Ȍcalan’ın BDP heyetine söylediği gayri müslim azınlıklar ile ilgili sorunlu ifadeler ve dile getirmediği konular (Alevilerin sorunları gibi) bir yana bırakılırsa medya, bu ifadelerin görmek istediği kısmını görüyor.
Türk medyasında bir süredir bazı köşe yazarlarının Kandil’e ayar vermeye çalıştığını görüyorum. Bazı yazarlar, “Ȍcalan silah bırakın demedi mi? Haydi bir an önce bunu yerine getirin.” diyerek Kandil’e çağrıda bulunuyorlar. Ancak geri çekilmenin yasal güvence ve gözetim altında yapılması istemine değinmiyor ve bu konuda hükümete üzerine düşeni yapmasını önermiyorlar. Bunu, Başbakan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan da sık sık yapıyor: “Karayılan, Ȍcalan’a racon kesiyor.”, “Karayılan çok konuşuyor.” gibi söylemlerle aslında demek istedigi şu: “Susun ve Ȍcalan ne demişse onu uygulayın, tartışmayın.” Bu süreçteki muhataplardan birisinin başında olan bir kişi, sürece ilişkin düşüncelerini açıklayamayacak mı?
Devlet, Ȍcalan’ın Kürt ulusal hareketi içerisindeki gücünü tespit etmiş ve buradan yola çıkarak Kürt sorununu kendi istediği gibi “çözmek” istiyor. Tabii bu “çözüm,” şimdi göründüğü kadarıyla her iki tarafı tatmin edecek bir çözüm olmayacak . Ya da eğer hükümet ciddi adımlar atmazsa, çözümün kendisi bu perspektifle gerçekleşmeyecek.
Bunun bir koşulu var; devletin Kürt tarafının isteklerini yasal düzenlemelerle güvence altına alması çözümü kolaylaştıracaktır. Bu isteklerin en azından çoğu makul isteklerdir. Ancak devlet yetkililerin söylemlerine bakacak olursak, bunun en azından şimdilik gündemde olmadığı görülüyor. Devletin istediği, Kürt savaşçıların silahlarını gömerek bir an önce sınırdan çıkış yapmaları ve nihai olarak da silah bırakmaları. Kürtler ise bu eylemi, yasal güvence, en azından TBMM’nin gözetimi altında yapmak istiyor. Haklılar da, bu bir saklambaç oyunu değil. Hükümetin nihai hedefi PKK’nin silah bırakması; ancak bunun için yapılması gerekenleri yapmaktan uzak bir söylem içinde görünüyor. “Silahlarını gömüp dışarıya çıksınlar ve suça bulaşmamış olanlar da geri dönsünler.” yaklaşımı da gerçekçi bir yaklaşım olmaktan uzaktır. Yapılması gereken Kürt sorunu ve demokratikleşme konusunda yasal düzenlemeleri bir an önce gerçekleştirmek, bunları hayata geçirmek ve kapsamlı bir genel af çıkarıp cezaevlerini boşaltmaktır. Bunun ötesinde bir çözüm de yoktur. Çözüm insan hakları ve demokrasi çerçevesinde ele alınmalıdır. Elbette barış, kapsamlı bir demokrasiyi beraberinde getirmeyebilir, ancak buna giden yolu bir ölçüde açabilir.
Kürtlerin büyük bölümü, Ȍcalan’ı “önderlik” ya da “halk önderi” olarak niteleyip, ona saygı duyuyorlar. Ancak bu koşullarda, Ȍcalan dahi barışı gerçekleştiremeyecektir. Sonuçta buna ne Ȍcalan’ın ne de BDP’nin gücü yeter. Karar verip uygulamaya koyacak olan Kandil’dir. Orada bile yöneticiler karar verse dahi, Karayılan’ın dediği gibi orta kademedekileri ikna sorunu vardır. Ȍcalan’ın otoritesi de bir yere kadardır. Kandil, Ȍcalan’a direkt olarak karşı çıkmaz, ama sonuçta istenenleri de yerine getirmez, tıpkı devlet gibi. Yani sonuçta, Kürt ulusal hareketi öyle bir noktaya geldi ki, Ȍcalan da bir yere kadar etkilidir, o noktanın üzerinde o da etkili olamaz.
"Kirli savaş” ve “kirli barış”
Son yıllarda yazılıp çizildiği gibi, Kürt ulusal hareketinin ileri sürdüğü bu talepler için, silahlı bir gerilla mücadelesi vermeye gerek yoktur. En son “Arap baharı’nda da görüldüğü gibi, bugünkü konjonktürde kitlelerin gücü, silahların gücünden daha etkilidir.
Ahmet Türk, Radikal gazetesine verdigi demeçte, “Sosyalistler onları sattığımızı düşünmesinler. Biz Kürtler çok acı çektik.” diyor.
Son dönemlerde bazı ulusalcı, sol ve sosyalist yayın organlarında bu barış girişimi, “kirli barış” olarak adlandırılıyor ve eleştiriliyor. Kuşkusuz herkesin hem kişisel hem de siyasal bir grup olarak eleştiri hakkı vardır. Ancak sadece eleştiri; Kürtlere ne yapmaları gerektiğini söylemeye kimsenin hakkı yoktur. O zaman insana derler ki, “Gel biraz da sen savaş dağlarda.”
Sonuçta silahı elinde tutan, istediği koşullarda kendi iradesiyle silah bırakabilir. Hem söylendiği gibi olduğuna inanmıyorum, ama öyle olsa dahi “kirli bir barış,” kirli bir savaştan daha iyidir. Bir an önce yoksul Türk, Çerkes,Laz, Gürcü ve Kürt gençlerinin ölümleri durdurulmalıdır. Demokrasi mücadelesi elbette orada bitmeyecek, sadece başlayacaktır. Kürt barışı, Türkiye’de yaşayan Çerkes, Laz, Gürcü, Abhaz, Çeçen ve daha az sayıda olan diğer gayrimüslim azınlıklar Ermeniler, Yahudiler ve Rumların da kendi haklarını kazanma ve kimliklerini dillerini özgürce yaşayabilmelerinin de önünü açmaya katkıda bulunacaktır.
Akil insanlar konusu
Akil insanlar konusuna gelince, bunların içerisinde değerli akademisyen ve gazeteciler olmasına karşın, genelde hükümete yandaş isimlerden oluştukları görülüyor. Bunların hiçbir yetkisi yok, hükümet tarafından çizilen çerçeve içinde “Kürtlere geri çekilmeyi, Türklere ise barışı anlatacaklar.”
Kürtlere geri çekilmeyi anlatmalarına gerek yok, onlar zaten bunu istiyorlar; bunun için akil insanlara gerek yok, sadece yasal düzenlemeleri yapmak yeterliydi. Akil insanlar, sevgili İsmail Beşikçi’nin ifade ettiği gibi bir tıkaç işlevi görebilir. Akil insanlar içinde olan, hak ve özgürlük talep eden herkese karşı tetikçilik yapan Yeni Akit gazetesinin genel yayın koordinatörü, Kürt ve Türklere nasıl bir barış getirilmesine katkıda bulunabilir?
Bence akil insanlar yerine, bu sürece nesnel olarak katkıda bulunacak içinde Noam Chomsky gibi isimlerin yer alacağı uluslarararası bir kurul ya da Birleşmiş Milletler resmi gözlemci ve arabulucu heyeti olmalıydı.
Neo-Osmanlıcı emperyal hevesler
Emperyal hevesleri olan Neo-Osmanlıcı bir dış politika izleyen hükümet, Kürt sorununu “çözerek” Ortadoğu’ya şekil vermeye çalışacaktır. Kürt sorununun bunun önünde engel olduğunu görmüşlerdir. Başkanlık sistemine geçerek, “dünyada söz sahibi olan” yayılmacı bir ülke olmayı hedeflemektedirler. Ancak Türkiye’de hükümetler kendi güçlerini hep abartmışlardır. Dış politikadaki gelişmeleri, bir iç politika malzemesi olarak kullanmaktan öte birşey yapmamamaktadırlar. Taraf gazetesinde yayınlanan Wikileaks belgelerinde Amerikalı diplomatlar bu durumu şöyle açıklıyorlardı: “Türkler kendilerini Rolls Royce sanıyorlar, ama değiller.” Ortadoğu kurtlar sofrasıdır, orayı istediği gibi düzenlemek çok kolay bir iş değildir.
En son İsrail’in özrü bile bir iç politika konusu yapilmis, bir zafer olarak ucuz biçimde sunulmuştur. Kürt barışı konusunda da aynı tavır gosterilmektedir, “Ben karşılık olarak birşey vermedim, vermeyeceğim.” O zaman karşı taraf senin esirin mi ki, senin dedigini yapsın? Barış bu tür, “TBMM işin içinde olmaz, yasal düzenleme olmaz, o olmaz, bu olmaz” tavrı ile gerçekleşmez.
Sürekli karşındaki muhatabını azarlarsan, gerçek bir barış da yapamazsın.