Sanat, kutsal bir şey değildir. O, fildişi kulelerin üzerinde sadece elit bir kesim için üretilen bir şey de değildir. Ancak yüzyıllarca böyle görülmüştür.
20. yüzyılda ise sanatın üzerindeki bu kutsal örtü kaldırılmıştır.
Dadacıların en önemli yapıtlarından birisi Marcel Duchamp”in Mona Lisa’ya bıyık çizdiği “LHOOQ” adlı yapıtıdır. Dadaizm sanata olduğu gibi, hayata ve topluma da sürekli bir başkaldırıştı. Sanatı kullanarak onun kutsallığını yıkmak amacını taşıyordu. Dil ve biçemde yeni deneyler gerçekleştirdiler. Mona Lisa’ya bıyık çizecek cesarete sahip olmak ve bunu bir sanat yapıtı olarak sunmak, o zamanlar devrimci bir eylemdi.
Bir süre önce basında da gündeme gelmişti: İngiliz Daily Telegraph gazetesi 500 önde gelen sanat insanına, "Sizce son 100 yılın en önemli, en etkili sanat yapıtı hangisidir?" diye sormuş. Ankete katılanların yüzde 67'si Marcel Duchamp'in (1887-1968) 'Çeşme'sini birinci seçmişti. 1917'de, New York'ta sergilenen 'Çeşme', erkeklerin çiş yaptığı bir pisuar. Duchamp, böylece "sanatçının bir nesneyi normal şartlarda bulunduğu yerden alıp, yeni bir adla yeni bir mekânda sergilemesiyle" dahi sanatın oluşabildiğini gösteriyordu. Her şey sanatın malzemesiydi. O, pisuarı imzalayarak sergiye yolladığında, bu sergi organizatörlerince sanat yapıtı olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti.
Bir anekdot hatırlıyorum. Bir ressam tuvali baştanbaşa sarıya boyamış ve bu yapıtını daha sonra sergilemiş. Bir izleyici, “Bu sanat değil, bunu ben de yaparım.”deyince ressam şöyle yanıt vermiş “Evet, sen de yapabilirsin, ama ilk ben yaptım, işte sanat budur.” Hatırlanırsa, Kenan Evren de Picasso’nun bir resmine bakarak, bunu kendisinin de yapabileceğini söylemişti. Sanat aykırı ve farklı düşünmektir çoğu zaman. Herhangi bir nesne, ona hiçbir şey eklenmeden, sadece üzerine atılan bir imza ile bir sanat yapıtı olabilir.
Brezilya’nın Curitiba kentinde Oscar Niemeyer Müzesi’nde, bu yakınlarda düzenlenen bir 20. yüzyıl pop-art sergisine gitmiştim. Pop-art denilince akla gelen ilk isimlerden birisi Andy Warhol’dur. O, aslında hepimizin tanıdığı ve yapıtlarını sık sık televizyon ve gazetelerde gördüğümüz bir sanatçıdır. O, Mona Lisa, Marilyn Monroe, Elvis Presley ve daha birçok ünlü yapıt ve kişinin fotoğraflarını serigrafi ile çoğaltan kişidir.
Gündelik hayatın içersinde tüketilen şeyler onun için birer sanat malzemesi idi. Ulaşılmaz, kutsal sanatı, sıradanlaştıran maddelerdi bunlar: Coco Cola kutuları, deterjan kutuları, para vb gibi... O, idollere saldıran ve onları sıradan birer meta haline getiren bir sanatçıydı. Marilyn Monroe mi idoldü? Monroe’nun fotoğrafını serigrafi ile çoğaltarak “Alın işte size birçok Marilyn!” diyordu. Sanatta bir yapıtın tek, yani orijinal olması önemlidir çoğu zaman. Bunun için bazı sanat yapıtları milyonlarca dolara satılmaktadır. Bu nedenle Warhol, idollerin fotoğraflarını çoğaltarak, bir anlamda onların birer idol olarak onların değerlerini düşürüyordu.
Mona Lisa’nın bıyığı, sanata yeni yaklaşımda bir devrimdir. Hiçbir şey insanın, hiçbir kişi insanların üzerinde değildir. İdol yoktur, olmamalıdır.
Bu yüzyılda artık Mona Lisa bıyıklıdır. “Post modern çağda” artık kutsal olan hiçbir şey kalmamıştır. Post modernizmin tek sevdiğim özelliği de budur.