Gombrich’ten esinlenerek, aslında edebiyat yoktur, yazar vardır diyebiliriz. Şiir yoktur, şair vardır, Roman yoktur, romancı vardır. Bundan yola çıkarsak sanatçı, yazar olmadan, sanatın ve edebiyatın birer soyut kavram olmaktan öteye gidemeyeceğini düşünüyorum.
Kuşkusuz çağa ya da egemen olan anlayışa göre değişik kriterler olduğu söylenebilir. Ancak bu kriterler de değişmekte ve geçerliliğini yitirmektedir.
KImse artık bu çağda Dostoyevski’nin yazarlık yeteneğini değerlendiren zamanın “otoritesi” Belinski olamaz. Çünkü bu çağda, böylesi subjektif, eleştiri yapanın edebi kriterleri ve dünya anlayışından yola çikarak yaptığı yorumlar, genelleştirilerek edebiyat ya da sanat eleştirisi olarak değerlendirilemez, otorite görüşü olarak da sunulamaz.
Hiç kimse edebiyat otoritesi olamaz
Bir şiirin, şiir olup olmadığını söylemek kimin haddine düşmüştür? Ya da bir romanın edebi değeri olmadığını söylemek... Kuşkusuz bir okur kendi tercihlerini yapar, kendi okuyacağı kitapların türünü ve yazarları beğenme ya da beğenmeme hakkına sahiptir. Ama kendi görüşlerini edebiyat ya da sanat kavramının görüşü olarak sunmadan “bence...” diyerek görüş belirtebilir. Ancak haddini bilmek suretiyle; kendi anlayışına uymayan şiir, roman ve diğer yapıtların edebi değeri olmadığını söyleyemez.
Okur otorite olabilir mi? Bakınız güncel yazıların altındaki okur yorumlarına. Bunların önemli bölümü yargılama, yok sayma, basitleştirme ve ukalalık içeriyor. Kendisini çok beğenen ukala, okuru aptal yerine koyup küçümseyen yazarlar olduğu gibi, böylesi kompleksli okurlar da var. Okurların en azından bir bölümünün burunları Kaf dağının üstüne çıkmış, hiçbir şeyi beğenmiyor, aşağılıyor, küfür ediyor ve yargılıyorlar. Bunlar bir yazıyı ya da yazarı aşağılayınca kendi değerlerinin arttığını düşünmektedirler belki de.
İşte bazı şairler, yazarlar, edebiyat eleştirmenleri de böyledir. Bunlar da kendi edebi ve dünyasal anlayışlarına, ya da ideolojilerine uymayan yapıtları çoğunlukla edebiyat dışı ya da edebi değeri olmayan yapıtlar olarak değerlendirirler. Böylece kendi değerlerinin arttığını düşünürler. Ȍyle ya bir yapıtın edebi değeri olsa, kendileri beğenirler.
Bir yazar diğer yazara karşı otorite olabilir mi? Genelde yazarlar, şairler birbirlerini sevmezler. Ya da nadiren severler. Bunlar arasında kıskançlık, çekememezlik olduğu gibi, en iyi edebiyat yapıtlarını kendilerinin ürettiğini düşünenler de vardır.
Edebiyat eleştirmeni otorite midir? Bir yazarın yarattığı ve topluma sunduğu her yapıt eleştirilebilir. Bir eleştirmen, okur ya da diğer bir yazar bu yapıtı kendi bakış açısı ve edebi anlayışı açısından eleştirebilir, onun üzerinde kritik yapabilir. Ancak bu o yapıtın değersiz olduğu anlamına gelmez.
Burada tek bir kriter vardır, yargılamadan, aşağılamadan, yok saymadan ve kendisini otorite yerine koymadan eleştirmek.
Uzun yıllar önce eleştirmen Fethi Naci’nin Adalet Ağaoglu’nun bir romanı ile ilgili söylediklerini unutmadım. Sanırım Nokta dergisinde şöyle diyordu Naci: “Yazarların yapıtlarını beğenirseniz iyisiniz, beğenmezseniz sizden kötüsü olmaz. Ben mallarımı iyi bilirim.” Evet, yazarları “kendi malı” olarak gören anlayıştan hangi nesnel eleştiri yapmasını bekleyebilirsiniz? Bu yüzden edebiyat eleştirmenleri, fildişi kulelerden bakarak yazarları değerlendirirler.
Dostoyevski genç yaşında ilk kitabı olan “İnsancıklar”ı yayınladığında Rus edebiyat dünyasında büyük bir ilgi ve övgüyle karşılaştı. Ȍzellikle zamanın ünlü edebiyat eleştirmeni Belinski onu yere göğe koyamadı. Fakat daha sonraki kitaplarından bazıları yayınlanınca da aynı eleştirmenler onu yerin dibine soktular. Oysa Dostoyevski aynı kişi idi, yapıtı farklı olsa da, aynı çizgide edebiyat serüvenini sürdürüyordu. Dostoyevski ölene dek edebiyat eleştirmenleri ve diğer yazarların eleştirilerinden sıkıntı çekti.
Her yazar kendi özgün yolunda yürür
Yoksa yayınevleri ya da edebiyat dergileri otorite midir? Jack London, Charles Bukowski ve daha birçok büyük yazarın edebiyat dergilerine gönderdikleri şiir ve öyküler yayınlanmadan geri dönüyordu, bu yıllarca böylece devam etti. Hatta Bukowski ünlü olduktan sonra bile, birçok eleştirmen tarafından “edebiyat olmayan, değersiz bir üslupla yazdığı” için dışlandı. Hatta yazdıklarına “çöplük” dediler. Bugün ABD üniversitesinde Bukowski kürsüsü var. Ancak o eleştirmenler tarihin çöplüğüne gömüldüler, adlarını kimse anmıyor. Van Gogh’un yapıtlarına “çamur yığını” diyen “sanat otoriteleri” nerede peki?
Yine ünlü Brezilyali yazar Paulo Coelho, 32 ayrı yayınevi tarafından reddedildi ve hâlâ eleştirmenler tarafından dışlanıyor.
Edebiyat ya da sanatta neden otoriote olamayacağının en önemli nedeni şudur bence: Çünkü sanat ya da edebiyat tek bir çizgide ilerlemez, sınırsız ve sayısız yolları vardır. Ȍyle olmasa edebiyat tarihinde, Kafka, Dostoyesvki, Henry James, T. S. Eliot, Sherwood Anderson, Garcia Marquez, Turgenyev, Gorki, Şolohov, Jack Keroach, Tom Robbins, William S. Burroughs, Charles Bukowski... birlikte büyük yazarlar olarak anılmazlardı. Ȍyle olmasa Burroughs’nun o unutulmaz bir ziyafet olarak nitelenen “Naked Lunch” (Türkçeye Çıplak Şölen adıyla çevrildi), “The Soft Machine” (Yumuşak Makine) adlı romanlarının adları bile anılmazdı.
Daha 20. yüzyıl başında cinsellik temasını işlediği yapıtlarıyla tabu deviren “Amerikan edebiyatının babası“ Sherwood Anderson’ı nereye koyacağız? Ya beat kuşağı? Ya Bazı yapıtlarında çoğul anlatı tekniklerini deneyen William Faulkner? James Joyce’un günümüzde modern edebiyatın en önemli yapıtlarından birisi olarak nitelenen “Ulysses”adlı çetin ceviz romanı? Kuşkusuz bunların hepsi ayrı ayrı birer değer ve edebiyatın yapı taşlarını oluştururlar.
Çünkü her gerçek, kalıcı sanat ve edebiyat yapıtı onu üretenin kendi özgünlüğünü bünyesinde taşır ve zamana karşı da dayanıklıdır. Yüzlerce yıl sonra bile geçerliliğini korur. Her yazar kendi özgün yolunu izler ve diğerinden bu anlamda farklıdır. Ve o gün geçerli olan edebiyat kurallarını aşan birçok yazar vardır. Hiçbir kural bir sanat yapıtının karşısında yerli yerinde duramaz ve geçerliliğini koruyamaz. İmla kurallarına uymayan, onları kullanmayan, dil ile kendi istediği şekilde oynayan yazarlar da vardır.
“Orhan Pamuk benim şiirim gibi bir şiir yazsın da görelim lan!”
Bir arkadaşım anlatmıştı. Ankara’da aynı masada, kafası biraz da iyi olan bir şairin son şiirini okuduktan sonra masayı yumruklayarak şöyle dediğine tanık olmuş: “Orhan Pamuk, benim bu şiirim gibi bir şiir yazsın da görelim lan!”
Ayrıca arkadaşımın kendisine gösterdiği şiirin de şiir olmadığını, şiiri öğrenmek için onun kendi şiirlerini okumasını salık vermiş, hatta “Bu senin şiirin edebiyata hakarettir.” demiş. Böylesi bir ruh halinin açıklaması ne olabilir? Egosantrik bir kişilik mi? Başkalarını aşağılayarak kendisini yüceltme girişimi mi? Kıskançlığın da beslediği derin bir aşağılık kompleksi mi?
Orhan Pamuk’un şair değil romancı oluşunun bu şaire göre bir değeri yok. Kendi anlayışından ya da duygularından yola çıkarak kendisinden başka herkesi sıfırlıyor. Ayrıca hiçbir yazar ya da edebiyat yapıtı birbiriyle böylesine kıyaslanarak bir sidik yarışına çevrilemez.
Aslında siz bir insana kendi yapıtınızı değerlendirme yetkisi verirseniz, o da böyle değerlendirmeler yapar. Kimse kimseye kendi şiirini, romanını ya da sanat yapıtını gösterip icazet almamalıdır. O yapıtın sanat ya da edebiyat yapıtı olup olmadığını zaman gösterecektir.
Otoriteleri aşan yazarlar
Yayınevleri ve edebiyat otoritelerince defalarca reddedilmiş o kadar büyük yazar var ki dünyada... Örneğin yıllar önce beğenerek okuduğum Lord of the Flies (Sineklerin Tanrısı) kitabının yazarı Nobel edebiyat ödüllü William Golding bunlardan birisi. Kitap 20 yayınevi tarafından reddedilmiş.
Yine en önemli casusluk romanları yazarı John Lee Caré de reddedilen ve dışlanan yazarlardan olmuş kariyerinin başlangıcında. Yine bilim kurgu edebiyatının en önemli temsilcilerinden birisi olan Ursula K. Le Guin, fantastik edebiyat temsilcilerinden J. K. Rowling de reddedilenlerden. Ayrıca çağın romanlarından birisini yazmış olan bazılarınca “20. yüzyılın peygamberi” olarak nitelenen George Orwell, Beat kuşağının en önemli temsilcisi Jack Keroach ile Vladimir Nabokov, Rudyard Kipling, John Grisham ile William Faulkner de reddedilmiş yazarlardan. Ȍrnekleri çoğaltmak mümkün.
Bazı yazar ve şairlerin çevrelerinde gruplar oluşur. Bunlar, kendi aralarında adeta bir çete gibi çalışarak kendi anlayışlarını piyasaya egemen kılmaya çalışırlar. Ȍrneğin ödülleri kendi çevrelerinden insanların almasından, gazetelere, dergilere onların yazmasından yana olurlar. Edebiyat yarışmalarında jüri olurlar, yayınevlerine danışmandırlar. Bunlar güç sahibidirler. Gazetelerde köşeleri vardır. Ancak kendi onaylamadıkları yazarların, şairlerin onlara göre edebi değeri yoktur. Diğerlerine kapalıdır onların kapısı.
Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde çalışırken edebiyat söyleşileri hazırlıyordum. Bunlardan birisine de o zamanlar Türk Dil Kurumu’nda yöneticilik yapan yazar Sevgi Ȍzel’i de davet etmiştim. Sevgi hanım, konuşmasına başlar başlamaz hemen konuyu Orhan Pamuk’a getirdi ve şöyle dedi: “Orhan Pamuk’un kitaplarını elime alıyorum, daha birkaç sayfa okur okumaz yana atıyorum. Kendisi dili kullanamıyor. Yazdıklarında cümle düşüklükleri ve imla hataları var.”
Sevgi hanımın bir okur olarak, Orhan Pamuk’u sevmemesi, onun kitaplarını okumaması kuşkusuz kendi özgür tercihidir. Ancak bunu, kendisi Dıl Kurumu’ndan bile olsa, Orhan Pamuk dili bilmiyor, kullanamıyor şeklinde kendisini bir otorite olarak görerek söylemeye kimsenin hakkı yoktur. Pamuk, benim de sevdiğim bir yazar değildir, ancak onun edebiyat anlayışını yargılamak, yazdıklarının dile uygun olup olmadığını söylemek benim haddim değildir; kimsenin haddi değildir. Eğer yazarların yazdıkları Dil Kurumu, Standartlar Enstitüsü, Tabu Enstitüsü, Ahlâk Bekçileri Enstitüsü’nün kurallarıyla ya da yasalarla ya da başka ölçütlerle değerlendirilse, bir Bukowski, Tom Robbins ve birçok yazar kendisini kabul ettiremezdi. Chuck Palahniuk, “Ölüm Pornosu” ve diğer kitaplarıyla dünyanın dört bir yanına ulaşamazdı.
Edebiyat özgür bir alandır; onu ne dil, ne toplumsal tabular, yasalar, ne de başka bir şey ile sınırlayamazsanız. Sizi de aşar geçer gider.
Ayrıca postmodern edebiyatta dil oyunları çok önemlidir. Yazarlar dil ile oynar, bunu bir oyunmuş gibi yaparlar; sanki öyküyü değil, bir oyunu anlatırlar. Filozof Jacques Derrida’ya göre, göre, dil, fazla oynak ve belirsiz bir şeydir. Anlamın sınırları ise dil'in tarihselliği içerisinde sürekli yer değiştirir.
Kim otorite olabilir? Okur mu? Yazar mı? Edebiyat eleştirmeni mi? Medya mı?
Bunların hiçbirisi otorite olamaz. Tek bir otorite vardır o da zamanın kendisinden başka bir şey değildir.