14 Ağustos 2022

Dünyayı "günaydın" mı kurtaracak?

Siyasilerin ve şirketlerin, küresel sıcaklığın 1,5 °C'nin üzerine çıkmaması için alınacak önlemleri bireylerin "günaydın" mesajları seviyesinde sunmasının bizi oyaladığını ve sistemin "yakasından düşmemizi" sağladığını görmemek için de kör olmak gerek

Küresel iklim krizi, artık en az bir yönüyle herkesin gündeminde. Her ne kadar yangınları terör eylemlerine, selleri o veya bu siyasi partinin "beceriksiz" yerel yönetiminin altyapı eksikliğine bağlama eğilimi gösterilse de bir şeylerin yolunda gitmediğine dair ortak bir kanı bulunuyor. Adeta "bir şey olmadıysa bile, mutlaka bir şeyler oluyor" fikrinde birleşiliyor. 

Dünya çapında hatırı sayılır ekonomileri yöneten liderler ve çok uluslu şirketlerin en yetkili pozisyonundaki yöneticileri de hep bir ağızdan iklim krizi yaşandığını kabul ediyor (birkaç inkârcıyı artık saymaya bile gerek yok) ve alınacak önlemleri "cesurca" tek tek sıralıyor. Sıfır karbon hedeflerine erişmek için verilen tarihlerde sanki bir yarış yapılıyor; 2030, 2050 ya da ötesine koydukları hedefe ulaşmalarını sağlayacak planları yüksek sesle ilan ediyorlar. Adeta, iklim krizini bizim de günlük hayat gündemimizde tutmaya gayret ediyorlar.

Sorumluluğu paylaşmamızı istiyorlar

Sıradan vatandaşlar olan bizler için biçilen bir rol var. Ne yana baksak bir markanın hayata geçirmeye çalıştığı "farkındalık" projelerinin bir parçası olmaya davet ediliyoruz. Dişimizi fırçalarken suyu fazla akıtmaktan, bir yere giderken aracımızı kullanmaktan, bulaşıklarımızı elde yıkamaktan ve hatta WhatsApp üzerinden arkadaş grubumuza bir "günaydın" yazmaktan çekinir oluyoruz. Çünkü hesap ortada diyorlar; hiçbir ek dosyası olmadığında bir "günaydın" mesajı 4 gram karbondioksit salımına neden olur; sosyal medya platformlarından 10 dakikalık video izlersek 1 gram, bir tweet atarsak 0,2 gram salım… 

Bu bilgiler ışığında biz sade vatandaşlar da hemen önlemlerimizi alıyor, attığımız mesajlara özen gösteriyor, "inbox"ımızdaki mesajları düzenli olarak temizliyor, dişimizi fırçalarken musluğu mutlaka kapalı tutuyoruz… Başka bir deyişle, koca koca hükümetlerin, devasa şirketlerin "aldıkları" sorumlulukları biz de paylaşıyor, onların bizde oluşturduğu "farkındalığın" gereklerini yerine getiriyoruz. Bu arada biz "günaydın" mesajımızı atıp atmamayı düşünürken, dünyanın 1,5 °C'den fazla ısınmasına çare olacak kritik adımlar, birbiri ardına erteleniyor.

İşte büyük yanılgı da burada!

Asıl hesabı ortaya koyabilmek için sudan örnek verelim: Ülkemizde kullanılan suyun yüzde 74'ü tarımsal sulamaya giderken yüzde 13'ü sanayide, kalan yüzde 13'ü ise evlerde kullanılıyor. Başka bir deyişle, evde su kullanımının tamamını durdursak bile su kaybıyla mücadeleye sadece yüzde 13 oranında (ki elbette ciddi bir miktardır) katkıda bulunabiliyoruz. Oysa esas etki, vahşi tarımsal sulamanın önlenmesiyle yaratılabilir. 

Dünyanın akciğerleri olan Amazon ormanlarındaki tahribatın etkilerini, bizim evde daha az kağıt kullanarak kapatmamız mümkün değil. 2014 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Zirvesi'nde 2020 yılına kadar ormansızlaşmanın yarıya indirilmesi sözü verilmiş olmasına rağmen bugün ormansızlaştırma yüzde 41 artmış durumda. Üstelik tek nedeni de bizim arkasını kullanmadığımız kağıtlar değil. Ayrıca Covid-19 salgını sonrasında G-20 ülkeleri tarafından 288 milyar dolarlık bir bütçe iklim krizi ile mücadele için ayrılırken, 296 milyar dolarlık bütçe de fosil yakıt sektörünü desteklemek için ayrıldı. İklim Gazetesi'nde paylaşılan bilgiye göre küresel ısınmanın 1,5 °C'yi geçmesini önleyebilme konusunda yüzde 50'lik bir şansımızın olabilmesi için, tespit edilmiş olan kömür rezervlerinin yüzde 89'unu, petrol rezervlerinin yüzde 58'ini ve fosil metanın yüzde 59'unu kullanımdan çekmemiz gerekiyor. 

Daha pek çok veri paylaşılabilir ama özetle hesap ortada. Dünyanın sonuna giden bu hızlı yolculuğu durduracak başat etkinin, bizim evimizde akıtmadığımız suda, kullanmadığımız araçta, atmadığımız "günaydın" mesajında aranması son derece yersiz, anlamsız. Bu arada belirtmek gerekir ki bireysel tasarrufun, farkındalıkla yapılacak tüketimin mutlaka kritik bir değeri, etkisi, önemi var. Artan nüfus, azalan kaynaklar, hoyratça tüketilen gıda, plastik vb söz konusu ve bireylerin de sorumluluğu çok büyük. Kim aksini söyleyebilir? Ancak siyasilerin ve şirketlerin, küresel sıcaklığın 1,5 °C'nin üzerine çıkmaması için alınacak önlemleri bireylerin "günaydın" mesajları seviyesinde sunmasının bizi oyaladığını ve sistemin "yakasından düşmemizi" sağladığını görmemek için de kör olmak gerek. Bireysel karbon ayak izi hesabının iletişimini, dünyanın en büyük fosil yakıt üreticilerinden birinin başlattığını bilerek başka nasıl düşünebiliriz ki?

Krizle gerçekten mücadele edebilmek için sistemin, sistemin değişmesi için siyasi liderlerin ve elbette iş dünyasının pratiklerinin kökten dönüşmesi gerekiyor. Bu sonuca yürümeyen hiçbir eylemin, hiçbir talebin ve hiçbir aksiyonun sorumlu vatandaşlık mastürbasyonundan öte bir katkısı olmayacağı açık seçik ortada. Küresel iklim krizinin gerçek sorumlularının gerçek değişimi başlatmalarını sağlayacak sesler çıkarılmadıkça bu devran geldiği gibi gider. 

Bir veriyle bitirelim: BBC Future'da yer alan bir makaleye göre İngiltere'de herkes sadece bir tane daha az "günaydın/teşekkür ederim" mesajı atarsa, yılda 16.433 ton karbon salımına engel olunur. 16.433 ton karbondiyoksit salımı da 3.334 dizel yakıtlı aracın salımına denk. Bu veriden "günaydın" mesajımızı azaltmamız gerektiğini çıkarmakta sizce de bir tuhaflık yok mu? "Günaydın" mesajlarıyla ilgilenmek yerine dizel yakıtlı araçların üretim ve satışına odaklanmak ya da internet kullanımımıza kaynak sağlayan elektriğin fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerjiden elde edilmiş olmasını talep etmek geleceğimiz için daha etkili olmaz mı? 

Şimdiden uyaralım: Dünya Bankası verilerine göre, 2050'ye kadar 216 milyon insan, iklim krizi kaynaklı nedenlerle göç edecek. Onu da iklim krizinin bir sonucu olarak görüp hükümetler düzeyinde önlem almak yerine, iç siyasetin malzemesi "sınırlarımızın bekâreti" politikasıyla ele alırsak yine bir başka iklim felaketine milliyetçilik sosuyla tüy dikmiş oluruz. Ne kadar az "günaydın" yazarsak yazalım, çare olmaz. 


Not: Bu yazıyı okurken bir çaydanlık suyu kaynatacak kadar enerji sarfiyatına sebep oldunuz. Üzgünüm. 

Esra Şengülen Ünsür kimdir?

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunu olan Ünsür, 2004 yılında kurulan, ulusal ve uluslararası pek çok markaya iletişim danışmanlığı hizmeti veren Artı İletişim Yönetiminin yönetici ortaklarındandır. 

2011 yılında Türkiyenin ilk nöropazarlama şirketi ThinkNeuronun kurucuları arasında yer aldı. Farklı sektörlerden pek çok marka için reklam, marka görselliği, ambalaj, web ve mağaza tasarımı gibi konularda bireylerin bilinç dışı verilerini analiz eden Thinkneuro ekibiyle birlikte Türkiyenin ilk nöro itibar” araştırmasını hazırladı. 

Reklam Özdenetim Kurulu (RÖK), Teknolojide Kadın Derneği üyesidir. 

Nisan 2020den bu yana T24te güncel konuları iletişim uzmanlığıyla değerlendirdiği köşe yazıları yazıyor. 

Yazarın Diğer Yazıları

Iskalanan şimdiki zaman, yok olan vicdan

Ekranların ardına sığınmış bir beden, gerçek acıyı da hazzı da sevgiyi de bilmez

Siyasete mesafeli etik olmak

Siyaset hayatın ta kendisi; "bulaşmak" değil, "bulaşmamak" daha etik bir sorun sanki

Cumhuriyet sizden fikri hür filmler mi ister?

100 yıllık Cumhuriyetimizi demokratik değerlerle güçlendirme konusunda etkisiz ve çekinik duran iş dünyası temsilcilerine, ne kadar sosyal medya etkileşimi alırsa alsın, sadece filmler, görseller, sloganlar üreterek kendilerini cumhuriyetçi sanmaya devam ettiklerinde, "gaflet, dalâlet ve hatta hıyanet içinde" olduklarını hatırlatmak biz vatandaşların boynunun borcu

"
"