28 Mart 2024

"İdeolojik olarak devletin fikirlerini ifade eden bir tiyatro olamaz"; Tiyatro Kooperatifi'nden Yeşim Özsoy anlatıyor

"Şu dönemde Yeni Metin Tiyatro Festivali’ne, atölyelerimize ve oyunlara bir süreliğine dur demek gibi bir durumumuz söz konusu Gelecek sene ilk defa sezonda ne var dediklerinde “Sezonda bir şey tasarlamıyorum ama 2025 için düşünüyorum” diyeceğim. Şu süreçte ya çok ticari bir noktada olacaksınız ya da tamamıyla kâr amacı gütmeyen bir noktada olmanız gerekiyor. Biz ortada kalıyoruz. Onu bir düzene sokmak yeniden yapılandırmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bunu pek duyurmadık. İlk defa burada söylemiş oluyorum”

Dün Yeşim Özsoy'u tanıdığımız, Tiyatro Kooperatifi'ni ve faaliyetlerini konuştuğumuz ilk bölümünü yayınladığımız söyleşimizin devletin kültür-sanatla mesafesini, Devlet Tiyatroları'nı ve dünyadaki örneklerini, GalataPerform ile Yeni Metin Tiyatro Festivali'ni konuştuğumuz ikinci bölümüyle sizleri başbaşa bırakıyorum.

"İdeolojik olarak devletin fikirlerini ifade eden bir tiyatro olamaz"

- Devletin kültür-sanatla mesafesi, kültür-sanata desteği nasıl olmalı? Hâlihazırda uygulanan Devlet Tiyatrosu modelini nasıl buluyorsunuz?

Devlet Tiyatrosu dediğimiz yapıyı biz Almanya’dan kopyaladık. Almanya’da Stadttheater ve Staatstheater yani şehir ve devlet tiyatroları var. İngiltere’de dünyaya hükmeden National Theatre var. İdeolojik olarak devletin fikirlerini ifade eden bir tiyatro olamaz ama devlet tiyatroları olabilir.

- Bizde uygulanan modele ne kadar benziyorlar?

Direkt aynıdır. Mesela Manfred Beilharz o dönemde ITI – International Theatre Institute (Dünya Tiyatrolar Birliği) başkanıydı, beni kendi genel sanat yönetmeni olduğu devlet tiyatrosuna davet etti ve Wiesbaden Devlet Tiyatrosu’nda oyun yaptım. Orada da devlet tiyatrosu dediğimiz şey bizdeki gibi memur olarak insanların çalıştığı ve maaşını aldığı bir yer. Zaten tiyatronun kurumsallaşması Almanya'da başlıyor ama bizimkinden ayrı şu farklılıkları var.

Bizim Devlet Tiyatromuz dünyanın en büyük devlet tiyatrolarından biri ama yurt dışındaki örneklerinde oyuncular daha dinamik. Mesela benim çalıştığım devlet tiyatrosunda çok az oyuncu ile çok fazla iş üretilebiliyordu. Yine terziler var, kostüm departmanı var vs. bütün o sistem tabii ki oradan alındığı gibi var.Ama bizde merkezi bir yapı oluşturulmuş. Bütün Devlet Tiyatrosu repertuvarı Ankara'ya bağlı. Bu bir kere çok yanlış çünkü merkezden yönetilen bir yapıdan bahsediyoruz. Bir de statik yani kendi içerisinde çok değişim alanı yok. Oyuncular hayat boyu oradalar mesela. Böyle bir durum Almanya’da da dünyada da yok. Bir oyuncu girdikten sonra hayat boyu kadro garantisi yok.

Ama “devletin tiyatrosu olmaz, devlet tiyatrosu olmamalıdır” gibi bir şey kesinlikle söyleyemem. Şu sebeple söyleyemem; birincisi devletin yardımı olursa sanat bozulur gibi bir algı var. Ki bizde öyle oluyor da. Bağımsız tiyatrolarımız “hiçbir yerden para almadan tiyatro yaparım ben” diyor. Devletten, belediyeden para almamalıyım gibi bir intiba uyanıyor. Çünkü bizim gibi ülkelerde yardım yapıldığı zaman belirli sansür mekanizmaları, kontrol mekanizmaları oluşuyor.

Dünyaya baktığınız zaman mesela Avignon'da çıkan bütün büyük yönetmenler, büyük oyunlar vs. bunların hepsi büyük bütçelerle oluşturulmuş oyunlardır. Tabii ki sokaktan çıkmış, düşük bütçeli olan oyunlar var ve bir noktaya geliyor. Ama bütçe olmadan hani bu tür oyunların çıkması mümkün değil.

"Ekranlardan tanıdığımız hasbelkader iyi olduğunu düşündüğümüz bir oyuncunun yönetime gelmesi ve ona inanılması bana bir şey ifade etmiyor"

- Devlet Tiyatroları’nı konuşmuşken Tamer Karadağlı’yı da sormak istiyorum. Göreve geleli 8 ay oldu ve ilk atandığında büyük tartışmalar yaşandı. Yakın zamanda da Devlet Tiyatroları Genel Müdürü olarak ilk defa Milliyet'ten Ali Eyüboğlu'na konuştu. Bu süreçte Devlet Tiyatroları’nda nasıl bir değişim yaşandı veya yaşanmadı, takip edebildiniz mi?

Açıkçası kendi alanımıza o kadar odaklıyız ki Devlet Tiyatroları konusunda çok uzman değilim. Tamer Karadağlı Devlet Tiyatroları'nda tam olarak ne yaptı farkında değilim. Biraz cahilce konuşacağım bu konuda ama tabii ki başta hepimiz eleştirdik. Ben ülkem için, şehir tiyatrolarım için, Devlet Tiyatrolarım için uluslararası çapta işler üretecek vizyonu olan kendi alanında rüştünü ispatlamış bir tiyatro yönetmeninin, yazarın vs. yönetime gelmesini arzuluyorum. Açıkçası ekranlardan tanıdığımız hasbelkader iyi olduğunu düşündüğümüz bir oyuncunun gelmesi ve ona inanılması bana bir şey ifade etmiyor.

Mesela bir Işıl Kasapoğlu, bir Şahika Tekand, bir Mehmet Birkiye ya da genç bir yetenek, mesela uluslararası çapta işler üreten biri yönetime gelse “İlginç bir şeyler olacak burada” derim. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları’na Mehmet Ergen geldiğinde sevinmiştik. Mehmet Ergen’in döneminde pek çok genç yazar Şehir Tiyatroları’na girmişti, Yeni Metin Tiyatro projesinden Şirin Gürbüz repertuvara dahil edilmişti, bir hareketlilik olmuştu. Şu dönemde de güzel şeyler oluyor, bu sefer de İBB Şehir Tiyatroları’nda kadın bir genel sanat yönetmeni var ve bunlar bana göre artı değerler.

Ama Devlet Tiyatroları’nda ben şu anda bir fark hissetmiyorum, herhalde gelecek seneye bakacağız. Yeni repertuvar açıklandığında, nelerin repertuvara dahil edildiğini gördüğümüzde bir şeyleri anlayacağız diye düşünüyorum. Ama Tamer Karadağlı söyleşisinde kurumun içerisinde sistemi değiştirecek şeyler yapılacak mı onunla ilgili bir beyanat verdi mi ondan emin değilim.

Yeşim Özsoy

- Ben söyleşiye gelmeden bir hesap yaptım. Sizin Fairfly oyununuza gitmek için iki kişilik bir plan yapsak, iki kişinin bileti 600 lira. Toplu taşımayla gidip gelmek yetmiş lira ve dışarı çıkmışken bir yerde birkaç kadeh bir şey içip, basit bir yemek yemek de en az bin lira. Özel tiyatrolarda değil de Devlet Tiyatroları, Devlet Opera ve Balesi (DOB) veya şehir tiyatrolarında bile olsa iki kişinin bir gecelik maliyeti bin liranın altına düşmüyor. DOB’da bile en ucuz bilet 125 lira. Uzattım biliyorum ama şunu sormak istiyorum. Bu sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın çözeceği bir iş değil makro ölçekte bir planlama yapılarak, KDV gibi kalemlerde yapılacak düzenlemeler için Maliye Bakanlığı hatta belki de sahnelerin artması için Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile belediyeyi de işin içine katmak gerekiyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yaptığınız görüşmelerde bunlar da gündeme geliyor mu?

Bakanlıklar arası iletişim ve hatta çalıştay yapılması konusunda çok önerimiz oldu. Ayrıca mevzuatla ilgili de kapsamlı önerilerimiz var tabii. Mesela spor kulüplerine yapılan bağış örneğinde olduğu gibi bağış meselesini öne çıkarıyoruz. Tiyatrolara da bağış teşviki düzenlemesini yapalım gibi şeyler.

Mesela Türkiye'nin en önemli aktörü Haluk Bilginer, neden Oyun Atölyesi’nin duvarına "Kimseden yardım almadan burayı tek başıma kurdum" diye yazıyor? Bu Türkiye'nin ayıbıdır diye anlatıyoruz. Orası da stüdyo sahne olarak tabir edebileceğimiz bir yer. Avrupa’ya gittiğiniz zaman Baba Sahne, Moda Sahnesi, Oyun Atölyesi gibi 200 civarında koltuk kapasitesine sahip olan ve bizim büyük diye tabir ettiğimiz sahneler, onların stüdyo sahnesi. Tipik olarak ölçeklendirme Zorlu PSM’deki gibi 750 kişilik bir orta sahnesi, 150-200 kişilik stüdyo sahnesi ve bir de 2 bin 200 kişilik ana sahnesi vardır. Biz bu sahneleri bile ayakta tutamıyoruz, var olmaları da çok zor oluyor. Sorunuzdaki KDV kısmı aslında en kolaylarından çünkü sinema biletleri üzerinden bir emsal de var.

"Ölçeklendirme olmadığı sürece bu garip sistem adaletsizlikle devam eder"

Bu sefer de “KDV'yi hepsinden düşersek şov olarak, eğlence olarak çıkmış olanları nasıl değerlendireceğiz?” diyorlar. kumbaracı50’nin, GalataPerform’un veya Bahçe Galata’nın 50 kişiye oynayan x oyununda bunu yaptığımızda büyük yarar sağlayacağız ama diğer tarafta da 1650 liraya, 2 bin liraya bilet satan tiyatrolar var. "Onların KDV'lerini de yüzde 1'e indirirsem ne olacak?" gibi bir soru ortaya çıkıyor. Ama sinema biletinde bu yoktur çünkü sinema bileti daha normalize bir durumdadır. Sinema biletini bir yerde iki yüz elli liraya, bir tarafta da iki bin liraya almazsınız.

Yeşim Özsoy | Yüz Yılın Evi oyunu

Belediyeyle ilgili de şunu söyleyebilirim. Bir şeyler önerdiğinizde eşit durma meselesi oluyor. Muhakkak herkese eşit mesafede durmalıyız dediğinizde adil olanı kaçırabiliyorsunuz. Bir ölçeklendirme gerekiyor. A tiyatrosuyla z tiyatrosu arasında bir farklılık olabilir. Bir tiyatro sadece oyunu yapıyordur, diğeri ise aynı zamanda topluma yarar sağlayacak bir proje geliştiriyordur ya da kendi sahnesinde başka tiyatroları istihdam ediyordur veya tali bir bölgede tiyatro yapıyordur ve o bölgeye bir şey katıyordur. Puanlama sistemi vs. gibi şeylerle adil bir şekilde bütçenin dağıtılabiliyor olması lazım.

Bu yapılması gereken şeylerden biri kültür yöneticilerinin gelişmesidir. Yani bürokratlarla birlikte kültür yöneticilerinin bu tiyatroları değerlendiriyor, ölçeklendiriliyor ve puanlama sistemine oturtuyor olması gerekir. Mesela Londra'da Arts Council böyle bir ara formüldür. Proje bazlı destek dağıtıldığında Kayseri'deki özel tiyatro ile İstanbul'un göbeğinde 40 bin lira kira veren, ayda 150-200 bin lira elektrik parası ödeyen özel tiyatro aynı parayı alıyor. Kayseri'deki tiyatro almasın anlamında demiyorum ama orası memnun çünkü kirası 3 bin lira. Ölçeklendirme olmadığı sürece bu garip sistem adaletsizlikle devam eder.

Ama şunu da belirtmem gerekli, proje bazlı yardımın dışında sahnesi olan tiyatrolara da ayrıca bir yardım yapılıyor. Çok söyledik ve bu kazanımı elde ettik, ilk defa bu başladı. Yine de o sahnenin ayakta kalması için geçerli olacak bir bütçe değil ama en azından bir kazanım olarak düşünüyoruz.

Bunlar sadece bürokratların yapabileceği bir şey değil dediğim gibi kültür yöneticilerinin yetişmesi gerekiyor.

- Özellikle İstanbul’da bir kültür-sanat enflasyonu olduğunu düşünüyor musunuz yoksa tiyatro “altın çağını” mı yaşıyor?

Her oyun full oynuyormuş gibi bir intiba var ama bu sene ben çok zorlanıyorum. Bazı sanatçı arkadaşlarım bile “Tiyatrolar müthiş bir sezon geçiriyor, bütün oyunlar dolu” diye yorumlar yapıyor.

En başa dönmüş gibi olacağım ama devlet, şehir ve belediye dışında herhangi bir tiyatronun ayakta durması için oyun yapması ve bilet satması lazım. Ayakta kalabilmesi için başka bir alternatif yok sürekli üretmek zorunda. Peki, o kadar seyirci var mı? Yok.

Bir de göz boyayan kocaman yapımlar var, pazarlama teknikleriyle de onu geliştiriyorlar. Çok satan yazarlarımız, çok satan oyunlarımız var tabii ki ama bir yandan hiç satamayan bir sürü çok değerli işler üreten insanlar da var.

Bir de şöyle bakmak gerekiyor; dünya çapında bir eser çıkaramıyorsan, Türkiye tiyatrosu diye bir şeyden bahsedemiyorsak, herhangi bir Türk oyun yazarının ya da bir yönetmenin yurt dışında büyük başarılar elde ettiğinden bahsedemiyorsak o zaman bence bir şey yok ortada.

"Yeni Metin Tiyatro Festivali’ne, atölyelerimize ve oyunlara bir süreliğine dur diyoruz; daha iyi bir yapılandırma formülü bulmak için. Bunu pek duyurmadık, ilk defa burada söylemiş oluyorum"

Şenay Gürler ve Özgür Çoban | Medea'ya Göre Ahlak oyunu

- Son olarak GalataPerform'u ve Yeni Metin, Yeni Tiyatro projesini soracağım. Bu yıl bizi neler bekliyor?

Sahnede 2 oyunumuz var. Pandemi sonrasında 2022 Nisan ayında İran asıllı İsveçli yazar Athena Farrokhzad’ın Medea'ya Göre Ahlak diye benim yönettiğim bir oyun çıktı. Onun yanında yine aynı festivalde okumasını yaptığımız Mark Levitas’ın yönettiği, Katalan yazar Joan Yago'nun Fairfly adlı oyunu var.

Aslında ilginç bir dönemde yakaladınız beni. Çünkü kasım ayında yirminci senemizi kutladık. 20 sene boyunca her sene bir oyun yazıp yönetmiş, her sene bir proje geliştirmiş, 12 sene festival yönetmiş, dört sene tiyatro kooperatifi yöneticiliği yaptıktan sonra farklı bir döneme giriyorum şahsen.

Şu dönemde Yeni Metin Tiyatro Festivali’ne, atölyelerimize ve oyunlara bir süreliğine dur demek gibi bir durumumuz söz konusu. Gelecek sene ilk defa sezonda ne var dediklerinde “Sezonda bir şey tasarlamıyorum ama 2025 için düşünüyorum” diyeceğim.

Şu süreçte ya çok ticari bir noktada olacaksınız ya da tamamıyla kâr amacı gütmeyen bir noktada olmanız gerekiyor. Biz ortada kalıyoruz. Onu bir düzene sokmak yeniden yapılandırmak gerekiyor diye düşünüyorum. Bunu pek duyurmadık. İlk defa burada söylemiş oluyorum. Bir de ekonomik kriz geliyor diye düşünüyoruz. O yüzden de bu şartlar altında biraz daha kendimizi koruma altına almamız gerektiğini düşünüyoruz. Yeniden bir yapılanma sürecine girip bir böyle bir dur deyip ondan sonra tekrar gücü toplayıp başlamak gibi bir durum söz konusu.

Yazarın Diğer Yazıları

Tiyatrocu Sanem Gençalp: Beni "elinin hamuruyla yapamazsın" denilen işlere karışmak hep heveslendirdi

“Delirmenin özgürleşme olduğunu düşünüyorum. Çünkü hayatımızı zehir eden sosyal yargılar, tabular ve korkular var. Oyunda Nazlı 'nın dediği gibi: Alem ne der kaygısıyla yaşadığımızdan bir halt anlamadık. Bu kodlardan kurtulacak kadar delirmek özgürlüğün ta kendisi”

Tiyatro 'Sefiller'i mi oynuyor, 'altın çağ'dan mı geçiyor; Yeşim Özsoy dünyayı ve Türkiye'nin hâllerini anlatıyor

"Bizim ülkemizde devlet, şehir ve belediye tiyatrolarına düzenli bütçeler ayrılır. Bunun dışında kalan özel tiyatrolara yönelik proje bazlı bir destek vardır. Her sene bu açılır. Yani bir oyunun belirli bir yüzdesini -yüzde 20 ile yüzde 30 arasında olur bu- karşılar. Herhangi bir sahnenin veya tiyatronun ayakta kalması için hiçbir şekilde yeterli olmayan bir destekten bahsediyoruz. O yüzden de özel tiyatrolar bir nevi aslında kendi varoluşlarına terk edilmiş kurumlardır"

Tiyatrocu İpek Türktan: Dizide oynamazsam kendi sahnelediğim büyük prodüksiyon oyuna bile bilet alamayız, kaşeler buna yetmiyor!

“İKSV İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında Pina Bausch Dans Topluluğu geldi Café Müller oyunu için Gülhan Kadim’in söylemesiyle indirimli dönemde bilet aldım. Dizide oynamazsam, tiyatrodan kazandığımla festival kapsamında Türkiye’ye gelen oyunları ben de karşılayamıyorum.”