Ancak o, eleştirilere kulaklarını kapayarak ve içindeki tutkuyu kaybetmeden, sahnede kendini bir diva gibi sunmaya devam etti. Jenkins’in performansları, klasik müzik dünyasının katı kalıplarını yıkarcasına, hayranlıkla alay arasındaki ince çizgide dans ediyordu.
Florence Foster Jenkins’in hikâyesi, sanata ve kendine inancın sınır tanımayan gücünü gözler önüne serer. Müzikal yeteneği sınırlı olsa da sahneye çıkma cesareti ve kendine duyduğu sarsılmaz güven, onu bir fenomen hâline getirmiştir. 1944’te Carnegie Hall’da verdiği unutulmaz konser, hem bir doruk noktası hem de tarihe geçen bir trajikomedi ânı olarak hafızalara kazınmıştır.
Jenkins, ironik bir biçimde, sanatın yalnızca yetenekle değil, tutkuyla da var olabileceğini hatırlatan bir efsaneye dönüşmüştür. Onun hikâyesi, estetik ölçütleri zorlayan ama içtenlikten ödün vermeyen bir hayatın müzikal yansımasıdır.
Oyunun yönetmeni ve oyuncuları, hem oyunun ortaya çıkış sürecini hem de karakterlerin arkasındaki duyguları T24’e anlattı.
Pelin Çifter ve Simay Güntöre | Gece Kraliçesi oyunundan
- Gece Kraliçesi oyununun hikâyesini sizden dinleyelim. Uyarlama fikri nasıl ortaya çıktı ve ekip nasıl bir araya geldi?
Onur Şimdi: Gece Kraliçesi, sanata olan aşkıyla tüm engelleri aşan bir kadının hikâyesi. Uyarlama fikri, bu yolculuğa çıkan insanların hikâyelerine olan ilgimden doğdu. Bir insanın hayallerini gerçekleştirme hakkı başkalarının yargılarıyla mı belirlenmelidir? Florence Foster Jenkins bize bunu sorgulatıyor. Ve kendisi aslında o kadar zamansız bir karakter ki, bizim oyunumuzda bambaşka bir zamanda, Fleur Del Carmine ismiyle yer alıyor. Bu hikâye, yalnızca kötü şarkı söyleyen bir kadının hikâyesi değil. Metni de tüm bunları gözeterek yazdım. Bu süreçte de hem sahne üzerinde hem de sahne arkasında hangi sanatçı arkadaşlarımla çalışmak istediğimi belirlemiştim. Kendileri de bu güçlü kadının hikâyesinden o kadar etkilendiler ki, hep beraber bu oyunu ortaya çıkardık.
- Karakterimiz Fleur Del Carmine’in sahneye olan aşkı bir ego tatmini mi yoksa tamamen özveriden mi kaynaklanıyor? Bir sanatçıda bu iki duygu nasıl bir denge kurar?
Onur Şimdi: Sanat, hem kendini gerçekleştirme hem de bir şeyler paylaşma arzusunun birleşimi olarak görülebilir. Fleur Del Carmine kendisini müzikle ifade edebiliyor. Hatta müzikle var olabiliyor. “Müzik benim hayatımdaki en önemli şey. Eğer müzik yapmazsam deliririm” diyor oyunda. Sahnede olmaktan ve alkış almaktan dolayı mutlu olduğu da gerçek. Ancak aynı zamanda, insanlara ilham verme, onlara bir şeyler sunma isteği de duyuyor. Bir sanatçı inandığı şeyi yaptığında, bu iki duygunun doğal olarak en sağlıklı dengeyi bulduğunu söyleyebiliriz.
- Sizce biz, oyuna ilham olan Florence Foster Jenkins’i neden hâlâ hatırlıyor ve üzerine oyunlar yazıp, hakkında konuşuyoruz?
Onur Şimdi: Florence Foster Jenkins’in hikâyesi, hayal kurma, sınırları zorlama ve cesaretle ilgili. Bir vazgeçmeme hikâyesi. Teknik mükemmellikten çok uzak olmasına rağmen hayallerini gerçekleştirmiş olması, hâlâ onu anlatmamızı sağlıyor.
Simay Güntöre, Altay Altunhalka ve Pelin Çifter | Gece Kraliçesi oyunundan
- Fleur Del Carmine’in müziğe olan tutkusunu ve aynı zamanda kendi yetersizliklerini fark edememesini bir çeşit “sanatsal körlük” olarak değerlendirebilir miyiz? İnsanın tutkusu onun en büyük zayıflığı mı yoksa gücü mü?
Simay Güntöre: Her ikisi de. Kendimden yola çıkmam gerekirse, beni tutkulu, heyecanlı ve hayallerinin peşinden giden biri olarak tanımlarlar. Gerçek hayatta kilit, o tutkunun ayaklarını yere bastırabilmekte bence. Yoksa sizi tüketen, takıntılı bir hale dönüşebilir. Öncelikle peşini bırakmadığınız şeyin somut bir sonucu hiçbir zaman olamayabileceği gerçeğiyle yüzleşmeniz lazım. Ama yine de vazgeçmeme inadında ve cesaretinde olmalısınız. Kendinizle bir anlaşmanız olmalı… “Bu olmadı mı, peki o halde şimdi ne yapıyoruz” diyebilmelisiniz. O zaman o tutkuyu bir amaca dönüştürmüş olursunuz. Çıkış yolunuz olur.
Fleur’a gelince… Onun hayatta kalabilmek için tutunduğu tek dal müzikti bence. Fiziksel sağlık sorunları, gerçek bir ailesinin olmaması… Ağır bir hayat hikâyesi. Kendini özgürce var edebildiği, hayatta olduğunu hissettiği tek yer ise sahneydi.
Gerçeklerin acısını yok saymak için mirasını ve sosyal statüsünü bu amaç için kullanmış olabilir diye düşünüyorum. Önemli olan, sesinin iyi veya kötü olması değildi, konu şarkı söylemekti, sadece şarkı söylemek. Aynı bir çocuk gibi. Seyircilerini ebeveynleri gibi karşısına alıyordu ve sadece performansını sergiliyordu. İstediği tek şey buydu.
- Aslında karakterimiz, hayallerini gerçekleştirmek için ne kadar ileri gidebileceğini de gösteriyor. Hayalleri uğruna bu kadar cesur ve inatçı olabilmek gerçekten bir başarı mı yoksa bir tür trajedi mi?
Simay Güntöre: Nereden baktığımıza bağlı. Bugün başarılı olarak tanımladığımız sporcuların, sanatçıların, iş insanlarının hepsi kendi sınırlarını aşma cesaretine sahip olanlar değil mi zaten? Bize ilham veren, tüylerimizi diken diken yapan hikâyelerin arkasında ben her zaman o inadı ve inancı görüyorum. Bence hedefe kilitlenmelisiniz, başka yolu yok. Bunun bir trajediye yol açmayacağının sözünü kimse veremez ama denemeden de bilemezsiniz. Cesaret de tam olarak burada devreye giriyor.
- Fleur, yeteneği konusunda kendini kandırırken aslında neyi arıyordu?
Simay Güntöre: Sevilmeyi, kendi olabilmeyi, kendi olarak sevilmeyi.
Simay Güntöre ve Pelin Çifter | Gece Kraliçesi oyunundan
- Fleur Del Carmine ve Nicole Lamperti arasındaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız? Bu ilişkide sizi en çok etkileyen çatışma neydi?
Pelin Çifter: Fleur ve Nicole’ün ilişkisi başta tamamen iş odaklı başlıyor. Nicole, Fleur’ün vokal koçu olarak onu sahneye hazırlamak için tutulmuş biri. Ancak zamanla işler değişiyor. Fleur, kendini büyük bir sanatçı olarak görüyor ama Nicole gerçeği biliyor. Yine de bunu ona söylemekten kaçınıyor. Çünkü Fleur’un müziği bırakması, her şeyini kaybetmesi anlamına geliyor. Nicole başta ona karşı mesafeli olsa da zamanla onunla birlikte var olmaya başladığını fark ediyor. Onu sadece eğitmek değil, aynı zamanda korumak istiyor. Ama bu koruma, bir noktada gerçeği saklamaya dönüşüyor. En büyük çatışma da burada: Nicole, Fleur’ün gerçekten iyi bir şarkıcı olmadığını biliyor ama ona bunu söylemiyor. Çünkü Fleur’un dünyası, bu hayale tutunarak var olmasına bağlı.
- Nicole, bir yandan Fleur’e yardım ederken bir yandan da onu kullanıyor gibi görünüyor. Bu karakterin iyilik ve kötülük arasındaki ikileminde hangisi daha ağır basıyor?
Pelin Çifter: Nicole başta sadece işini yapıyor. Fleur’la çalışmak ona iyi bir gelir sağlıyor ve kariyerinde ilerleme fırsatı sunuyor. Ama zamanla işin rengi değişiyor. Nicole’ün besteleri hiçbir zaman gerçek bir sanatçı tarafından seslendirilmiyor, kimse onun müziğine gerçekten değer vermiyor. Fakat Fleur, onun şarkılarını söylüyor, repertuarına ekliyor ve bu, Nicole’e ait olduğu bir alan yaratıyor. Bir noktadan sonra Fleur onun sadece öğrencisi değil, sahnede var olmasının tek sebebi haline geliyor. Nicole onu hem koruyor hem de onun sayesinde kendini görünür kılıyor. Bu yüzden iyilik ve çıkar arasında net bir çizgi yok. Nicole, Fleur’u desteklerken aslında kendi hayalini de bir şekilde onun üzerinden yaşıyor.
- Nicole, Fleur’un gerçeği görmesine neden izin vermedi sizce?
Pelin Çifter: Çünkü Fleur için müzik sadece bir kariyer değil, tamamen kimliğiyle ilgili. Eğer Nicole ona “Sen aslında iyi bir şarkıcı değilsin” derse, sadece sahneyi değil, yaşama sebebini de elinden almış olacak. Bunu yapmak yerine, Nicole gerçeği dengeli bir şekilde yönetmeye çalışıyor. Onu tamamen bir yanılsama içinde bırakmıyor ama hayalini de yıkmıyor. Belki de en büyük sebep şu: Fleur’un gerçeği fark etmesi, Nicole’ün de yüzleşmek istemediği bir gerçekle karşı karşıya kalmasına neden olacak. Kendi müziğinin hiçbir zaman gerçekten değer görmemesi, kendi hayallerinin de Fleur’nki kadar kırılgan olması. Bu yüzden, Fleur’u koruyor gibi görünse de aslında kendi varlığını da onun üzerinden sürdürüyor.