Türkiye’de özellikle Gezi Direnişi’nden sonra yeni bir dönem başladı. Medyanın manipülasyonu ve gerçekleri gizleme, yok sayma çabası, geniş kitleler tarafından açıkça görüldü. Oysa bunu Kürtler yıllardır yaşıyordu. Yıllardır suçlanıyorlar, yok sayılıyorlar, bir de tüm bunların üzerine ana akım medyadan hakaret ve küfür işitiyorlardı. Oysa kurban kimdi, katil kim? Kim zaten doğal olarak sahip olması gereken demokratik haklarını talep ediyordu? Kim bütün demokratik hak taleplerini yok sayarak, bunları yok sayarak bastırmaya çalışıyordu?
Gazeteci ya da yazar nesnel olmalıdır evet. Ancak gazeteci aynı zamanda gerçeğin yanında taraf olmalı ve o gerçeğin ortaya çıkmasına çalışmalıdır.
Türkiye’de AKP hükümeti, hem yandaş ve taraftar işadamları vasıtasıyla, hem de TMSF aracılığıyla el koyarak gazete ve televizyon kanallarının bir bölümünü kontrolü altına aldı. TMSF kontrolü dışındaki penguenci medyanın büyük bölümünü de korkutarak yönlendirmeye başladı.
Yandaş medya olarak adlandırılan bir kesim var. Yandaş medya mensupları kendi çıkar dünyalarının yollarındalar. Zaten adı üzerinde yandaş; sırtlarını iktidara yaslayarak bunun getirdiği nimetlerden yararlanarak yaşıyorlar; ta ki bu hükümet iktidardan düşene dek. Ondan sonra da “Kral öldü. Yaşasın Kral!” diyerek yeniden sırtlarını dayayacakları yeni iktidarlara yaklaşacaklar.
Biraz da AKP hükümetinden kuşku duyunuz
Taksim Dayanışması eleştirilmez değildir, elbette eleştirilebilir. Ancak,hükümetin bu konudaki yüzde 99 sorumluluğunu yok sayarak, olayların seyrinden “kurban”ı sorumlu tutar ve ona gol atmaya çalışırsanız, bence bunun adı gazetecilik değil, gerçek sorumlu muktedirleri aklama çabası olur. Bu kadar açık haksızlığın yapıldığı, yasaların ve hukukun aleni olarak çiğnendiği, şiddetin yasal olduğu bir ülkede kurbanlar da hata yapabilir. Gezi olaylarının bu noktaya gelmesinden sorumlu olan Taksim Dayanışması değil, bizzat AKP hükümeti olmuştur. Bu tüm dünyada böyle bilinmekte ve yazılmaktadır.
Eger kurbanlara sorulacak sorularınız varsa sorun, ama aynı zamanda, Ethem Sarısülük’ü öldüren polisin neden serbest bırakıldığını, Ali İsmail Korkmaz’ı arkadaşlarının öldürmüş olabileceğini söyleyen Eskişehir Valisi’nin neden görevden alınmadığını da sorunuz. Silahsız insanlar açıkça sokaklarda palalarla tehdit ediliyor, silah çekiliyor ve bütün bunlar polis gözetiminde oluyor. Űstelik bu insanların bir bölümü serbest bırakılıyor. Böylesi faşizan, demokrasinin insanlara getirdiği en temel hak ve özgürlüklerin AKP hükümet tarafından çiğnendiği bir ortamda biraz da hükümete bu soruları sorunuz.
Peki “zaman aşımına uğratılan Sivas davasını, Hrant Dink cinayetinin arkasındakilerin nasıl unuttulduklarını da sormayalım mı?
Ali İsmail Korkmaz’ın ailesi için “O Aileyi arayacağım.” diyen İçişleri Bakanı Muammer Güler’e de sorunuz: “Sen olanlardan sorumlu olan ve istifa etmesi gereken bir numaralı kişisin, hangi yüzle arayacaksın.” diye.
AKP’ye, muhalif gördükleri kurumları nasıl bir bir tasfiye yoluna gittiklerini, örneğin muhalif olarak gördükleri TMMOB’tan torba yasa ile yetkilerini kısıtlayarak nasıl rövanş aldıklarını soralım.
Basın özgürlüğünü engelleyenleri de eleştirelim
Polis şiddetini haberleştirdiği için 1 yıl daha hapis cezasına çarptırılan gazeteci Hamdiye Çiftçi’yi sorunuz Başbakan’a. Yine en temel demokratik haklarını kullanarak barışçıl yürüyüş yapmak isteyen gazetecilerin karşısına neden toma ve polis çıkartıldığını da?
Cezaevlerindeki, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı içeride olan Kürt, Türk ve diğer etnik azınlıklara mensup gazetecilerin ne zaman serbest kalacağını da soralım.
Roboski katliamının üstünün neden kapatıldığını ve bir taraftan “barış süreci” deyip, diğer taraftan Lice’de köylülerin üzerine neden ateş açıldığını da soralım.
Gezi Direnişi sırasında polis şiddetinden dolayı ölenleri, yaralanları ve gözünü kaybedenleri de dile getirelim.
Gezi direnişi gösterilerine katıldıkları için tutuklanan kadınların neden, müebbete mahkûm kişilerin bulunduğu tecrit koğuşunda tutulduklarını da yazınız.
Demokratik bir şekilde barışçı gösteri yapan öğrencilerin, neden tutuklanarak yıllarca hapiste tutulduklarını ve öğrenim hakları da dahil birçok şeyi yitirdiklerini de soralım.
Ali İsmail Korkmaz’in dövülerek öldürülme anı görüntülerinin büyük bölümünün neden polis tarafından silindiğini de gündeme getirelim.
“Destan yazdı.” denilerek sırtı sıvazlanan, ödüllendirilen polisin garajlarda, meydanlarda insanları nasıl acımasızca öldüresiye dövdüğünü de yazınız.
Gazeteci gerçeğin yanında taraftır
Gazeteci gerçeğin yanında taraftır. Gerçeğin ortaya çıkması için bazen büyük bedeller ödemeyi de göze alır gerçek gazeteci ve yazar.
Yandaş yazarlar, bu gazetelerde ve televizyonlarda alaycı, tehditkâr ve sırtını hükümete yaslamış olmanın verdiği güvenle konuşup yazıyorlar. Bunların arasında bir bekçi köpeği edasıyla en iğrenç küfürleri hak arayan insanlara karşı kullananlar da var. Bunlar ayrıca hükümetin gerçeklikten kopuk, tüm dünyanın güldüğü “komplo teorilerini” de geliştirmeye çalışıyorlar. Bu tavırlarının karşılığını da bazen “başdanışman” yapılarak, bazen de çalıştıkları gazete ya da televizyon kanallarında dolgun ücretlerle konuşup yazmalarına devam etmek olarak alıyorlar.
Bunlar nerede hak ve özgürlük talep eden insan varsa, kalemlerinin ucuna onu hedef olarak koyuyorlar. Ve şaşmaz bir biçimde hükümetin politikalarını izliyor, bu doğrultuda yayın yapıyorlar.
TMSF tarafından el konulduktan sonra, bazı gazete ve televizyon kanallarında bağımsız gazetecilerin neden hemen programlarına son verildiğini ve hatta işten kovulduklarını da söyleyelim?
Ulusalcı medya ise, daha fazla hak talep ettiği ulusalcı kesim dışındakilere düşmanca yaklaşımını sürdürüyor.
Gazetecilik görmek istiyorsaniz biraz da uluslararası medyaya bakınız lütfen. Uluslararası medya AKP hükümetini ve son olayları nasıl değerlendiriyor, bir zahmet onları okuyunuz. Bir zamanlar övdükleri Tayyip Erdoğan, birçok uluslararası saygın gazete ve dergi tarafından “yeni diktatör, sultan” olarak değerlendiriyor. Demokrasinin sadace sandık sistemine eşitlendiği, hak ve özgürlüklerin olmadığı en küçük gösterilere bile orantısız polis şiddeti ile müdahale edildiği, gazetecilerin hapiste olduğu bir ülkede bunlara yönelik sorular sormak lazım. Ve tüm bunları sorumlu olan AKP hükümetine sormak gerekir.
Bir ülkede demokrasi ayaklar altındaysa, medyanın önemli bölümü manipülasyon yapıyorsa, sokaklarda polis şiddeti ve şimdi de sivil faşişt çetelerin şiddetinden geçilmiyorsa, Başbakan her gün kendisine oy vermeyenleri azarlıyorsa, o ülkede “demokrasi ve hukuk devleti” normları ile konuşulmaz. O ülkede devlette şiddetin dili egemen olur. Ve şiddetin dilini bu derece kullanan rejimler de literatürde “faşişt rejimler” olarak adlandırılır.
Eski yazıları karıştırıp, “Ben zamanında şunu da bunu da yazdım.” demenin bir anlamı yoktur. Anlamlı olan, sorulması gereken zamanında, yani şimdi sormaktır.
Yaz gazeteci bunları da yaz!