23 Ocak 2022

Rakamlar acı, ihtimaller daha acı

Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki kadınların sadece sosyal yaşamda değil, iş hayatında, eğitimde, siyasette, kısacası her alanda mücadele etmek zorunda olduğu, hayatının her anında maruz kaldığı bir önyargı ihtimali söz konusu ve ne yazık ki bu önyargıların yaşamlara mâl olması da mümkün

Geçen ay bir tıp dergisi olan Jama Surgery'de cerrah-hasta cinsiyet ilişkisini ele alan ve operasyon sonrası etkilerini değerlendiren bir araştırma yayımlandı. Araştırma 2007-2019 yılları arasında Kanada'nın Ontario eyaletinde 2 bin 937 cerrah tarafından tedavi gören 1,3 milyon hastayı kapsıyor. Sonuç dikkat çekici: Araştırmada, kadın hastaların, erkek cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlar sırasında ölme riski, kadın cerrahlar tarafından yapılanlara oranla yüzde 32 daha yüksek bulunmuş. Araştırma ayrıca erkek cerrahlar tarafından ameliyat edilen kadınların, kadın cerrahlar tarafından tedavi edilen kadın hastalardan yüzde 15 daha fazla kötü sonuç yaşadığını tespit etmiş. Kadın hastaların erkek cerrahlar tarafından ameliyat edildikten sonraki 30 gün içinde komplikasyonlar yaşayıp yeniden hastaneye yatırılma ihtimali de kadın cerrahların operasyonundan yüksekmiş. Üstelik erkek hastaların operasyon sonrası yaşadığı sonuçlarda, ameliyatı yapan doktorun kadın ya da erkek olmasıyla ilişkilendirilebilecek bir komplikasyon ya da ölüm verisi farkı bulunmamış.

Araştırma, kendi alanında ilk kez yapılmış bir çalışma. Rakamları ortaya koymuş ancak sebeplerine dair bir verisi ya da önermesi yok. Muhtemelen önümüzdeki dönemde buna dair çalışmalar da gerçekleştirilebilir çünkü epey ilgi çekici veriler elde edilmiş durumda ve nedenlerinin tespit edilmesi son derece kıymetli olacaktır. Araştırma raporuna istinaden BBC ve The Guardian ise Britanya'da deneyimli cerrahların yüzde 86'sının erkek olduğu bilgisine de dayanarak hekimlerle görüşmeler yaparak verileri yorumlamalarını istemiş. Yapılan haberlerde yer alan görüşleri birkaç başlıkta toplamak mümkün. 

Hekimlerin verdiği yanıtlara göre erkek cerrahların, kadın hastaların şikayetlerini ve acıya dair ifadelerini küçümsüyor olması ilk akla gelen nedenlerden olmuş. Kadınların acıya daha az dayanıklı ve hatta histerik olduğuna dair önyargıların, erkek cerrahların kadın hastalarının ifadelerini daha az ciddiye almasına neden olabileceğini ifade ediyorlar. "Kadınlar kırılgandır" ve "kadınlar sürekli söylenir" algısının etkisi olabilir mi?

Diğer öne çıkan görüş ise kadın cerrahların hata yaptıklarında, erkek meslektaşlarına göre daha fazla eleştirildikleri ve bu nedenle de çok daha hassas, daha dikkatli ve kendini ispatlama çabasında olabileceği yönünde. Kendisine soru yöneltilen bir hekim, "kadın cerrahlar hata yaptıklarında 'beceriksizlik', erkek cerrahlar hata yaptıklarında ise 'şanssızlık' kabul ediliyor" demiş. "Erkek işlerinden" kabul edilen ve zor da bir meslek olan cerrahlığın kadın hekimler üzerinde yarattığı ekstra psikolojik yükün etkisi olabilir mi?

Habercilerle paylaşılan bir başka yaklaşımda kadın hastaların erkek hekimlere karşı kendini doğru ifade etmekte zorluk çekebileceği görüşü dillendirilmiş. Kadınların kendisi hakkında "mızmızlandığının" düşünülmesine dair endişeleri olabileceği ya da mahremiyet algısının etkili olabileceği söylenmiş. Zaten sürekli "zayıf", "yeteriz", "kırılgan" algılanan kadınların, "idare edebilecekleri yere kadar" acılarını saklamalarının etkisi olabilir mi?

Ah şu cinsiyetçi önyargılar!

Haberlerde yer verilen görüş ve yorumların hiçbiri söz konusu araştırma sonuçlarına etki etmemiş olabilir. Hatta verinin nedenlerinin anlaşılması için yapılacak çalışmada, şu ana kadar hekimler tarafından belirtilen görüşlerin de tamamen önyargı olduğu sonucuna varılabilir. Burada asıl önemli nokta, hiçbirimizin hekimlerin aklına gelen ihtimallere "olmaz öyle şey" diyemememiz. Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki kadınların sadece sosyal yaşamda değil, iş hayatında, eğitimde, siyasette, kısacası her alanda mücadele etmek zorunda olduğu, hayatının her anında maruz kaldığı bir önyargı ihtimali söz konusu ve ne yazık ki bu önyargıların yaşamlara mal olması da mümkün.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın (UNDP) 2020 yılında 75 ülkede gerçekleştirdiği ve iş, siyaset ve eğitim alanında kadına dair önyargıları incelediği Toplumsal Cinsiyet Sosyal Normları Endeksi'ne (Gender Social Norms Index) göre dünyanın yaklaşık yüzde 90'ı kadınlara karşı önyargılara sahip. Endekse göre, dünyadaki erkeklerin ve kadınların yaklaşık yarısı erkeklerin daha iyi siyasi liderler olduğunu düşünüyor ve yüzde 40'tan fazlası da erkeklerin daha iyi yöneticilik yaptığını ve iş olanakları az olduğunda erkeklerin işi daha çok hak ettiğini söylüyor. Oysa bu fikirlerin temelini oluşturan hiçbir veri yok. Tam aksine, örneğin yönetim kademesinde kadın sayısının artışının şirketin başarısına etkisine dair çok sayıda saygın araştırma mevcut. 

Toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin üstüne yüklediği ekstralara rağmen kadınlar; iş dünyasında da, siyasette de, eğitimde, sanatta ve sporda da en az erkekler kadar başarılı oluyor. Bu bir önyargı değil, verilerle sabit bir gerçek ancak tabuların ördüğü kocaman duvarlar gözleri kör, kulakları sağır ediyor. Buna bir de erkeklerin konfor alanının bozulması riskini eklediğimizde önyargılar şişirilip kadınların hayatını cehenneme çevirmeye devam ediyor. Acı olan da budur ki, kadınlar doğrudan ya da dolaylı olarak bu düzenin mağdurları oldukça dünya asla daha iyi bir yer olmayacak.

Yazarın Diğer Yazıları

Cumhuriyet sizden fikri hür filmler mi ister?

100 yıllık Cumhuriyetimizi demokratik değerlerle güçlendirme konusunda etkisiz ve çekinik duran iş dünyası temsilcilerine, ne kadar sosyal medya etkileşimi alırsa alsın, sadece filmler, görseller, sloganlar üreterek kendilerini cumhuriyetçi sanmaya devam ettiklerinde, "gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde" olduklarını hatırlatmak biz vatandaşların boynunun borcu

Erbilmişsin, erbilmişsiniz, erbilmişler!

Gözlerinizi kapatın ve tanıdığınız tüm erbilmişleri tek tek sıralayın. Birkaç saniyede ne çok isim bulduğunuza şaşırdınız değil mi?

Yanılgıların en güzeli için ısrarla isteyiniz

İnsan aklının unutkanlık hastalığından kurumların da muzdarip olmaması için gereken baskı unsurunun "haber takibi" yapabilen bir medya olduğunu biliyoruz