Ölüm cezasını yeniden gündeme taşıyan siyasetçiler, ölüm cezası üzerinden politika üretiyorlar. Alkışlanıyorlar, bütün bunları adalet adına yapıyorlar, yazıklar olsun!
Ölüm cezası kaldırmış bir ülkenin hukukçuları, savcıları, yargıçları ne diyor acaba?
Elli yıl önce ölüm cezası vardı, şimdi yok. İsteyen yüksek dereceli politikacılar var!
DGM'lere ve ölüm cezasına karşı çıkan "1970 yılı Yılın Hukukçusu Savcı Doğan Öz" savunmasını anımsadım. Cumhuriyet Savcısı Doğan Öz, 24 Mart 1978 tarihinde katledildi.
12 Eylül 1980 faşist darbesinin üzerinden kırk yıl, Doğan Öz'ün öldürülmesi üzerinden kırk iki yıl geçmiş….
Devlet Güvenlik Mahkemeleri kurulmasına ilk karşı çıkan ve yargının bağımsızlığına aykırı gördüğü için tüm yargı mensuplarına bildiri yollayıp imza kampanyası yürüten savcı…
Bugün böyle eylem yargı mensuplarına masal gibi gelebilir, ama dün vardı ve gerçekti.
1972 yılından başka bir gerçek… 48 yıl önce Savcı Doğan Öz ölüm cezasının kaldırılmasına dair kampanya ile ilgili bir dilekçeye imza atar.
Doğan Öz
Bunun üzerine Adalet Bakanlığı harekete geçer ve Adalet Müfettişi İsmet Tekin imzalı yazı ile (Adalet Müfettişliği Sayı 33 Ankara:28.3.1972) o dönem Elâzığ C. Savcı Yardımcısı Doğan Öz'den aşağıdaki yazıyla savunma istenir:
"Türk Devletini, dış düşmanlarla iş birliği yaparak yıkmak isteyen marksistlerin affedilmesi maksadına matuf olarak nitelenen ölüm cezasının kaldırılmasına dair açılan kampanyayla ilgili dilekçeye memuriyet sıfatınızı da belirtmek suretiyle imza attığınız Ceza İşleri Genel Müdürlüğünce tespit edilmiş ve keyfiyet soruşturmayı gerektirir mahiyette görüldüğünden, hakkınızda Hâkimler Kanununun 105. maddesine tevfikan Bakanlıkça 20.3.1972 günlü tahkik izni verilmiş bulunmaktadır.
Bahse konu edilen husustan dolayı yazılı savunmanızın BİR HAFTA içinde (İsmet Tekin-Adalet Müfettişi-Ankara) adresime gönderilmesini, aksi halde müdafaa yapmaktan çekinmiş sayılacağınızın bilinmesini rica ederim."
Savcı Doğan Öz savunmasını yazar ve Ankara'ya gönderir.
"Özü: 28.3.972 gün ve 33 sayılı yazı ile istenen savunmamdır.
İdam Cezalarının kaldırılması bildirisine imza koymam nedeniyle savunmam istenmektedir. Böyle bir bildiriye imza attım ve her ne eylem olursa olsun, kişilerin idam cezası ile cezalandırılmasını, çağ dışı bir ceza uygulaması niteliğinde gördüğümü bir kez daha kesinlikle belirtirim.
Anayasamızda 'kanun, temel hak ve hürriyetlerin özüne dokunamaz' denilmektedir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun yayınladığı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 3. maddesinde 'Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır,' denmektedir.
Bunlardan ayrı olarak birçok ülkelerde artık uygulayan toplum için yüz kızartıcı niteliği kesinleşen bu cezalandırma yöntemi kaldırılmıştır. Bu ülkeler: Belçika, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, İzlanda, Norveç, Portekiz, İsviçre, İsveç, İtalya, Batı Almanya, Yeni Zelanda, Quesland, Yeni Güney Galleri, A.BD.'nin birçok federe devletidir.
Ölüm cezasının, insanın en temel hakkı olan 'Yaşama hakkının' özünü yok eden bir ceza olduğu, çağdaş suç ve ceza anlayışına temelden ters düştüğü düşüncesindeyim. Ölüm cezasını, özellikle siyasi suçlara bağlı ölüm cezasını, yasal bir ceza olarak savunmamın, çağdaşlaşma çabasında olan ülkemizi Dünya Kamuoyu önünde güç durumda bıraktığı inancındayım.
Çağdaş Ceza Hukuku artık 'doğuştan suçlu tip' kavramını kişiyi suça iten toplumsal ve ekonomik etmenleri yok etmeden kabul etmemektedir. Suçlu insan yoktur; suça itilen insan vardır. Suçu ve suçluyu aramak yalnızca 'zulüm' sözcüğüyle anlamını bulur.
Anadolu Cezaevlerinde bugün suçlu insan, aç, okutulmamış, kişisel hakları gasp edilmiş, kişiliğinin gelişimi kesinlikle önlenmiş insandır. Bir hukuk uygulayıcısı olarak uygulamadaki her konu ile ilgilenmekte ve bunlardan en acı bir biçimde etkilenmekteyiz. Yoksa suçlama yazısında kastedildiğince adları belirtilen kişileri ne tanır ve ne de biliriz.
Kişilerin ölüm cezasıyla cezalandırılmasının suçları azaltmadığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Bilime, insanlık onuruna karşı gördüğüm bir cezayı benimsememek, bildiride belirtildiğince bunu yasal olanakları kullanarak kaldırmaya çalışmak bir suçsa, suçluluğumu kabul ediyorum.
İdam cezalarının kaldırılması dilekçesini, suçlama yazısında belirtildiği gibi, 'Memuriyet sıfat ve hizmetimi belirtmek suretiyle' imzalamadım. Türk Hukuk Kurumunca bana verilmiş olan '1970 Yılı Yılın Hukukçusu' unvanımı kullanarak imzaladım. Fakat bunu bir savunma olarak belirtmiyorum. Aynı düşünceye, doğal olarak bir Cumhuriyet Savcısı niteliğimle de katılıyorum. Kısa savunmamda belirleyeceklerim bunlardır. Gereğinin yapılmasını dilerim. Saygılarımla. 5.4.1972. Doğan ÖZ. Elâzığ C. Savcı Yd. 15073." (F. İlkiz Bianet 23.3.2015).
Kırk sekiz yıl öncesinde böyle bir savunma yapan savcı gibi savcı bulabilir miyiz?
Bulamazsınız, şimdinin savcıları; bildirilere imza atanlara, barış isteyenlere, ölüm cezasına karşı olanlara, düşündüğünü söyleyen ve yazanlara dava açabilenler ve imzalanan metni, sözleri, yazıları düzene uygun yorumlamakta ustalaşanlar arasından seçiliyor.
Savcılar vardı, biliyorum. Bu savcılar DGM'de görev yaparlarken Terörle Mücadele Kanunun kabul edilmesinden sonra 8. Maddesine aykırılık iddiasıyla terör propagandasından dava açılan sanıklarla aynı suçu işlediklerine dair imza atan, onlar gibi yargılanmak isteyen ve kendilerini ihbar eden aydınlar hakkında iddianame düzenlediklerinde; aynı iddianamede 8'inci maddenin ifade özgürlüğüne ve Anayasaya aykırılığını ileri sürerek iptalini istemişlerdi.
Azıcık var olan yargının kültürü artık hiç yok. Kavramlar, hukuk ve adalet yitirildi. Savcı Doğan Öz gibi, Cumhuriyet savcısı niteliğiyle ölüm cezasına imzasıyla karşı çıkabilecek bir yargı mensubu yok…
Yargılamak için geri getirilememiş, bir zamanlar korunan, kollanan emrine zırhlı araçlar tahsis edilen anlı şanlı savcılar ise firari, kaçak ve memlekette yok… Yakalanamıyorlar!
Ölüm cezası da yok artık ama geri gelsin diye çabalayanlar çok…
3 Mayıs 2002'de Avrupa Konseyi üyesi devletler ve Türkiye ölüm cezasını her tür durumda kaldırmak üzere son adımı attılar. İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye ek, ölüm cezasının her durumda kaldırılmasına dair 13 Numaralı Protokol imzalandı ve kabul edildi.
Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.
İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 15. maddesine (Olağanüstü hallerde yükümlülükleri askıya alma) dayanılarak Protokol'ün hükümleri askıya alınamaz.
Türkiye'de idam cezası asla geri gelmeyecek, getirilmemeli. Tartışması bile olmaz. Seçmece suçlara seçmece ölüm cezası getirmek suretiyle öç alma amacıyla insanları öldürerek cezalandırmak çağdışıdır.
"Bilime, insanlık onuruna karşı gördüğüm bir cezayı benimsememek, bildiride belirtildiğince bunu yasal olanakları kullanarak kaldırmaya çalışmak bir suçsa, suçluluğumu kabul ediyorum" savunmasını yapan ve Savcı Doğan Öz'ün "Aynı düşünceye, doğal olarak bir Cumhuriyet Savcısı niteliğimle de katılıyorum" sözlerinin değerini bilecek yargı yok artık.
Kendisini sorumlu sayan hukukçular politikacıların söylemlerine şiddetle karşı çıkmalıdır, alkışlamamalıdır.
İdam cezasının gölgesinde adalet aranmaz.
Bir ışık gibi yolumuzu aydınlatan bu ülkenin aydınlarının siyasal faili meçhul cinayetlerle öldürüldüğü günlerden günümüze sindirilmiş, hesap sorarsa cezalandırmakla korkutulmuş ve unutturulmuş hakikatlerle yüzleşmeyen bir toplumda, yeniden idam cezasının gündeme getirildiği bir zamanda ve böyle bir ülkede yaşamak, çok acı!
Daha acısı, adları ve sözleri unutulmayan savcılarımızın, yargıçlarımızın, avukatlarımızın, aydınlarımızın ölüm cezası hakkındaki sözlerini kırk sekiz yıl sonra hatırlatmak zorunda kaldığımız bir ülkede yaşamak…
Kendi çaresizliğini kendisi yaratan ve kendisine olan güvenini bile yitirmiş yargının cesaretsiz ve perişan hali daha çok acı veriyor!
Nerelerden nerelere getirilen ceza hukuku, ölüm cezası ile adalet mi getirmiş olacaktır?
Ölüm cezasının yeniden konuşulmasına bile karşı çıkmak gerektiği halde hafızaları silinmiş yargı mensuplarının böyle bir "ceza" karşısındaki suskunlukları çok daha acı…
Günümüzde olup bitenleri anlamakta güçlük çekmemek için, anımsamak ve hakikatlerle yüzleşmek gerekiyor.
Kurulmuş darağaçlarının bu memlekete bıraktığı acıları unuttunuz, yazıklar olsun.
12 Mart ve 12 Eylül faşizmini hatırlamak yetmiyor. Yılları ve idamları saymak yetmiyor
Ölüm cezası kötünün en kötüsüdür. Acımasız öç almanın ve ölümün çaresizliğidir.
Eğer bir gün bu memlekete yeniden "ölüm cezası" getirilirse, bunun sorumlusu; ses çıkarmayan, karşı çıkmayan, susmakla bu cezayı kabul etmiş olanlar ile öldürerek cezalandırmaya kapı açan hukukçulardır.
Kapıları sonuna kadar açmak için aralayanlar; bir gün kapınızı çalarsa gelen ölüm cezasıdır!
Ölüm cezasına karşı sessiz kalan yargının suskunluğu, yargının insanlık suçu olacaktır.