Rusya’nın Ukrayna sınırına askeri yığınağını artırması, Ukrayna’nın Rusya’ya karşı Batı’nın yalnız siyasi değil askeri desteğini de sağlamaya çalışması, Batı’nın Rusya’ya yaptırım tehdidinde bulunması; bunlar haklı olarak derinleşen kaygı yaratıyor.
Bu gerilim, doğru yönetilememesi durumunda, bölgesel düzeyin ötesinde uluslararası güvenlik için tehdit oluşturma potansiyeli taşır. Gerilimin çatışmaya dönüşmeden uzlaşı sağlanabilmesi öncelik olmalı. Bunun için, bölgenin tarihi verileri, tarafların tehdit algılamaları ve siyasi-sosyolojik dinamikleri özenle değerlendirilmeli. Diplomasiye fırsat verilmeli, siyaset bu temelde uzlaşı sağlamaya dönük yaklaşım seçenekleri geliştirmeli.
Bu konuyu 6 Nisan 2021 tarihli yazımızda geniş açıdan incelemeye çalışmıştık. Sunduğumuz veriler bugün de güncelliğini koruyor. Bununla birlikte, konunun önemi bağlamında bazı verileri özetle hatırlamak yararlı olacak. Amacımız, ayrıntılarda kaybolmadan, gerilimin perde arkasında saklı kalabilen verilere dikkat çekmek. Tarafların siyasi algı yaratma çabalarının etkisinde kalmadan, geniş tabloda yer alan tüm renklerin görünür olmalarını sağlamak.
Ukrayna iç dinamikleri
Ukrayna’yı açık bir kitaba benzetmiştim. Dinyeper nehrinin kuzeyden güneye ortadan ikiye böldüğü Ukrayna’nın batısı ve doğusunda tarih boyunca gelişen iki farklı sosyolojik yapı temelinde karşıt siyasi yönelimlerin oluştuğunu izah etmiştim.
Ukrayna’nın doğusu tarih boyunca, Çarlık Rusyası ve ardından Sovyetler Birliği dönemlerinde, Rus etkisinde kalmış. Batısı ise Sovyet dönemine kadar orta Avrupa’da kurulan devletlerin ve özellikle Polonya’nın etki alanında olmuş. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da Sovyetler Birliği’ne katılmış. Bu tarihi gerçek, ülkenin iki kanadında farklı sosyolojik yapıların gelişmesine yol açmış. Ülkenin doğusunda ve güneyinde etnik Rus ağırlıklı toplum siyasi olarak Rusya’ya yakın olmuş. Batıda ise etnik Ukren ağırlıklı toplumun siyasi duruşu Avrupa ile yakınlığı tercih etmiş.
Yapılması gereken, birlikte yaşamayı başarmak. Bunun da tek yolu var; demokrasi ve iyi yönetişim. Farklılıkların uyum içinde birlikte yaşamalarına yönelik olarak Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi tarafından geliştirilen demokratik güvenlik standartlarının uygulanması, sosyal barış ve siyasi istikrar için en uygun yöntem olmalı.
Rusya’nın yaklaşımı ve tehdit algılaması
İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan uluslararası güvenlik mimarisinin ilk 45 yılına Soğuk Savaş damga vurur. Bu dönemde ilişkilere gerginlik egemendir. 1970’lerden sonra gelişen diyalog zemini, gerginliğin azaldığı “yumuşama” (détente) dönemidir. Sovyet sisteminin sürdürülebilir olmadığı anlaşılır. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı dağılır. Sovyet coğrafyasında ortaya çıkan yeni bağımsız devletlerden biri de Ukrayna’dır.
Avrupa’da yeni mimarinin oluşması süreci başlar. İlk aşama iki Almanya’nın birleşmesidir. İzleyen aşamada Avrupa Konseyi (AK), NATO ve Avrupa Birliği’nin (AB) genişlemesi gündemdedir.
1990’da 23 üyesi olan AK, Rusya dahil doğu Avrupa ülkelerinin katılımıyla bugünkü 47 üyeli yapısına ulaşır.
AB de eski Varşova Paktı üyelerini saflarına katarak üye sayısını 27’ye yükseltir. Ukrayna’nın (Gürcistan gibi) üyelik hedefi olsa da, AB’nin yakın gelecekte bu yönde bir planı olmadığı bilindiğinden, en azından bu aşamada konu gerginlik gündeminin ön sıralarında değil.
Rusya’nın bir siyasi-askeri örgüt olan NATO’ya ilişkin algılaması ise farklı. 1990’ların başlarında, Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasını izleyen sürecin başlangıcında, Rusya’nın özellikle Almanya’ların birleşmesi konusunda güçlük çıkarmayan bir tutum izlemesi karşılığında, NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği güvencesi verilir. Bu yazı kapsamında bu konunun ayrıntılarına girmiyoruz. Ama bu güvencenin o dönemin çeşitli belgelerinde ve görüşme tutanaklarında kayıtlı olduğu bilinmekte. Bu güvenceye uyulmadığı da gerçek. NATO; Polonya ve Baltık devletlerini de saflarına katarak Rusya’nın eteklerine kadar uzanır.
Asıl önemli olan, Rusya’nın Ukrayna’nın da dahil olduğu yakın çevresine ilişkin tehdit algılaması. Rusya, güvenlik kuşağı olarak tanımladığı bu bölgeye NATO’nun genişlemesini kabul eder mi? Rusya bunu kabul etmeyeceğini güçlü ve kararlı bir şekilde ortaya koymakta. Ukrayna sınırına yığınak yapması sonucu tırmanan gerilimin gerisinde bu eğilimi caydırma hedefi de yok mu?
Ukrayna Devlet Başkanı Volodomir Zelenski
Ukrayna’nın NATO üyeliği ile ilgili dinamikler
Ukrayna’dan başlayalım. Ukrayna’da NATO üyeliğine çoğunluğun desteği var mı? Yönetimin siyasi beyanlarına bakınca öyle görünse de, gerçekte Ukrayna genelde bu konuda da bölünmüş durumda. Açık duran bir kitaba benzettiğimiz Ukrayna’nın soldaki sayfasında çoğunluğun Batı ile bütünleşmeyi ve bu bağlamda NATO üyeliğini çoğunlukla desteklediği biliniyor. Kitabın sağdaki sayfasında durum bunun tersi. Ülkenin doğusunda Donbas’ta yaşanan siyasi-askeri kriz de bunu gösteriyor. Güney, yani Kırım, zaten Rusya’nın etkin denetimi ve dolayısıyla yetki alanında. (Kırım ile ilgili daha ayrıntılı değerlendirme için önceki yazımıza bakılabilir.)
Sonuçta, ortalama desteğin bile beklenen düzeyde olmadığını görüyoruz. Destek ülkenin doğusunda çok düşük, batısında biraz daha yüksek. Bu koşullarda Ukrayna’ya NATO üyeliği dayatılmasının, Rusya’nın göstereceği uluslararası güvenliği etkileyebilecek tepkilerin yanı sıra, halen bölünmüş bir tablo sergileyen Ukrayna’da bölünmeyi derinleştirici, bunun da ötesinde ayrılıkçı kesimi güçlendirici etki yapacağını görmek gerekir.
Batı içinde bu konuda uyumlu dayanışma var mı? 2008’de Bükreş’te düzenlenen NATO Zirvesi’nden bu yana İttifak içinde bütüncül bir yaklaşımın geliştirilemediği de biliniyor. Müttefiklerin medyaya yansıyan, bir anlamda diplomatik zemin kazanmaya yönelik güncel beyanları da farklı yaklaşımları yansıtıyor. Son olarak bazı müttefikler “Ukrayna’ya asker göndermenin gündemde olmadığını” belirttiler. Bu durumu bilen Rusya’nın konuya ilişkin kararlılığının daha da güçleneceğini tahmin etmek zor değil.
Bir de Rusya ve Ukrayna ile Rusya ve Batı arasında karşılıklı bağımlılıklar bakımından mevcut dengelerin bozulmasının yol açacağı sorunlar var. Bu yazı kapsamında, çok boyutlu bağımlılıklar konusunun yalnız enerji unsurunu kısaca hatırlatmakla yetinelim.
Ukrayna; Rusya için, etki alanı ve bir anlamda güvenlik kuşağı. Rusya; Ukrayna için, her şeyden önce ekonomik olarak yaşamsal önemde bir kaynak. Ağırlıklı olarak demir-çelik üretimi ve ihracatına dayalı Ukrayna ekonomisinin sürdürülebilirliği, Rusya’dan düzenli ve ucuz enerji girdisine bağlı. Ukrayna’nın doğal gaz üretimi, tüketim ihtiyacının çok az bir bölümünü karşılıyor. Rusya dışında bir kaynağı yok. Isınma için de Rusya’nın doğal gaz sağlamayı kesintisiz sürdürmesi gerekiyor. Rusya’nın Ukrayna’ya giden doğal gaz vanasını kapamakta tereddüt etmediğini biliyoruz.
AB doğal gaz ihtiyacının yaklaşık yüzde 41’ini Rusya’dan sağlıyor. Şimdiye kadar kısmen Ukrayna’dan geçen boru hatları ile aktarılan doğal gaz gelecekte “Nord Stream 2” üzerinden doğrudan ulaşabilecek. Batı’nın da doğal gaz konusunda bir ölçüde Rusya’ya bağımlı olduğu akılda tutulmalı. Bu çok boyutlu ve kapsamlı bir konu. Burada kısa bir kesit vermeyi amaçladık.
Türkiye’nin durumu
Türkiye en başta bölge ülkesi, gerilime sınırdaş. NATO’nun gerilim bölgesine komşu güneydoğu kanadı. Gerilimin sürmesinden ya da tırmanarak çatışmaya dönüşmesinden en çok zarar görecek ülkelerden biri durumunda. Gerilim taraflarının ortak bir zeminde buluşabilmelerine katkıda bulunabilir mi? Bunun için, gerilimin taraflarının tam güvenine sahip olması, taraflara eşit mesafede durabilmesi ve mensubu olduğu İttifak içinde de güvenilir olması beklenir. Ne yazık ki bu aşamada kurallara dayalı uluslararası sistem ile çatışma durumunda olması, iç siyasette gerginliğin ve derinleşen ekonomik krizin dış sorunlar ile gereğince ilgilenecek enerji bırakmaması, Türkiye’nin bu konuda önemli bir aktör olmasına imkan vermiyor. Taraflar ile silah ticareti içinde olması da durumu daha da zorlaştırıyor.
Ne yapma(ma)lı?
Uluslararası sistemde çok taraflılığın ve kurallara dayalı düzenin yıpranmaya devam ettiği koşullarda, Rusya - Ukrayna geriliminin tırmanarak çatışmaya dönüşmesine engel olunması ve uzlaşı zemini yaratılması, tüm aktörler için öncelik olmalı.
Bölgenin tarihinden kaynaklanan özelliklerin günümüzde ilgili devletlerin siyasi tercihlerine yansımaları, farklı tehdit algılamaları ve siyasi-sosyolojik dinamikler özenle değerlendirilmeli.
Siyasetin bu yönde ortak irade gösterebilmesi durumunda, diplomasi de bu hedefe yönelik zemini hazırlayabilmeli.
Ukrayna; iç barışı, siyasi istikrarı ve ekonomik refahı ile bölge güvenliği için, NATO üyeliği konusunda Batı’yı zorlayıcı yaklaşımını yeniden değerlendirmeli.
Batı; Rusya’yı köşeye sıkıştırma ve yabancılaştırma yerine çok taraflı sisteme entegre olmanın yararları konusunda somut veriler ile ikna etmeyi seçmeli. Yaptırım uygulama gibi inandırıcılığı ve sonuç alma şansı olmayan seçenekler rafa kaldırılmalı. Bu bağlamda, Rusya’nın son olarak ortaya koyduğu önerilerin reddedilmesi yerine, Rusya’nın duyarlılıklarını dikkate alan karşı öneriler geliştirilmeli.
Rusya; kaygılarını ve hedeflerini açık şekilde ortaya koyarak uzlaşı amacıyla müzakereye hazır olduğunu, uluslararası hukuka uygun davranma iradesini güven verici şekilde göstermeli.
Bu arada, kilit konulardan biri, belki de en önemlisi, Donbas’ın geleceği. Bu yazının sınırları içinde tanımlayabildiğimiz siyasi-sosyolojik dinamikler göz önüne alındığında, son dönemde yeniden duyulmaya başlanan “bu bölgeye belirli ölçüde özerklik verilmesi” yaklaşımının müzakere edilebilir bir başlangıç noktası olduğu düşünülebilir mi? Gerçekte, 2014 gelişmelerini izleyen ilk aşamada masaya konan önerilerin bu unsuru da içerdiğini hatırlayalım. (Fransa ve Almanya’nın desteğiyle, Rusya ve Ukrayna tarafından (Normandy Format) Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) zemininde müzakere edilen Minsk Protokolü’nün 12 unsurundan biri.)
Gerilimin sona erdirilmesi ve uzlaşı zemininin oluşmaya başlaması, Rusya ve Ukrayna başta olmak üzere, tüm ilgili aktörlerin siyasi iradeleri ve yetenekleri ile belirlenecek. Tarafların bildiği ve bizim de yukarıda bazılarını özetle tanımlamaya çalıştığımız tarihi veriler, tehdit algılamaları ve siyasi-sosyolojik dinamikler dikkate alınmadan geliştirilecek siyasi tercihlerin uygulanabilme imkanı olmaz. Gerilim tırmanır ve çatışmaya dönüşerek uluslararası güvenliği ciddi şekilde tehdit etme riski yükselir.
Biz burada bir siyasi tercihi öne çıkarmayı öngörmedik. Uluslararası güvenlik için tehdit potansiyeli oluşturan gerilimin sona erdirilerek uzlaşı koşullarının oluşturulabilmesi için karar verecek siyasetin ve siyasete zemin hazırlayacak diplomasinin dikkate alması gereken tarihi verileri, verilen ve tutulmayan sözleri, tehdit algılamalarını, bir başka deyimle “realpolitik” ihtiyacını hatırlatmayı amaçladık.