Kişisel olarak yaptığımız finansal yatırımlar karşılığında iki tür gelir elde ederiz. En yaygın ve kolay yatırım şekli paramızı belli bir süre faiz karşılığında mevduat hesabına yatırmaktadır. Elde ettiğimiz faiz gelirlerine, vergi terimi ile “menkul sermaye iradı” diyoruz.
Menkul sermaye iradı, sahibinin ticari, zirai veya mesleki faaliyeti dışında nakdi sermaye veya para ile temsil edilen değerlerden müteşekkil sermaye dolayısıyla elde ettiği kâr payı, faiz, kira ve benzeri iratlardır. (Gelir Vergisi Kanunu 75)
Basit bir şekilde tanımlayacak olursak paranın (nakdi sermayenin) “belli bir süre yatırılması” karşılığında elde edilen getiriler/nemalar menkul sermaye iradı sayılıyor. Burada vergilendirilecek gelir, menkul sermayenin kendisi değil, onun “yatırılmasından” hâsıl olan nemalar. Bunu kanun koyucu özellikle vurgulamış ve “menkul kıymetin kendisinin satılmasından/devredilmesinden ya da itfa edilmesinden alınan paraların” menkul sermaye iradına dâhil olmadığını açıkça iade etmiştir (GVK 76).
Kişisel olarak elde edeceğimiz ikinci gelir türü ise “değer artış kazancı” olarak tanımlanan ve vergisel terimle “diğer kazanç ve iratlar” grubuna giren gelirlerdir. Bu gelir türünün en yaygın örneğini, Hazine’nin gerek yurt içinde gerekse yurt dışında ihraç ettiği tahvil ve bonoların elden çıkarılmasından sağlanan kazançlar oluşturuyor.
Bu yazımda menkul sermaye iradı veya değer artış kazancı sayılan gelirlerin beyan esaslarına değinmeyeceğim. Bugün tartışmak istediğim konu, döviz cinsinden elde edilen bu nitelikteki gelirlerin tespiti sırasında kur farklarının gelir sayılıp sayılmayacağı…
Döviz cinsinden yatırılan menkul, sermayede kur farkları gelir sayılmıyor
Paranın döviz cinsinden yatırılması (bağlanması) suretiyle döviz cinsinden elde edilen mevduat faizleri ve alacak faizleri gelir sayılırken anapara kur farkları gelir sayılmıyor. Döviz cinsinden ihraç edilen menkul kıymetlere yapılan döviz cinsinden yatırımlarda da faizler vergiye tabi ama anapara kur farkları vergiye tabi değil. Bu durumda, menkul sermaye iradı için genel ilkeyi “anapara kur farklarının gelir sayılmadığı, döviz cinsinden elde edilen faiz gelirlerinin elde edildiği tarihteki TL karşılığının vergiye tabi gelir olarak kabul edildiği” şeklinde ifade edebiliriz. Diğer bir deyişle, menkul sermaye iratlarında anapara kur farkları vergiye tabi bir gelir olarak tanımlanmamıştır.
Burada anahtar kavram, menkul sermayenin “belirli bir süre yatırılması” işleminin paranın bir ülke para biriminden bir başka ülke para birimine çevrimini kapsayıp kapsamayacağıdır. Para, başka işlevlerinin yanında asıl olarak “ödeme aracı” olduğundan, paranın bir ödeme aracından diğer bir ödeme aracına dönüştürülmesi nakdi sermayenin “yatırılması” işlemi değildir. Para, ülke parası iken de paradır, başka ülke parası iken de paradır; ödeme aracı formunda kalmaktadır ve henüz “yatırılmış menkul sermaye” değildir. Bu nedenle şahsen sahip olunan yabancı paraların kur farkı “irat” sayılmaz.
Gelir Vergisi Kanunumuzda sadece dar mükelleflerin (kurumlar dâhil), Türkiye'ye bizzat getirdikleri nakdî veya aynî sermaye karşılığında iktisap ettikleri menkul kıymetler ile iştirak hisselerini elden çıkarmalarından doğan değer artışı kazançlarının hesabında, kur farkından doğan kazançların dikkate alınmayacağına dar bir hüküm vardır. (GVK mükerrer 81)
Bu düzenlemeden hareketle bu hüküm dışında kalan kur farklarının vergiye tabi olacağı sonucuna ulaşılamaz. Çünkü zaten bu hükme gerek olmaksızın genel ilkeler kapsamında menkul sermaye iradında kur farkları vergiye tabi tutulamaz.
Bunun nedenlerini yukarıda bir miktar açıklamaya çalıştım, şimdi biraz daha detaylı bir şekilde arayalım:
* Yerleşik yargı kararlarına göre döviz alım - satımı nedeniyle ortaya çıkan olumlu kur farkları faiz sayılmaz ve vergilendirilmez. Çünkü alım satım tarihleri arasındaki bu kur farkları faiz değil, Türk parasının yabancı paralar karşısında değer kaybetmesinden kaynaklanan bir değişimdir. Daha açık söylersek, burada “anaparanın sağladığı bir nemalanma” değil, aksine anapara TL cinsinden muhafaza ediliyor olsaydı katlanılacak olan değer kaybını telafi eden/eski hale getiren bir değişim söz konusudur.
* Keza döviz cinsinden verilen borcun anaparasına ilişkin kur farkı, faiz gibi parayı kullandırma hizmeti karşılığında alınan bir bedel olmayıp, verilen paranın aynen geri alınmasını sağlar.
*Mevzuatımıza göre gelir enflasyondan arındırılarak vergiye tabi tutulur. Bu “safi gelir” ilkesinin bir sonucudur. Enflasyondan arındırma TL cinsinden gelirler ile döviz cinsinden gelirlerde farklı yapılır. TL cinsinden ihraç edilmiş tahvil ve bonolar dolayısıyla elde edilen faiz gelirlerinde enflasyondan arındırma “indirim” uygulaması ile yapılır. Faiz gelirlerinin "indirim oranı" uygulanarak bulunan kısmı gelir sayılmaz, kalan reel kısım üzerinden vergileme yapılır. (Eskiden indirim uygulaması TL cinsinden elde edilen tüm faz gelirlerini kapsamaktaydı, şimdi geçmişte ihraç edilen az sayıda menkul kıymetle sınırlı bir uygulama alanı vardır. Döviz cinsinden elde edilen iratlarda ise geniş bir uygulama alanı olan “enflasyondan arındırma” işleminin TL gelirlerde neredeyse hiç yapılmıyor hale gelmiş olması ve bu nedenle reel olmayan gelirlerin de vergilendirilmesi ayrı bir tartışma konusudur. Bu da yabancı para ile yatırımı özendirmektedir.)
TL cinsinden ihraç edilen menkul kıymetlerin elden çıkarılmasından sağlanan kazançların enflasyondan arındırılması, alış bedelinin aylık bazda Yİ-ÜFE artış oranında artırılarak satış kazancının tespit edilmesi suretiyle sağlanır.
Döviz cinsinden açılan hesaplara ödenen faiz ve kâr payları ile dövize, altına veya başka bir değere endeksli menkul kıymetler ve döviz cinsinden ihraç edilen menkul kıymetlerden elde edilen gelirler zaten reel tutarlar olduğu için indirim uygulaması yapılmaz. Bu nedenle döviz cinsinden elde edilen Hazine bonosu ve devlet tahvili faiz gelirleri, faizin tahsil edildiği tarihteki kurla TL'ye çevrilmek suretiyle dolaylı olarak enflasyondan arındırılır. Dolayısıyla anapara kur farkları gelir vergisine tabi tutulmaz.
Döviz cinsinden değer artış kazançlarında kur farkının durumu
Yukarıda açıkladığım genel ilkeler çerçevesinde, döviz cinsinden elde edilen değer artış kazançlarında da kur farklarının gelir sayılmaması gerekir. Çünkü bu ilkelerin sadece döviz cinsinden elde edilen menkul sermaye iradı için geçerli olduğu söylenemez. Döviz cinsinden menkul kıymete yatırılmış (bağlanmış) sermayenin de vergilendirilmemesi gerekir.
Böyle olunca, döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak ihraç edilmiş menkul kıymet (Eurobondlar dâhil) satış kazancının döviz cinsinden tespit edilmesi ve kur farklarının gelir sayılmaması gerekir. Ancak maalesef, Maliye böyle düşünmüyor.
Maliye, TL cinsinden ihraç edilmiş tahvil ve bonoların elden çıkarılmasından sağlanan kazançların tespitine ilişkin esasların, yabancı para cinsinden ihraç edilmiş olan tahvil ve bonolar için de geçerli olduğu görüşünde. Bu görüşe göre, yabancı para cinsinden ihraç edilmiş tahvil ve bonoların satışından doğan kazancın, satış karşılığında elde edilen yabancı para tutarının TL karşılığından, bunların alımında ödenen yabancı para tutarının alım tarihindeki TL karşılığı ve varsa satış giderlerinin düşülmesi suretiyle hesaplanması gerekiyor. Alım ve satımın farklı aylarda gerçekleşmesi durumunda da elde edilen kazancın tespitinde maliyet bedeli Yİ-ÜFE artış oranında artırılarak dikkate alınabiliyor.
Dolayısıyla bu görüşe göre alışla satış arasındaki süreye ilişkin olarak ortaya çıkan kur farkları gelir sayılıyor ve vergiye tabi tutulacak satış kazancına dâhil ediliyor.
Öyle örnekler görülüyor ki esasen satış nedeniyle döviz cinsinden zarar edilmesine rağmen TL cinsinden hesaplanan kur farkları nedeniyle gelir çıkıyor ve vergi ödenmesi gerekebiliyor.
Bakanlığın görüşünün genel ilkelere uygun olmadığı, haksız bir şekilde benzer gelir unsurları arasında vergileme farkı yarattığı görüşündeyim. Sanıyorum bu lafzi yorum sadece dar mükelleflerin menkul kıymet satışlarında kur farklarının kazanca dâhil edilmeyeceğini öngören hükümden (GVK mükerrer 81) hareketle ulaşılmış bir sonuç. Oysa dar mükelleflerin menkul kıymet satışlarından doğan kur farklarının kazanç sayılmayacağı yolundaki hüküm aslında kur farklarına yönelik olarak açıkladığımız genel kabuller ve ilkeler karşısında gereksiz bir hüküm. Yabancı birisi için, yatırdığı sermayeyi yatırımının sonunda yine aynı para cinsi üzerinden realize ettiğinde sağlanan bir kur farkı geliri yok. Bu düzenleme, vergi matrahının TL cinsinden ifade edilme mecburiyeti nedeniyle yabancı yatırımcının gereksiz bir çevrim farkı (kur farkı) vergisiyle karşılaşmasını önlemek amacıyla eklenmiş bir koruma/teşvik hükmü ise, bu korumanın ülkeye geçici bir süre için gelen dar mükelleflere tanınmasına karşılık ülkeye kesin olarak gelmiş bulunan yerli yatırımcılara tanınmamış olmasının da izahı yok.
Çağdaş ve başarılı bir vergi sistemi, benzer gelir unsurlarını aynı şekilde vergilemelidir. Sanırım bu görüşe katılmayan yoktur.
Yabancı para cinsinden yatırım yapmak enflasyonist dönemlerde ve kurun hareketli olduğu dönemlerde yaygın bir yaklaşımdır. Bakanlığın görüşü doğru kabul edilecek olursa yabancı para alım satımlarında ortaya çıkan kur farklarını da tartışmak gerekir. Yabancı para alım satımı ile yabancı para cinsinden bir menkul kıymetin alım satımı arasında vergilendirme bakımından bir fark olmaması gerektir.
Kişiler kur riskinden kurtulmak için yabancı para cinsinden yatırım yapabilir ve döviz cinsinden düşük bir faize razı olabilirler. Son zamanlarda döviz cinsinden mevduata hiç veya çok düşük faiz verilmektedir. Oysa kur riskini alan kişiler TL cinsinden yatırım yaparak daha yüksek bir gelir beklentisinde olabilirler. Kur riskini almamak için parasını döviz cinsinden tutanları genel ilkelere uygun olarak kur farkı nedeniyle vergilemezken, döviz cinsinden menkul kıymet yatırımı yapan kişileri, kur artış veya azalışından sorumlu tutmak ve vergilemek hatalıdır.
Aynı şekilde döviz cinsinden menkul kıymeti alıp vadesine kadar bekleyen bir kişinin elde ettiği döviz cinsinden faizi reel kabul edip kur farklarını vergilendirmezken, bu menkul kıymeti vadesinden bir gün önce elden çıkaran kişileri kur farkı nedeniyle vergilemek eşitlik ilkesine de aykırıdır. Tamam, gelirin cinsi değişiyor, ancak bu durum kur farkı vergilemesini haklı kılar mı?
Mevzuatımızda dövizli işlemleri TL işlemlerden farklı esaslara bağlayan başka hükümler de var. Örneğin enflasyon düzeltmesinde dövizli işlemler Yİ-ÜFE ile düzeltilmezler, bunların kur değerlemesi yapılarak düzeltilmiş olduğu kabul edilir. Keza döviz cinsinden senetler döviz cinsinden reeskonta tabi tutulur.
Yukarıda saydığım ve aklıma gelmediği için sayamadığım nedenlerle değer artış kazançlarında da kur farkının gelir sayılmaması gerektiğini düşünüyorum. Yasal düzenlemeye gerek olmadan idari görüş değişikliği ile bu sorun çözülebilir ve böylece benzer gelir unsurları arasındaki farklılık giderilmiş olur.