18 Ocak 2014

Resmi ideolojinin dış güçler, lobiler sendromu ve Kürt hareketine dair notlar

Resmi ideolojinin, Osmanlı’dan bu yana kullanılan bir klişesi vardır: “dış güçler, kökü dışarıda güçler, lobiler, komplo... vs.” Devleti yönetenler herhangi bir kriz anında hep bu demagojiyi kullanır ve suçu belirsiz güçlere atarlar. Son dönemlerde bu lobilere, hükümet tarafından “faiz lobisi” de eklendi.

Resmi ideolojinin, Osmanlı’dan bu yana kullanılan bir klişesi vardır: “dış güçler, kökü  dışarıda güçler, lobiler, komplo... vs.” Devleti yönetenler herhangi bir kriz anında hep bu demagojiyi kullanır ve suçu belirsiz güçlere atarlar. Son dönemlerde bu lobilere, hükümet tarafından “faiz lobisi” de eklendi.

 

Dış güçler, lobiler sendromu

Ȍzellikle “lobi” denildiginde, sözlük anlamının ötesinde toplumda ve devlette, Türkiye’nin çıkarlarına aykırı iş çeviren, komplo üreten ve Türkiye’nin gelişmesini istemeyen” güçler anlaşılır. “Lobi” bu anlamda korkutucu bir sözcük olarak toplum dağarcığına, resmi ideoloji tarafından yerleştirilmiştir. Türkiye’de ise iki ana politika uygulanır ve bunlar birincisinden farklıdır: Birincisi, iç politikaya yönelik “dış güçler lobiler sendromu”dur, her sorunun altında bunların olduğu şahin, meydan okuyan bir dille sık sık dile getirilir. İkincisi ise dış politikaya, uluslararası arenaya yönelik söylemlerdir. Bunlar iç politika söyleminden tamamen farklıdır, orada lobiler, dış güçler  konusu dillendirilmez. Bu,  “içeride şahin, dışarıda kuzu” politikasıdır. Ancak AKP’nin son dönem politikalarında bu iki ana politika içiçe geçmiş gibi görünüyor. İç politikada uygulananlar, aynen dış politikaya taşınıyor. Tabi bunda küresel iletişim araçlarının son derece gelişmiş olmasının da rolü var. Artık dünya öyle bir hale geldi ki, içeride öksürseniz dışarıda duyuluyor.

Tabi bu yalnızca, “dış güçlerden, lobilerden” ibaret değildir, bir de “onların yerli işbirlikçileri” de vardır resmi ideolojiye göre. Bunlar da, kendisine muhaliif olan kesimlerdir genellikle. Osmanlı devletinin özellikle gerileme ve dağılma dönemlerine ait bu söylem, örneğin Ermenileri “Rusya’nın, dış güçlerin kışkırttığı”, bağımsızlığını isteyen Arapların “dış güçler, özellikle İngilizler tarafından kışkırtıldığı” klişelerini işler.

Bazı küresel dış güçlerin, Türkiye’ye yönelik bazı hesapları olabilir. Ancak belirleyici olan iç dinamiklerdir çoğu zaman. Ama hem bu söylemi gündeme getirip, hem de dış güçler olarak suçladığı kesimlerle en büyük ittifakı yapan devletin kendisi değil midir? Kim, komplo yapmakla suçladığı ABD’nin en büyük müttefiklerindendir? Kim sık sık “Türkiye’de teröre destek vermekle suçladığı” AB’ye girmek için kapılarda beklemektedir? Kimler İsrail ile en önemli anlaşmaları, gizli görüşmeleri gerçekleştirmiştir? Bu “dış güçler  ve onların yerli işbirlikçileri sendromu”, Cumhuriyet rejimi tarafından da devralınmış ve hemen her Hükümet tarafından farklı gerekçelerle günümüze kadar kullanılmış, kullanılmaktadır.

Aslında içeride kendi halkına güvenmeyen, sorunları iyi analiz edip çözemeyen, sorunu çözmek yerine çözüm yollarını tıkayan devlet, “çözümü” “dış güçler, komplo vs...” klişesini kullanarak aşmaya çalışmaktadır. Yüzlerce yıllardır kullanılan bu dış güçler sendromu halkın bir bölümü tarafından da, tıpkı resmi ideolojinin başka tezleri gibi içselleştirilmiştir.

Resmi ideolojinin sol versiyonu da bu klişeyi aynı amaçla “emperyalistler ve onların içerideki işbirlikçileri” olarak geniş anlamda kullanır. Kuşkusuz emperyalistlerin çıkarlarına uygun gelen her ülkede oyunları ve işbirlikçileri vardır. Oysa her durumda emperyalistler, dış güçler  ya da onların işbirlikçileri etkili olamaz; iç dinamikler ve konjonktürel gelişmeler de etkilidir. Ȍrneğin hak isteyen iç dinamiklerin, kendi mücadeleleri çoğu zaman belirleyicidir.

Bu klişenin,  Kürt ulusal hareketi tarafından da zaman zaman kullanılıyor. Daha önce de buna benzer söylemler, zaman zaman Kürt hareketi tarafından dile getirilmişti. Yıllarca ve hâlâ devlet tarafından, “kökü dışarıda olmakla ve dış güçler tarafından idare edilip, yönlendirilmekle” suçlanan Kürt ulusal hareketinin, resmi ideolojinin söylemlerine sarılması ve iktidarla aynı çizgiye düşmesinin, Kürt halkına herhangi bir fayda getirmeyeceği kanısındayım.

 

Kürt ulusal hareketinde de “lobi sendromu” mu?

Kürt ulusal hareketi, özellikle yolsuzluk operasyonunun başladığı ve Cemaat ile Hükümet arasındaki ittifakın bozulduğu 17 Aralık’tan bu yana, “çözüm görüşmeleri’ni yaptığı Başbakan Erdoğan ve hükümetinden yana açık saf tutmaya başladı. Zaman zaman Hükümet eleştirilse de, onun söylemleri dile getiriliyor. Ȍnce, AKP tarafından dillendirilen “paralel devlet”, daha sonra ise “darbe girişimi” iddiaları dile getirildi. BDP lideri Demirtaş, yolsuzluğun üzerini örtmeye de, darbe girişimine de karşı çıkacaklarını söylüyor. Demirtaş, ayrıca çözüm için AKP dışında bir alternatif olmadığını söylüyor. Diğer siyasi partilerden de gerçekçi bir çözüm önerisi yok. Ancak bence çözüm konusunda AKP de, 11 yıllık iktidarı değerlendirildiğinde bir alternatif değildir. Demirtaş’ın son günlerdeki açıklamalarında çelişkiler var. Süreç o kadar hızlı gelişiyor ki, söylenen sözlerin yazılan yazıların neredeyse bir saat sonra anlamı kalmıyor. Bu da bir kafa karışıklığına yol açıyor. Bu nedenle açıklamalar da saat saat, içinde çelişkiler taşıyarak değişiyor.

Öcalan’a göre ise, paralel devletin hedefi ‘Başbakan’ı götürmek’, ayrıca 17 Aralık operasyonunu “çözüm sürecine darbe” olarak niteliyor.

Kürt hareketinin barış görüşmeleri yaptığı Hükümetin yanında yer almaya karar verdiği ortada. Cemaatin ayrıca Kürt bölgesinde, BDP’ye parti olarak olmasa da özünde  siyasal bir rakip olarak örgütlendiği ortada. Bu gerçekleri saptayan BDP, ağırlığını bu devlet içindeki eskiden ittifak halinde olan güçler, özellikle Cemaat ile Hükümet arasındaki çatışmada “kendi çıkarları açısından” Hükümetten yana koydu.

Kürt hareketinin “çözüm süreci”ni korumaya çalışması doğal bir gelişme elbette. Şöyle bir bakıyorum da, acaba ortada karşılıklı adımların atıldığı gerçek bir çözüm süreci var da ben mi göremiyorum diye. “Çözüm süreci” denilen süreç, Hükümetin, Kürt hareketini oyalaması ve gerçekçi hiçbir adım atmamasından ibarettir özünde. Bu sürecin tek olumlu özelliği gerilla ve asker ölümlerinin büyük  oranda azalmasıdır. Ancak gerçekçi bir çözüm olmadığında, iki taraf da adım atmadığında bu durumun sonsuza kadar devam etmeyeceği de ortadadır; zaten Abdullah Ȍcalan, durumu tespit ediyor ve Araf’ta beklediklerini, Hükümetin acilen adım atmasını öneriyor. Yeniden savaş seçeneği ise bence, gerçekçi ve sonuç alacak bir manevra olmaz. Uluslararası aktörleri ve kurumları barış sürecine katarak, tek taraflı olarak sürece devam edilebilir daha önce de ifade ettiğim gibi. Ayrıca içeride iç sivil-bağımsız kişilerle, halkları ve onların kurumlarını barış sürecine dahil etmek gerektiğini düşünüyorum.

 

Taraf olan bertaraf olur

Ȍnce KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın, “milliyetçi Rum ve Ermeni lobilerinin” paralel devlet olduğunu açıklaması ile Ȍcalan’ın Londra merkezli bir sermaye grubu, Yahudi lobisi ve Şikago, Utah merkezli bir sermaye grubunu paralel uluslararası bağlantılı devlet olarak nitelemesi bazı aydınlar tarafından eleştirildi. Tarihsel olarak büyük haksızlıklara uğramış Ermeni, Rum, Yahudi halkları ve onların kurumları ile ilgili söylemlere dikkat edilmelidir. Bu hassas bir konudur. Bu söylemler Anadolu ve İstanbul’da zaten bir avuç kalmış Rum, Ermeni ve Yahudileri yaralamaktadır. Agos gazetesinden yapılan açıklamalarda bu görüldü. Bu, en hafifinden bir ayrımcılık olarak algılanmaktadır.

Ȍncelikle böylesi teoriler, artık demokratik kamuoyunda gerçekçi ve ayakları yere basan tezler olarak görülmüyor. Herşeyi komplo açıklamak ve buna yönelik kanıtları ortaya koymamak da pek fazla ciddiye alınmıyor. Son açıklamalardan sonra, yalnızca yandaş medyann kalemleri bu açıklamalara övgü düzdüler.

Derler ki “Taraf olmayan bertaraf olur.” Bu söz, bazı durumlarda doğrudur, ancak bazı durumlarda gerçekliği açıklamaz. Devlet içindeki çıkar grupları ile ittifakları bozulan Hükümet arasındaki kavgada ise durumu en iyi şu söz açıklar bence “Taraf olan bertaraf olur.”

Yazarın Diğer Yazıları

İktidar kavramı üzerine anarşist notlar

İktidar olgusu, çağlar boyunca insanın birbiri üzerinde egemen olma, yönetme ve yönlendirme arzularına neden olmuştur. Bu olgu, imparatorluklar kurmuş, yıkmış, toplumsal ve bireysel düzlemde ise ilişkilerin niteliğini belirlemiştir.

Gerçek nedir? Ya da gerçek gerçek midir?

Bu soru tarihsel olarak filozofların yanıt aradığı en önemli sorulardan birisidir. İnsanların çoğu aslında toplumsal yaşam içerisinde gerçeği aramazlar, daha doğrusu gerçek diye bir sorunları yoktur. Çünkü çoğu zaman gerçeğe ulaşma çabası riskli ve tehlikelidir.

"
"