın özgürlüğü hakkını kullanan gazeteciler Sözleşmenin 10. maddesinin 2. paragrafında da belirtildiği üzere “görev ve sorumluluklarını” akılda tutarlar. Özgürlüklerin kullanılmasında sorumsuzca davranmamak gerektiğini bilen gazeteciler; basın yayın yoluyla şiddeti teşvik etmezler, ırk, din, cinsiyet ayırımı yaparak kin, nefret duygularının körüklenmesine neden olacak haber yapmamak, yazı yazmamak ve yorum yapmamak gerektiğini bilirler.
AİHM’nin Otegi Mondragon/İspanya (15 Mart 2011) kararında gazetecilerin “bekçi köpeği” görevinin neden önemli olduğuna bakalım: “…Hükümet’in de dikkat çektiği gibi, tartışma konusu yazılar o dönemde zaten yaygın bir şekilde yayınlanmıştı; bu nedenle yazara uygulanan yaptırımın kendisini ifade etmesini engellediği söylenememekle birlikte, bu durum yazarın gelecekte bu türden eleştirileri yeniden yapması önünde bir engel teşkil edebilecek nitelikte bir sansüre denk gelmektedir… Siyasi tartışmalar bağlamında değerlendirildiğinde böyle bir ceza gazetecileri topluluk hayatını etkileyen kamusal tartışma ortamına katkıda bulunmalarına engel teşkil edecek niteliktedir. Bu noktadan bakıldığında, bu türden bir yaptırım, basının bilgi sağlayıcı ve kamunun bekçi köpeği olarak görevini yerine getirmesini engelleyebilir.”
Sözün özü; basının özellikle, ister başkasının itibarının ve haklarının korunması konusunda olsun ister olaylar hakkında olsun bazı sınırları aşmaması gereklidir. Ancak basının görevi, yargının yönetimine ilişkin konular da dâhil olmak üzere, kamu menfaatini ilgilendiren tüm konularda, görevlerine ve sorumluluklarına saygı çerçevesinde, haberleri, bilgi ve fikirleri, kamuoyuna iletmek görevi vardır. Dolayısıyla; yasama, yürütme ve yargı sahip olduğu takdir yetkisini demokratik bir toplumun basının kaçınılmaz “bekçi köpeği” rolünü oynamasını sağlamaktır; sınırlandırmak, yasaklamak ve müdahale değildir.
Gazeteciler sınav vermezler, kimseyi sınamazlar, görev ve sorumluluklarının bilincindedirler. Gazetecilik yaparlar. Siyasetçilerin not vermesine, kimsenin beğenisine mazhar olmak gibi bir derdi olmayan gazeteciler; kamunun bekçi köpeği olma rolünü yerine getirirler.
Vazgeçilmez olan ifade ve basın özgürlüğüdür.
Terörle mücadelede asıl olan ''yayın yapılmasının yasaklanması'' değil, yayın yasaklarının yasaklanmasıdır.
Fikret İlkiz'in bu yazısı, ilk olarak Bianet'te yayımlandı.
İkisi de basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğünün neresinde olduğumuzu gösteriyor…
"Araştıran bir birey, inşa eden bir vatandaştır. Araştıran insanlardan hoşlanmayan bir lider potansiyel bir tirandır”
Çocuklar yıkılmış, yakılmış evlerin, okulların, hastanelerin yıkıntıları arasında aç, yoksul, susuz ve ayakları çıplak oynuyorlar….
© Tüm hakları saklıdır.