15 Şubat 2021

İktidarın anayasa sicili güven vermiyor

2010'de ve 2017'de sivil ve demokratik bir anayasa ihtiyacı yoktu da şimdi neden bu ihtiyaç doğdu?

İktidar, sıfırdan yazılacak yeni anayasa konusunu gündeme getirdi.

Mevcut anayasanın 21. yüzyılda Türkiye'yi taşıyamadığından söz ederek, 2023 yılında tümüyle yeniden yazılmış, demokratik ve sivil bir anayasaya ihtiyaç olduğunu duyurdu.

Yeni bir anayasa yapmanın, dört yıllık yasama faaliyeti için seçilmiş mevcut Meclis'in değil, sadece anayasayı yapmak üzere seçilecek kurucu Meclis'in görevi olduğu yönünde anayasa hukukçularının görüşü bu yazının konusu olmadığı için bir yana bırakıyorum.

Neresinden bakarsak bakalım bu iktidarın "sivil ve demokratik" bir anayasa yapmak istediği konusunda çok ciddi bir kuşku ve güvensizlik var.

Bu kuşku ve güvensizliğin nedeni, iktidarın anayasa konusundaki sicilinin bozuk olması.

2010 ve 2017'de ne oldu?

İlk akla gelen kuşku zamanlamayla ilgili…

Millet İttifakı, aylardır parlamenter sisteme dönüş için anayasa değişikliği üzerinde çalışırken, iktidardan yeni bir anayasa önerisi gelmemişti. Neden şimdi ortaya bir anayasa konusu atıldı?

İki ay önce iktidarın vadettiği bir hukuk reformuydu. Öyle bir hukuk reformu hazırlanıyordu ki, uygulamaya girdiğinde bütün dünya Türk hukukuna güveneceği için Türk ekonomisine yatırım yapacaktı. Reform insan hakları eylem planına dayalı olacaktı.

Henüz bu reform ortaya çıkmadan iktidar çıtayı yükseltti ve "sivil ve demokratik" bir anayasa vaadi ile neden şimdi kamuoyunun karşısına çıktı?

İktidarın aklına yeni bir anayasa yapmak, 12 Eylül 2010 anayasa değişikliğini yaparken gelmedi de neden şimdi geldi?

İktidarın aklına yeni bir anayasa yapmak, Türkiye'de sistem değiştiren 2017 anayasa değişikliği ile cumhurbaşkanlığı hükümet düzenine geçerken neden gelmedi de şimdi geldi?

2010'de ve 2017'de sivil ve demokratik bir anayasa ihtiyacı yoktu da şimdi neden bu ihtiyaç doğdu?

Bu soruların altında, iktidarın giderek destek yitirmesi, ağır sorunlar karşısında çaresiz kalması, Millet İttifakı'nın parlamenter sisteme geçiş konusunda uzlaşmış olması yatıyor.

İktidarın, bu seçenek daha da güçlenmeden anayasa konusunda ön alarak hem gündemi değiştirmeyi hem de iktidarda kalmanın yollarını aradığı çok açık. Bu arada olanak bulur da yeni bir anayasayı kabul ettirebilirse, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini daha güçlendirmek istiyor. Varlığından hazzetmediği, tek kişi yönetimine engel gördüğü anayasal kurumları devre dışına çıkarmayı, böylece kuvvetler birliğini anayasal hale getirmeyi de amaçladığı izlenimi veriyor.

Bu arada Ayasofya Başimamı Mehmet Boynukalın'ın yaptığı gibi laiklik ilkesinin anayasadan çıkarılması önerisini gündeme sokarak nabız yoklaması yaptırdığı da görülüyor. Boynukalın, açık şekilde anayasadan laiklik ilkesinin kaldırılmasını, 1921 anayasasında olduğu gibi "devletin dini İslam'dır" hükmünün yeni anayasaya konulmasını istedi ve bir kampanya başlattı.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün 1921 Anayasasının ruhunu esas alacaklarını duyurması ve AK Parti Grup Başkanvekili Cahit Özkan'ın "yeni kuruluş anayasası" tanımlamasıyla ilgili tartışmalar sürüyor.

Bu üç açıklama, kamuoyunda Atatürk'ün kurduğu demokratik, laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni son bir hamleyle tamamen tarihe gömüp, Türkiye'yi bir İslam devleti olarak yeniden kurmak konusunda çok ciddi bir kaygı ve kuşku oluşturdu. Tepkiler üzerine, iktidar sözcülerinin, anayasanın ilk dört maddesi ile cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine dokunulmayacağına ilişkin açıklamalarına karşın bu kuşku ve kaygının devam ettiği görülüyor.

Recep Tayyip Erdoğan referandum kampanyası kapsamında 29 Ağustos 2010'da Ankara'da konuşuyor.

Nasıl inandırıcı olacak?

Türkiye Cumhuriyeti'ni bir parantez, bir reklam arası gibi görenleri anımsatan bu açıklamaların yarattığı kaygı bir tarafa, iktidarın anayasa konusunda kötü bir sicili var.

12 Eylül 2010 referandumunda da anayasa değişikliği "demokratik ve sivil" bir değişiklik olarak sunulmuştu. Vesayeti ortadan kaldıracak, 12 Eylül'le hesaplaşacak, yargı bağımsızlığını sağlayacak bir anayasa olarak sunuldu. "Yetmez ama evet"çilerin desteğiyle de değişiklik gerçekleşti.

"Sivil ve demokratik" bir değişiklikten sonra ne oldu?

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'na, Yargıtay'a, Danıştay'a, ağır ceza mahkemelerine ve önemli başsavcılıklara FETÖ'cü yargıç ve savcılar atandı.

Onlar ne yaptı?

Devam eden Ergenekon davasını devraldılar, Balyoz ve Askeri Casusluk gibi davalarla Türk Silahlı Kuvvelerindeki Atatürkçü, demokrasiye, anayasaya bağlı komutanları ve komutan adaylarını tasfiye ederek, FETÖ'cü subayların önünü açtılar. FETÖ'cü subaylar generalliğe terfi ettiler, önemli komutanlıklara getirildiler. Tarihinde ilk defa Genelkurmay Başkanı'nı (İlker Başbuğ) "terörist" diye tutukladılar, iki yıl cezaevinde yatırdılar. Sonunda 15 Temmuz 2016'de darbe girişiminde bulundular.

İktidar "sivil ve demokratik anayasa yapıyorum, 12 Eylülcüleri mahkûm ediyorum" diye yaptığı anayasa ile TSK'yı ve Yargı'yı FETÖ'cülere teslim etti, darbe girişimiyle demokrasi de, laik cumhuriyet de elden gidiyordu.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra yine anayasayı değiştirdiler.

2 milyon mühürsüz oyu geçerli sayarak şaibeli bir referandumla, bu kez parlamenter sistemi kaldırdılar yerine cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini getirdiler. "Demokratik ve sivil" anayasa diye savundukları bu değişiklik sonrasında, kuvvetler ayrılığı ilkesini fiilen kaldırıp, yerine kuvvetler birliğini uygulamaya başladılar. Devletin bütün yürütme gücü Cumhurbaşkanı'nın elinde toplandı. Yasama, yargı ve medya erkleri iktidarın kontrolü altına alındı. Seçilmiş belediye başkanları görevden alındı yerlerine kayyım atandı, dokunulmazlıklar kaldırıldı. HDP'li ve CHP'li milletvekilleri, iktidarı eleştiren gazeteciler, muhalif tweet mesajı atanlar tutuklanmaya başlandı.

Demokratik yollar tıkandı, muhalefetin siyaset alanı daraltıldı, sesi kesildi. Pandemi kısıtlamaları muhalefete karşı kullanıldı, iktidara uygulanmadı.

2010 ve 2017 anayasalarıyla Türkiye daha sivil, daha demokratik hale gelmedi. Aksine otoriter bir iktidar anlayışı yerleşti. Demokrasi ve özgürlükler geri gitti.

Şimdi iktidar yine "sivil ve demokratik" anayasadan söz ettiğine göre uyanık olma zamanı demektir.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"