13 Nisan 2020

Soylu'nun istifa girişiminin anlamı

Cumhurbaşkanı, Soylu’nun istifasını kabul etmese de bu durum, Türkiye’de sistemin yapısı ve işleyişi konusundaki gerçeği değiştirmiyor

Hafta sonu sokağa çıkma yasağının, cuma günü yasağın başlamasından iki saat önce bildirilmesi insanları sokağa döktü. Sosyal mesafe ve maske kuralına uymadan sokağa çıkanlar marketlere hücum ettiler. Bazı yerlerde kargaşa hatta yumruklaşmalar oldu. 250 bin kişi içinde olanların virüsü kapması riski oluştu. Toplumdan büyük tepki geldi.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu bu yanlış uygulamanın sorumluluğunu dün sabah kabul etti. "Eleştirileri kabul ettim" dedi. Akşam saat 22.00 sularında ise istifa ettiği haberi duyuruldu.

Cuma akşamı 22.00’de yaptığı açıklamayla "24.00'te yasağın başlayacağını" duyuran Soylu, çok sık bir biçimde "Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla" vurgusu yapmıştı. Bu sadece bu karar için değil daha önceki kararlar için de yaptığı bir atıftı. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca da sık sık "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla" vurgusu yapıyor, diğer birçok bakan gibi. 

Ancak alınan karar olumsuz sonuçlar verince bu kez Soylu, "Karar Bakanlığımıza aittir" diyerek, Cumhurbaşkanı’nın bir dahli olmadığı mesajı verdi ve sorumluluğu üstlendi. Ancak bu tutumu bile onu bakanlıkta tutmaya yetmedi ve istifasını verdi.

Ancak gece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Soylu’nun istifasını kabul etmediği açıklandı.

Cumhurbaşkanı, Soylu’nun istifasını kabul etmese de bu durum, Türkiye’de sistemin yapısı ve işleyişi konusundaki gerçeği değiştirmiyor.

Bu çalışma biçimi yeni Türkiye’nin eski Türkiye’yi çoktan aratan, eskisinden çok daha merkeziyetçi yapısının dışa vurumudur.

Koronavirüs tüm dünyayı tehdit eden bulaşıcı ve öldürücü bir virüs.

İnsan hayatını tehdit eden krizlerle deneme-yanılma yöntemiyle mücadele edilmez. Bu lüks olur.

Bu tür sorunlarla mücadelede yöneticilerin kesin bilgilere, bilime dayalı ve minimum hata, yanılma payıyla çalışmaları gerekir.

Bir karar alıp, sonuçlarını görüp bir başka karar almak ve öylece devam etmenin can kayıplarını ve maliyeti maliyeti her geçen gün artıracağı ortadadır.

Can kaybına yol açan virüsün politik bir yönü olmadığına göre, virüsle mücadelenin de politik kaygılarla değil tümüyle bilim eliyle yapılması gerekir.

Ancak Türkiye’de maalesef mücadele böyle yapılmıyor.

Diyanet'i etkin ve dokunulmaz kılan yaklaşımın bilime karşı uzun süre korunması, umreye gidenlerin önlemlerden kaçırılması, salgın sorunuyla ilgili konuşmalarda CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na söz söyleme gayretleri bunu gösteriyordu.

Ancak virüsün gözden kaçırılamayacak öldürücü etkisi bu çabaları boşlukta bıraktı, anlamsız kıldı. Virüsle mücadelede muhalefet liderlerini ve belediye başkanlarını suçlama gayretine bir zemin bırakmadı.

 Vesayet ve siyasi kaygı

AK Parti iktidarının en büyük şikayeti Türkiye’nin çok güçlü bir vesayet yapısına sahip olmasıydı. Atanmışların seçilmişlerin üzerinde olduğu ve seçilmişlerin karar almalarını engelleyen aşırı merkeziyetçi, bürokratik devlet yapısının Türkiye’nin ekonomide, sanayide, refahta uçmasını engellediği eleştirisi çok yaygındı.

İktidar bu nedenle Türkiye’de sistemin değiştirilmesini savunuyordu. Bu değişiklik sağlanırsa Türkiye daha demokratik, daha hızlı, daha doğru kararlar alacak ve her alanda hızla yükselişe geçecekti. Türkiye bu sava dayanarak cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçti.

Ancak yeni sistemin, vaatlerini yerine getirebildiğini, demokratik, hızlı ve doğru kararlar alabildiğini söylemek zor. Hele şu içinden geçtiğimiz Koronavirüs krizi sürecinde bunu söylemek mümkün değil.

Yeni sistemin eskisinden de güçlü bir merkeziyetçiliğe ve ona dayalı bir vesayete yol açtığını söyleyebiliriz.

Salgınla mücadelede en önde sorumluluk sahibi olan Sağlık Bakanı, İçişleri Bakanı ve Bilim Kurulu’nun çalışma yönteminden bunu rahatça görmek mümkün. Bilim Kurulu’nun da bakanların da üzerinde çok etkili bir vesayet var. 

Sağlık Bakanı Bilim Kurulu toplantılarından sonra bazı tavsiye kararları aldıklarını ve Cumhurbaşkanı’na arz ettiklerini söylüyor. Uygulamaya geçen kararlarla ilgili olarak da her fırsatta "Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla" diyerek, karar merciine vurgu yapıyor ve teşekkür ediyor. İstifa eden İçişleri Bakanı da öyle yapardı.

Bu örnekler bile Türkiye’nin eskiye göre daha merkeziyetçi ve vesayetçi bir yapıya dönüştüğünü göstermeye yeterlidir. 

Belediyeleri engelleme

Sistemin merkeziyetçi ve vesayetçi yönünü bariz biçimde gösteren bir yönü de CHP’li belediyelerin salgınla mücadelede bir başarı öyküsü yazmasının önlemesi gayretleriydi.

Bu gayret öldürücü bir salgın hastalıkla mücadelede bile açıktan gösterildi. Belediyelerin bağış toplamaları yasaklandı, 25 yıllık aşevlerinin bile hesapları kapatıldı, sokağa çıkma yasağı sürerken bu belediyelerin ekmek ve temel gıda maddeleri dağıtmaları yer yer polis marifetiyle engellenmeye çalışıldı. 

Bu durumun siyasi kaygıyla ilgisi olmadığı söylenemez. 

Aksine tam da CHP’li belediye başkanlarının başarılarından duyulan siyasi kaygının bir sonucuydu.

CHP’li belediyelerin, bilimsel, hızlı, doğru kararları ve başarılı uygulamaları iktidarın yavaş işleyen ve Cumhurbaşkanı’na ulaşıncaya kadar karar alamayan yapısını da ortaya çıkardı.

Bunun en çarpıcı örneklerinden biri maske dağıtımıydı. CHP’li belediyelerin bedava maske dağıtması karşısında, devletin maske satışını yasaklayıp, yerine koyduğu PTT ve sonradan eczaneler eliyle 5 maske dağıtma uygulamasında henüz başarı denilebilecek bir sonuç yok. Maske sorununu daha ağırlaştırmak ışında elle tutulur bir uygulama gözlenmiyor.

İki günlük sokağa çıkma yasağı boyunca tüm engellemelere karşın CHP’li belediyeler başta ekmek dağıtımı olmak üzere temel gıdaların temin edilmesinde, kurdukları kriz merkezine telefon ederek yardım isteyenlerin ihtiyaçlarının evlerine götürülmesinde başarılı oldular.

Türkiye’nin başta 16 milyonluk İstanbul olmak üzere en büyük üç ilinin belediye başkanlarına haber vermeden, onlarla koordineli bir plan yapmadan sokağa çıkma yasağı ilân eden hükümetin, artık bu belediyelerle çalışma sorumluluğu bulunduğunu kabul etmesi gerekiyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"