Bir önceki bölümde denildiği gibi, nerede olursa olsun, devlet olan yerde özgürlük olmaz. Hangi rejimin devleti olursa olsun, devlet varsa özgürlük yoktur. Özgürlük varsa devlet yoktur. Devlet varsa medyayı manipülasyon yapmak için kullanır; ayrıca devletin olduğu yerde hapishaneler ve düşünce suçu vardır. Artık hiyerarşinin, polisin, gücün olmadığı, iktidarsız bir özgürlük hedeflemek için kafa yormak gerekiyor. Yani iktidarsız, hiyerarşisiz, sömürüsüz ve sınıfsız gerçek bir özgürlük.
Özgürlüğü elde edemezsiniz özgürlük olabilirsiniz ancak
Nietzshche, devlet kavramı hakkında “Böyle Buyurdu Zerdüşt” adlı kitabında şunları söyler:
''Devlet diyorum, herkesin,
iyilerin ve kötülerin zehir içtiği o yere. Devlet...
İyilerin ve kötülerin, herkesin kendini kaybettiği yer.
Devlet...
Herkesin yavaş yavaş intihar etmesine
'yaşam' adı verilen yer.''
Belki de devlet kavramının en iyi anlatıldığı cümlelerden birisidir bu: “Herkesin yavaş yavaş intihar etmesine yaşam adı verilen yer.” Evet, devlet ve iktidar insanların kendilerini kaybetmesine neden olur, Nietzsche’nin dediği gibi. Bu kendini kaybetme, bir yabancılaşmadır.
Emma Goldman, “Kızıl Emma Konuşuyor” adlı kitabında, “Almayı arzuladığımız kadar özgürlüğümüz vardır.”der.
O zaman özgürlük talep edildiği kadar mı elde edilebilir, sınırlı bir özgürlükten söz edilebilir mi? “Romeo ve Juliet”de, “Sevgi verdikçe çoğalan bir hazine.” olarak tarif edilir.
Yoksa özgürlük de sonsuz ve aldıkça, yaşadıkça çoğalan bir kavram mıdır?
Ursula K. Le Guin şöyle diyor “Mülksüzler” adlı yapıtında: “Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Devrimi satın alamazsınız. Devrimi yapamazsınız. Devrim olabilirsiniz ancak.” diyor.
Le Guin’den esinlenerek şöyle diyebiliriz: Vermediğiniz şeyi alamazsınız, kendinizi vermeniz gerekir. Ȍzgürlüğü satın alamazsınız. Ȍzgürlüğü elde edemezsiniz. Özgürlük olabilirsiniz ancak.
Özgürlük olmak demek, özgürlüğe olan inanca sahip olmak demektir. Bu yüzden yıllarca tek kişilik hücrede kalan Nelson Mandela, fiziksel olarak tutsak olsa da, ruhsal ve mental olarak kendisini özgür hissediyordu. O zaman insan her türlü olumsuz koşulda dahi özgür olabilir mi? Fiziksel olarak tutsak olmak, içsel ve mental olarak kendisini özgür hissetmeyi engeller mi?
Aslında düşünebilme yeteneği, inanç ve çeşitli başka faktörlerin de etkisiyle insanın kendisini düşüncede özgür hissetmesine neden olabilir.
Düşünmek özgürlüktür, çünkü düşünmek engellenemez. Bir duvar yazısında şöyle diyor: “Hâlâ düşünmek yasak değilken, bundan yararlanın.”
Özgürlük bir başlangıç mı, yoksa bir sonuç mudur?
Önce Nazilere katılan ama daha sonra bunun yanlış olduğunu açıklayarak özeleştiri yapan Heidegger, varoluşçu (eksiztansiyalist) felesefenin önde gelen ismidir. “Heidegger'in düşüncesine göre, insan bu dünyaya öylece bırakılmıştır. Bu bırakılmışlık fikri birkaç yönden varoluşçu felsefenin temel argümanlarını sürdürür ve derinleştirir. Varoluşa bırakılmışlığı ile insan kendi varlık'ını oluşturma özgürlüğüne zorunlu olarak bırakılmıştır aslında. Ama başlangıçta, bırakılışın kendisi bir özgürlük yokluğudur -sondaki ölümün kaçınılamazlığı gibi.” Burada zorunlu bir özgürlük deneyimi sözkonusudur. İnsan kendi varlığını gerçekleştirmek üzere sürekli seçimler ve tercihler yapmak durumundadır, yani özgürlüğünü gerçekleştirmek zorundadır. (http://www.felsefe.gen.tr/)
Buradan yola çıkarak şöyle düşünebilir miyiz: Özgürlük bir bırakılış sonucu yaşanılan zorunlu bir deneyim midir, yoksa gönüllü ve mücadele, çaba sonucu elde edilen birşey midir?
Özgürlük bir başlangıç mı, yoksa bir sonuç mudur?
Ȍzgürlük bence, bu sonsuz yolculukta bir sonuç değil, bir başlangıç noktasıdır: Daha mutlu ve daha yaratıcı olmanın olanaklarını çoğaltan bir başlangıç.
Özgürlük nedir?
Şuradan başlayalım: Özgürlük nedir?
Özgürlük dışarıda bir yerde midir, yoksa içimizde hissettiğimiz birşey midir?
Gerçek ve sonsuz özgürlüğe ulaşılabilir mi?
Özgürlüğü elde etmek için ona hazır olmak mı gerekir, yani beyinde özgürleşmek?
Dostoyevski “Ev Sahibesi” adlı kitabında diyor ki: “Özgürlüğü bilmeyen bir insana onu verirsen, onu çuvala koyar sana geri getirir.” Dostoyevski’nin burada sözünü ettiği şey, ruhu köleleştirilmiş insandır. Ruhu köleleştirilmiş insan, özgürlüğün ne olduğunu bilmez, zaten onu talep de etmez.
Sartre, Heidegger’den esinlenerek “O Existencialismo é um Humanismo” adlı yapıtında insanın var oluşunun önce olduğunu, ama özünü de sonradan yaratmadığını saptar.
O zaman şöyle düşübilir miyiz: Özgürlük dışarıda ve bizden bağımsız bir kavram değildir, o zaten içimizdedir, sonradan yaratmayız?
Erich Fromm, “Ȍzgürlükten Kaçış” adlı kitabında şöyle der: “Bir şeylerden özgürlük'ün yüküne katlanmayı sürdüremezler; olumsuz özgürlükten olumlu özgürlüğe geçmedikleri sürece, özgürlükten hepten kaçmaları gerekir. Çağımızda ana toplumsal kaçış yolları, faşizmle yönetilen ülkelerde görüldüğü üzere, bir öndere boyun eğme ve demokrasimizde yaygın olan zorlanımlı 'düzene uyma'dır.”
Neo- liberal kapitalist sistem, görünüşte “yapay bir eşitlik” ya da gerçekte olmayan “yapay bir özgürlük” üzerine kuruludur. Herşeyi satın alma “özgürlüğünüz” vardır; bu konuda herkes “eşittir.” Ancak herkes herşeyi satın alamaz, sadece bazılarının bu gücü ve “özgürlüğü” vardır. O zaman kapitalist sistem şöyle der: “Sen de yap, kazan. Fırsat eşitliği vardır.” Gerçekte ise, eşit koşullara sahip olmayan insanlar arasında fırsat eşitliği de olamaz. ” Ya da “Amerikan düşü” gibi şeyler icat edilir.
Kapitalist sistemlerde ise, herşey yine sözde bir “hukuksal eşitlik” üzerine kurulmuştur. Bakunin’in son derece özlü ifade ettigi gibi aslında burjuva hukuku denilen şey şudur: “Hukuk, iktidarin fahişesidir.”
Kafesteki bir kuş bile özgür olduğuna inandırabilir. Bu bir yanılsamadır. Ancak yanılsama, bazen gerçeğin yerine geçer. Neo-liberal kapitalist sistem içerisinde yaşayan insanlar da tek tek özgür olduklarına inandırılmak istenmektedirler. Sistem insanlara, “tüketme özgürlüğün var.” “mega alışveriş merkezinde alışveriş yapma özgürlüğün var.” “başkasının özgürlüğünü kısıtlamadıkça, ve sisteme yönelmedikçe kısıtlı de olsa konuşma özgürlüğün var.” der.
Yani bu sistem içerisinde, özünde hiçbir özgürlüğümüz yoktur, sadece özgür olduğumuz yanılsamasını yaşarız.
Öyleyse özgürlük bir yanılsama da olabilir mi?
Kendini tam anlamıyla özgür hissetmek olası mıdır?
İnsanın kendisini tam olarak bütün varlığıyla özgür hissetmesi olası mıdır?
Kendisini özgür hisseden insan mutlu mudur, mutlulukla özgürlük arasında nasıl bir ilişki vardır?
Foucault, özgürlük pratiklerinin belli bir ölçüde özgürleşmeyi gerektirdiğinin altını çizer.
Bakunin, “Seçme Yazılar” adlı yapıtında anarşisti şöyle anlatır: “İnsanoğlunun zekâ, onur ve mutluluğunun gelişebilmesi ve büyüyebilmesi için gerekli yegâne koşul olduğunu düşündüğü özgürlüğün fanatik aşığıdır.”
Özgür insan,düşünen ve yaratan insandır. Özgür insan, zekâsını geliştiren ve mutluluğu sınırsız ölçüde çoğaltabilen insandır. O zaman özgür insan, toplum için de daha insani, gelişmiş ve eşitlikçi bir yaşamın kapılarını da açacaktır.
“Krallar ve Soytarılar” adlı kitabımda şöyle yazmıştım: “Soytarı, Kral’a şöyle der: ‘Mutluluk önünüzdezde koşan bir tavşana benzer Yüce Kral. Onu yakalamamanız gerekir, sadece onun peşinden koşmalısınız. Ancak ne yazık ki, sizin tavşanınız ölü ve ayaklarınızın dibinde yatıyor.”
Özgürlük de mutluluk gibi avuca alındığında sessizce ölür. Sadece özgürlük düşüncesinin peşinden koşmak bile insani özgürleştirir.
O zaman özgürlük ile mutluluk arasında bir bağ vardır. Fakat kendisini mutlu hisseden insan, her zaman özgür hissetmeyebilir. Ya da kendisini özgür hisseden insan, her zaman mutlu hissetmeyebilir, diyebiriz
Buraya kadar söylediklerimin hepsini unutarak yeniden soruyorum: Sahi özgürlük nedir?