Uruguay’a hep gitmek istemişimdir. Bu küçük ülke ile ilgili birçok kitap okumuştum. Bunlardan bir tanesini iyi hatırlıyorum: Ragıp ağabeyin (Zarakolu) yayımladığı Belge Yayınları arasında çıkan “Duvardaki Sarmaşık” adlı kitaptı. Kitapta, Tupamaroların mücadelesinden ve askeri darbeden söz ediliyordu. Tupamarolar silah bıraktılar. Bugün legal alanda kitlesel olarak mücadele yürütüyorlar. Hatta onlardan birisi devlet başkanı oldu.
Yine Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’yu da çok severim. En son Venezuela Devlet Başkanı Chavez, uluslararası bir toplantıda karşılaştığı ABD Başkanı Obama’ya, Galeano’nun ünlü “Latin Amerika’nın Kesik Damarları” adlı kitabını hediye etmişti. Haberin basına yansımasından sonra, kitap amazon.com’da en çok satan kitaplar listesine girmişti.
Porto Alegre’de uçak değiştireceğim. Oradan da Uruguay’ın başkenti Monte Video’ya uçacağım. Porto Alegre son yıllarda dünyada adı sık duyulan bir kent. Burada, Dünya Ekonomik Forumu’na alternatif olarak, Dünya Sosyal Forumu gerçekleştiriliyor. Havaalanına ulaştıktan bir süre sonra Montevideo uçağına biniyorum. Uçak havalandıktan sonra, yanımdaki iki koltukta oturan baba kız Uruguaylılarla sohbete başlıyorum. Latin Amerika’da İngilizce genelllikle bilinmiyor. Bu nedenle İngilizce bilip de burada konuşacağını sanan yanılır. İngilizce genellikle havaalanlarında kullanılıyor.
Biraz İspanyolca çalışmıştım. Biraz İspanyolca ve Portekizcemle anlaşıyoruz. Daha doğrusu Portonhol denilen dili konuşuyoruz. İki kişiden birisi İspanyolca, diğeri Portekizce konuşuyor ve anlaşıyorlar. İspanyolca ve Portekizce kelimelerin karışımıyla böyle bir diyalog ortaya çıkıyor. İspanyolca ve Portekizce birbirine çok yakın, fakat sonuçta yakın da olsa iki ayrı dil.
Uruguay tarihini biraz okuduğumdan, askeri darbeden söz ediyor ve,
“Fakat şu an demokrasi var değil mi ülkede?” diyorum.
Adam, dudaklarını büzüp, yüzünü ekşiterek şöyle yanıtlıyor sorumu:
“Aşağı yukarı, tam demokrasi sayılmaz.”
Daha sonra son devlet başkanlığı seçimini kazanan “sosyalist” Başkan’dan ve politikalarından şikayet ediyor. Adam belli ki bir muhafazakar. Ve seçimi sol cephenin adayının kazanmasından oldukça rahatsız olmuş. Adamın kızı ise daha açık görüşlü, üniversite öğrencisi imiş. Fakat yine de, bu konuda babasının yanında fazla konuşmak istemiyor.
Latin Amerika insanı, bir yandan sömürgecilikle, darbelerle, acıyla ve kanla yazılmış bir yazgının çocuğudur. Diğer yandan ise, coşkusuyla, çocuk neşesiyle ve karnavalıyla alabildiğine hayatın tadını çıkaran bir insandır. Yarını düşünmez; anı yaşar. Yoksul da olsa, her zaman dudaklarında, bir uçurtma gibi asılı bir gülücük taşır. Bitmeyen enerjisi ve hayata bağlılığı vardır. Karnaval deyince aklımıza ilk olarak Rio de Janeiro karnavalı gelir. Fakat Latin Amerika’nın her ülkesinde karnaval düzenlenir. Uruguay’ın tarihi de, sömürgecilik, faşizm, militarizm, futbol, müzik ve karnavaldan oluşur.
Uruguay, tarihi, darbeler ve toplumsal mücadele ile şekillenen küçük bir Latin Amerika ülkesi. On altıncı yüzyılda buraya Avrupalılar ulaşmış. Portekizliler ve İspanyollar ülkeyi kolonileştirmeyi denemişler. Dikkatimi çeken diğer bir özellik de, Uruguaylıların, özellikle büyük ülkeler Arjantin ve Brezilya’ya karşı duydukları kompleks oldu.
Futbol, onlar için işte bu yüzden önemli. İnsanlara, halklara kendilerinin diğer ülkelerden daha aşağıda olmadığını hissettiriyor. Karşınızda zengin, büyük bir ülke olabilir, ama futbol on bir kişi ile oynanıyor, kazanma şansınız eşit. Uruguay millli takımı, Brezilya ve Arjantin ile birlikte kıtanın en iyi takımlarından. Belki de küçük ülke olmanın getirdiği kompleks, Urugay’ın dünya futbolunda önemli bir yerde olmasını sağlamış. Son, Amerika Kupası’nı kazanan takım da Uruguay oldu. Futbol, bu kıtada aynı zamanda askeri diktatörlükler tarafından, halkı uyutmanın bir aracı olarak da kullanılmış.
Devam edecek