30 Haziran 2021

Basının nefesi

Gazetecilere uygulanan şiddet kabul edilemez. Halkın haber alma hakkının gereği olarak mesleğini yapmaya çalışan gazetecilere uygulanan şiddet demokrasiyi boğmaya yöneliktir

Her rejimde basın vardır.

Ancak özgür basın sadece demokratik rejimlerde olur.

Basının özgür olmadığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez.

Türkiye de basının nefesini keserek hızla demokrasiden uzaklaşılıyor.

Dizini basının ensesine dayamış boğmaya çalışıyor.

Basının boğulması demek, toplumun ve demokrasinin boğulması demektir.

Türkiye'de iktidar uzun süredir sistemli şekilde özgür basını yok etmek için yoğun çaba harcadı, harcamaya devam ediyor.

Önce devletin gücü ve milletin parasıyla basının sermayesi el değiştirdi. Bir başka deyişle çeşitli yöntemlerle yüzde 95'ine el koydu. El koyduğu yazılı ve görsel medyayı iktidarın propaganda aracı haline getirdi. Gerçek gazeteciler yerine yandaşlarını atadı.

Böylece basının nefesini kesmek istedi.

Ama başaramadı.

Bir avuç gerçek gazeteci ve basın yayın organı çok zor koşullar altında, özgür gazetecilik yapmaya devam ettiler ve iktidarın kontrolündeki yüzde 95'i oluşturan medyaya karşı çok daha etkili oldular. Reytinglerde ve okunurlukta iktidar medyasını çok gerilerde bıraktılar. Yaptıkları gazetecilikle Türkiye'de gündemi belirlemeyi başardılar. Halk gerçekleri onlardan öğrendi, öğrenmeye devam ediyor. Büyük sermaye olmadan, çoğunlukla emek güçlerine dayanarak yaptıkları özgür gazetecilik iktidarın şiddetini üzerlerine çekmeye devam ediyor.

Demokrasinin temel dayanağını oluşturan kuvvetler ayrılığını rafa kaldırarak, yasamayı ve yargıyı etkisi altına alan iktidar, dördüncü kuvvet olan basına da büyük ölçüde el koymasına karşın gazeteciliği yok edemedi.

Gerçek gazetecilerin yerine atamayla getirdiklerinin ise gazeteci olmadıkları kısa sürede ortaya çıktı. Gazeteciliğin, sadece iktidarı övmek ve iktidar gücüne yaslanarak haraç ve rüşvete aracılık olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Kim gazeteci kim değil, hangisi bağımsız yayın organı hangisi değil belli oluyor.

İktidarın devletin güvenlik güçlerini kullanarak basının nefesini kesme girişiminin son örneğini LGBTİ+ Onur Yürüyüşü'nde tanık olduk. AFP'nin foto muhabiri Bülent Kılıç'ın boğazına diziyle basan polis nefesini kesmeye çalıştı. Kılıç'ın, "Nefes alamıyorum" diye bağırmaya çalışmasını hiçe sayan polisler boğazına, sırtına dizleriyle basmaya devam ettiler. Ancak vatandaşın müdahalesi ve görüntü almasıyla, ters kelepçe takıp ayağa kaldırdılar. Emniyet, Bülent Kılıç'ın gazeteci olduğunun karakolda anlaşıldığını açıkladı.

Özrü kabahatinden büyük bir açıklama. Sanki Bülent Kılıç'ın gazeteci olduğunu bilseler boğazına basmayacaklarmış veya gazeteci olmayıp da başka bir vatandaş olsaymış boğazına basıp nefessiz bırakmak haklarıymış gibi...

Kılıç'ın nefessiz bırakılarak ölümüne yol açabilecek bu şiddeti 20'ye yakın basın örgütü birlikte protesto ettiler. Ankara, İstanbul ve İzmir'de toplandılar, "Nefes alamıyoruz, gazetecilik boğulamaz" pankartları altında fotoğraf makinelerini, mikrofonlarını yere bırakarak tepkilerini gösterdiler. "Nefessiz bıraktıkları yalnız meslektaşımız değil halkın öğrenme hakkıdır" diyerek, itirazlarını dile getirdiler.

Güvenlik güçleri bir süredir gazetecilere karşı fiziki şiddet kullanıyor. Uluslararası tanınırlığı olan, birçok ödül sahibi değerli meslektaşımız Bülent Kılıç'a yaptıkları gibi mesleğe henüz başlamış birçok genç meslektaşımıza da görevlerini yaparken şiddet uyguladılar, suçlarından tutup yerlerde sürüklediler, sokak ortasında işkence uyguladılar.

Sadece gazeteciler değil, hakkını arayan her gruba, her vatandaşa şiddetle karşılık veriliyor. Anayasada yazılı haklar fiilen ortadan kaldırılmış durumda. Polisin sert müdahalede bulunmadığı, orantısız güç kullanmadığı, hakaret yağdırmayı hiçbir gösteri ve yürüyüş yok. Hepsini anında nefessiz bırakmaya çalışıyor. Polis amirleri "ağzını açanı içeri alın" diye talimat verebiliyor.

Gazetecilere uygulanan şiddet kabul edilemez. Halkın haber alma hakkının gereği olarak mesleğini yapmaya çalışan gazetecilere uygulanan şiddet demokrasiyi boğmaya yöneliktir.

Gazeteciler devletten gördükleri şiddetin yanında sermayeden de şiddet görüyorlar. İktidara yaslanmış yeni medya sermayesi meslektaşlarımızı hiçbir gerekçe göstermeden ve tazminatlarını bile ödemeden işten attı. Son örneği Hürriyet'ten tazminatsız atılan 45 meslektaşımızdır. Medyanın iktidar bağımlısı sermayesi milletin parasıyla oluşturulmuştur. İktidarın uzantısı olarak yasaları hiçe saymakta ve meslektaşlarımızın hakkını gasp etmektedir.

Bu duruma karşı çıkan meslek örgütleri ve meslektaşlarımızın protestoları anayasal haklarıdır. Barışçı hak aramanın güzel bir örneğidir.

Ancak bu sorun sadece basının sorunu değildir. Tüm Türkiye'nin, tüm toplumun sorunudur. Meslek örgütlerimizin gösterdiği toplumsal muhalefete siyasal muhalefet de sahip çıkmak zorundadır.

Basının nefessiz bırakılması için uygulanan şiddet demokrasinin ve doğal olarak siyasal muhalefetin de sorunudur.

Gazetecilik suç değildir.

Basın nefessiz kalırsa, demokrasi de nefessiz kalır, ortada siyasi muhalefet de kalmaz.

Bunu muhalefetin de anlaması gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"