14 Mayıs 2023

Geçmişimiz, geleceğimiz annelerimize kayıtlı, "Mitokondriyal havva"

Bu anneler gününde onarılması gereken öyle çok şey, üstesinden gelinmesi gereken öyle çok keder var ki... Annelerden geçen o kudretli enerjiye her zamankinden çok muhtaç olacağız. Bize yaşam veren annelerimize… Minnetle...

Bu pazar siz bu yazıyı okurken "Anneler Günü" seçim gerilimine karışmış olacak.

Bu coğrafyada tam da o gün, akıllarını yitirmeksizin bir an'da yitip giden çocuklarının izlerini bulmak, adaletlerini aramak için yollara düşen, enkazlarda çığlıklarına erişemedikleri çocuklarının kederiyle ömürlerini tüketen anneler, annelerine teselli mektubu yazan idam mahkûmları, mapustaki esirler düşer aklıma.

Hüzün, yorgun bedenlerimizi ve ağır taarruz altında kalan zihinlerimizi iyiden iyiye hımbıllaştırıp kırılganlaştırır biliyorum.

O nedenle bu anneler gününde ben size biyolojik canlılığımıza dair "conatus"umuzdan dem vuran bir derleme yapayım.

Belki biraz ilham ve hatta neşe verir.

Sonsuzluğun meşalesini taşımaya yazılmış, kayıt olmuş "annelik" ile biyolojik bağımıza ilişkin bazı eğlenceli, hem manası olan hem de metaforik buluşlardan söz edeceğim.

Mesela, hücrelerimizde enerji kaynağı olarak işlev yapan mitokondirilerimizin DNA'sının annelerimizden, hatta yalnızca annelerimizden gelmesi ile ilişkili olanı çoğunuzun duyduğundan eminim.

Bir genetikçinin annesinin ölümünün ardından "Mitokondirisi bende kaldı" başlıklı hüzünlü denemesi beni çok etkilemişti.

Yazıdan alıntıyla:

"Benim hücremde. Benim her hücremde, annemin mitokondrisi var. Her nefes alışımda, her kalp atışımda, her elimi uzatışımda, her düşüncemin başlangıcında, ne için enerji harcıyorsa bu vücudum, işte orda annemin mitokondrisi var..."

Canlılığın, enerjinin kaynağı, annelerimizin mirası olan mitokondriler ile ilişkili çok heyecan verici bulduğum bir bulguyu dair şu tanımı da paylaşayım: "Mitokondriyal Havva"

Bu tanımın yer aldığı ilgili makaledeki Havva muhtemelen 200 bin yıl önce Afrika'da yaşamış olan bir kadın. Araştırıcı bu bulguya, çeşitli insan topluluklarındaki mitokondriyal DNA analizleri ile ulaşmış [Wainscoat, J.Out of the garden of Eden. Nature 325, 13 (1987)]

Yaşayan tüm insanların birer nesil yukarı tüm annelerini bulup nesiller boyunca akışı izlediğimizde tek bir kadına ulaşıyoruz, ki bu kadın yaşayan ne ilk ne de o zaman yaşayan tek kadın.

Ama bu analizler sonucu ulaşılan bu ana atamıza yaşadığı düşünülen ilk kadın olan Havva'nın adı veriliyor.

Havva; yaşayan ilk kadına verdiğimiz unvan çünkü.

İşte bizi Havva'ya kadar ulaştıran da bu tuhaf olduğu kadar güçlü ve kudretli olan mitokondrilerimizin genomu.

Hücrelerimizin çekirdeğinde bulunan, genetik özelliklerimizi belirleyen, hem anne hem babamızdan gelen, DNA, ölü bedenlerde uzun süre kalamadığı için insanın kökenlerinin araştırılmasında, onun yerine yalnızca annelerimizden miras, esnekliği ve dayanıklılığı daha fazla olan "mitokondriyal DNA" kullanılıyor.

Bizi kökenimize, geçmişimize bağlayan anne mirası "mitokondriyal DNA" yalnızca annelerle değil aynı zamanda bizim enerjimizin kaynağı ile de ilişkili.

Yaşamak için, canlılık için gereksindiğimiz enerji de mitokondrilerimiz tarafından üretiliyor.

Ve bu isyankâr, kudretli bir enerji.

"Hücrelerimiz mitokondrilerle doludur. DNA'larının davranış biçimi, bir isyan eyleminden başka bir şey değildir."

Biyolojik varlığımızla ilişkili artan bilgilerimiz ile anne mirası mitokondriyel DNA'nın, anne-babadan gelen DNA'mıza bağlı genetik hastalıkları da düzeltebileceği anlaşılıyor.

Demek ki bu kudretli, tuhaf, anne mirası enerjimiz ile artık DNA'mız yani genetik mirasımız yazgı olmaktan çıkabilecek.

O zaman, "Mitokondriyal Havva" ulaşabildiğimiz, anasoylu en son ortak atamıza verilen unvandır, diyebiliriz.

Aslında içimizde bizimle yaşayan, iyiliğimizden sağlığımızdan sorumlu trilyonlarca mikroorganizmadan oluşan "mikrobiyota"mız da annelerimizden bize geçiyor.

Gebelik ile başlayıp, doğum eyleminin sonuna kadar uzanan süreç ve sonrasında emzirme ve temas ile mikrobiyotalarımızın çekirdek yapısını şekillendiren mikroorganizmaları annelerimizden alıyoruz.

Yeni doğmuş tüm bebekler, mitokondriyal DNA ile birlikte "varoluş" esnekliğini belirleyecek olan "mikrobiyota"larını da anneden alıyor.

Sağlıklı geleceğimizin en önemli kaynağı kadınlar yani.

Geçmişimize bağlayan, enerjimizi, canlılığımızı sağlayan, geleceğimize miras mitokondrilerimiz ve mikrobiyotamızı aldığımız annelerimiz.

Her ne kadar bu coğrafyada, sonuna iyice yaklaştığımız bu son'lu, meşakkatli zaman diliminde "annelik" iyice zorlu bir hale geldiyse de biyolojik bağımıza ilişkin bu heyecan verici buluşların hikâyesi ile çocuklarımıza "var oluş" ısrarı konusunda ilham verebilmiş olmayı umuyorum.

Demek bu zorlu zamanlarda fark ettiğim dayanıklılığım öte yandan ummadığım kadar kırılganlığım annemden miras.

Şimdi bu anneler gününde onarılması gereken öyle çok şey, üstesinden gelinmesi gereken öyle çok keder var ki...

Annelerden geçen o kudretli enerjiye her zamankinden çok muhtaç olacağız.

Bize yaşam veren annelerimize…

Minnetle...

Esin Şenol kimdir?

Esin Şenol, lise eğitimini TED Ankara Koleji'nde tamamladıktan sonra, tıp eğitimini Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1987 yılında tamamlamış ve aynı yıl Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı'nda Araştırma Görevlisi olarak uzmanlık eğitimine başlamıştır. 

Aynı anabilim dalında 1992 yılında ihtisasını tamamladıktan sonra uzman olarak göreve başlamış, 1995 yılında yardımcı doçent, 1996 yılında doçent, 2003 yılında da profesör unvanlarını almış ve 2009-2013 yılları arasında anabilim dalı başkanlığı yapmıştır. 

1999 yılında Tufts University, New England Medical Center, Boston/MA'da "Kemik İliği Transplantasyon Ünitesi"nde Research Fellow (Araştırma Asistanı) olarak çalışmıştır. Halen kanser hastalarının infeksiyon izleminde konsultan olarak görev yapmakta ve bu konuda araştırmalarını sürdürmektedir.

Prof. Dr. Esin Şenol, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Enfeksiyon Hastalıkları Ve Klinik Mikrobiyoloji Anablim Dalı Öğretim Üyesidir.

Ayrıca bağışıklama ve özellikle erişkin aşılması ile ilgili çalışmalar yürütmekte olup,

Gazi Üniversitesi, Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı bünyesinde Türkiye'deki ilk "Erişkin Aşı Merkezi" kurmuştur. 

2013 yılında KLİMİK (Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları) Derneği alt grubu olarak, Erişkin Bağışıklama Çalışma Grubu (EBÇG) kurmuş ve halen başkanlığını yürütmektedir. 

Ayrıca; Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Etik Komite (2005-2007), Gazi Üniversitesi Akademik Değerlendirme ve Akreditasyon Ofisi (GÜADEK) –Kurucusudur (2005-2007).

Gazi Üniversitesi - Avrupa Üniversiteler Birliği ve Bolonya Süreci Kurucusu (2005-2007) ve 

Febril Nötropeni Derneği Genel Sekreterliği (2005-2011) yürütmüş olduğu diğer görevlerdir.

TTB_Pandemi Çalışma Grubu üyesidir.

ATO Onur Kurulu Üyesi olarak çalışmıştır (2020-2022).

ATO-Yönetim Kurulu Üyesi (2006-2008) olarak çalışmıştır.

Halen T24 ve Birgün Gazetesinde köşe yazıları yazmaktadır.

Yabancı dili İngilizce olup evli, 1 çocuk annesidir.

Dünya Kitle İletişim Vakfı tarafından gerçekleştirilen 31. Ankara Uluslararası Film Festivali (3-11 Eylül 2020) ve 32. Ankara Film Festivalı (4-12 Kasım 2021) Düzenleme Kurulunda yer almıştır.

33. Ankara Film Festivalı (3-11 Kasım 2022) Düzenleme Kurulundadır.

İlgi alanları, sinema, yelken ve edebiyattır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bu da geçmiş oldu

Fark ettim ki son onlarca yıl her biten yılın sonunda yüksek ihtimalle yaşanmışlıklarla yüklenmiş belleği silkelemek için geçip gitmekte olan yıla söylenmişim. Demek ki daha iyisinin olacağından umudu hiç kesmemişim

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

"
"