IŞİD’in kadınlara karşı kurduğu 'kadın tugayı’nın haberini çevirirken düşündüm.
“Bu gerçek mi?” diye düşündüm. Nasıl olur da yaşam veren kadın ölüm saçmaya azmeder?
Gerçek mi yoksa savaş tamtamları çalınırken, batının kamu desteği isediği bu kritik günlerde basına yoğun şekilde servis edilen abartılmış bir haber midir?
Gerçek olmasın istedim sanrım, ama neden olmasın ki?
Aklıma ilk olarak Hitler’in toplama kamplarındaki kapolar geldi. Naziler karşısında fiilen tehdit altındaydı onların yaşamları, gönülsüzlerdi fakat yalnızca hayatta kalma güdüsüyle, kapo olmayı kabul ederlerse uzun yaşayacakları zannına kapıldılar belki.
Ardından kapoların yalnızca bu denli vahşet bölgelerinde değil, yaşamda ve varoluş biçimlerinde de olduğunu fark ettim. Eril baskı veya şiddete maruz kalmış bütün topluluklarda kadın kapoların olduğunu gördüm sonra.
Sonrasında gördüm ki, eril tahakküm altında hastalanmış toplumlarda da vardı kraldan çok kralcı kapolar.
*
Nazi toplama kamplarında, Alman subayların kendi dillerini konuşabilen güçlü kuvvetli Yahudiler arasından kendilerine yardım etmeleri için seçtiği gardiyanlara denirdi “kapo”.
Bu Yahudi gardiyanlar Nazi subaylarının yerine kamptaki düzeni sağlar, yapılması gereken her tür zulmü de onlar adına uygulardı.
Yalnızca kamplarda yaşamadı kapolar, mahalle kapoları da vardı. Hitler gettolarda topladığı Yahudilerin başına da kapolar atamıştı.
“Yaşamak için mecburlardı” kendi savlarına göre, ancak, itaatsizlik ettikleri için daha tez vakitte gerçekleşmediyse eğer, nihayetinde kapolar da diğerleriyle birlikte yakıldı. Kurtulabilenlerse en fazla Hitler’in kurmayları kadar şanslıydı, anti-faşist devrimin ardından, onlar da çeşitli cezalara çarptırıldı.
Değer miydi böyle yaşamaya? Orasını bilemem…
Varoluşuma, ırkıma ihanettense, ben ölmeyi yeğlerdim, ancak daha yüceydi belki de ne pahasına olursa olsun biraz daha hayatta kalmak isteyerek yaşamı onurlandırmak. Yine de, onurlu mudur her yaşam? Orasını bilemem…
*
IŞİD’in kadın kapoları neden orada olmak istiyorlardı?
Herhalde şuurlarıyla inanıyor olamazlardı. Hayatta kalma güdüsüyle içinde yaşadıkları sapkın varoluşu inkar mı ediyorlardı, yoksa kanıksamışlar mıydı? Asla kesin olarak bilemem. Kesin olan şuydu ki hastalanmışlardı.
Yalnızca erkeğin var olabildiği, var oluşla yok oluş, yaşam ile ölüm arasındaki bir arafta, -sözüm ona- yaşıyorlardı.
Allah’ın erkek olduğu topraklarda ona yaranmak, doğuştan günahkarlıklarından arınmak için uğraşıyorlardı.
Yazıyı yazarken bir başka habere rastladım; “IŞİD’in Köle pazarı günü”; haberde militanların kadınları para veya silahla takas ettiği yazıyordu.
At-avrat-silah iyi kalır; kadının para ve silaha değişildiği bir dünyada varlığına değer biçmek için erkeğin elinde silah olmayı göze almıştı belki de kadın. “Değer” mi? Orasını bilemem…
*
Sonra kısa süre önce yazdığım bir başka konu geldi aklıma.
Dört yüz yıllık erkek mektebi Galatasaray Lisesi’nde kadın olarak yaşamışlığın ve oradaki yaşanmışlığın yazısı.
Tepki bekliyordum yazıya, olsundu zaten, buydu yazarken amacım ve buna hazırdım, çünkü haklıydım. Yazdım gördüm ki bir konuda yanılmıştım; erkekler değildi belki de karşıt yalnızca, en çok kadınlar tepki verdi o yazıya.
İfşa edilme korkusuyla, şiddeti bir aşiret namusuymuşçasına saklamayı yeğleyen, eğitimli, “modern” kadınlar.
Erkek gibi konuşan, erkek gibi dolaşan güzel kadınlar tanıdım lisede, erkek gibi hayalı, erkek gibi küfredebilen kadınlardı onlar, bazen ben dahi yaptım.
Bu kısım kadınlar genelde sonuna kadar arkasındaydı aşiret kanununun, şahsen ben olamadım. Var olduğunu hissetmek için erkek donu giyenler dahi vardı, kınamayın; erkeklere göstermelik de değildi üstelik; haşa hiçbir erkek göremezdi kardeşinin donunu. Malum yalnızca erkek ve erkeğe yaşam olduğundan; yok sayılışını yok sayarak, varoluşunu onaylamaktı tek arzuhal.
Erile ve onun hükmüne fazla maruz kalan kadının durumuydu bu.
Bir de erilden mahrum kalarak bunu yaşayanlar kapolar var.
Bir başka Fransız lisesi Notre Dame de Sion, aynı günlerde Türkiye ve Melike öğretmen üzerinden yüzleşti eril tahakkümle.
Herkes üzerine alınmasın, Frankofon camiada katı bir rahibe disipliniyle yetiştirilen Dame de Sion’lu kızlar, bastırılmışlık ve bunun iki zıt uçtaki sonucuyla bilinirler.
Bu eski rahibe okulunun yönetimi, ahlaksızlık dozunu aştığı için zaten gözden çıkarmayı aklına koyduğu öğretmeninin, son vakasıyla “kadına şiddete” dikkat çekerken de “haddini aştığını” düşünüyordu.
Kadına şiddetin haddini aştığını, aştıysa neden aştığını da düşünüyor muydu yönetim? Orasını bilemem…
Yalnız öyle görünüyordu ki sosyal kimlik ve özdeşleşme anlamında bir din veya bir camia arasında fark yoktu.
*
Memleketin kadınları geldi oradan aklıma hatta Doğu’nun, hatta Uzak Doğu’nun kadınları. Erkeğin, hatta babanın yanında nasıl oturulup nasıl kalkılacağını, nasıl giyinilip nasıl davranılacağını, kahkahanın ayarını belleten anneleri düşündüm.
Erkeği hoşnut etmekle kalmayıp, gelecek nesillerin de hoşnut edilmesini temin etmek için, mini minnacık kız çocuklarının ayacıklarını mini minnacık cenderelere alan geyşaları düşündüm.
Koca Doğu boyunca mahallenin veya sosyetenin evde kalmış kadınlarının hafif meşrepliğinden vurulan demleri düşündüm.
Yaşamımla şahidim ki Batıda da ve en akla sığmaz topluluklarda da var bu kadınların modern versiyonları. Yüzünüze kasılmış bir tebessümle gülen ve arkanızdan konuşan bu kadınların kaslarını öyle kasan, yaşayamadıkları “veya” doyamadıkları bir özgürlüğün yarasıdır.
Erkeğin eşit sevgisinden mahrum kalmış eksik kadınların durumudur bu. Erilden çok mahrum ve/veya erile çok maruz kalan kadınlarda gelişen bir patolojidir.
Üstelik kadın ve erkeğin eşit ortak olduğu bir kusurdur kıskançlık; aldatma ve aldatılmanın da öyle olduğu gibi.
Oysa haset duymaz hiçbir kadın aşıkken, hiçbir erkek de duymaz; izin verin kendinize de bir bakın.
Sevilen, sevdiğini yanında hisseden, ruhu ve bedeni “sevgiyle” tatmin olan hiçbir kadın bozmaz kafayı kadınların namusuyla, hiçbir erkek de bozmaz.
Bir de kadından mahrum kalmış ya da kadına fazla maruz kalmış erkeklerin durumu var. Bir başka yazıda da ona bakarız. Şimdilik Boris Vian’ın peşinden kadına da erkeğe de diyeceğim şu ki;
“Çok yararı vardır genç bir erkekle sevişmenin
Bir erkekle sevişmenin yararı say say bitmez
Sevişmenin yararı saymakla bitmez
Kelek taraflarını saymazsak...
Diyeceğim şu ki...
Çok yararı vardır yaşlı bir erkekle sevişmenin
Bir erkekle sevişmenin yararı say say bitmez
Sevişmenin faziletleri saymakla bitmez
Kelek taraflarını saymazsak...
Sonuçta diyeceğim şu ki...
Özünde seks kelek bir şeydir
Bir erkekle sev-işmeyi saymazsak...”
@ErenTopcu_