Hamas’ın 7 Ekim saldırısı İsrail için travmatik etki yarattı. 1.200 dolayında kişi öldürüldü. Yaklaşık 250 kişi rehin alınarak Gazze’ye götürüldü. Öte yandan, güçlü istihbarat ve güvenlik araçlarına ve Amerika’nın koşulsuz desteğine sahip İsrail’in bu çapta bir terör saldırısını nasıl öngöremediği ve önleyemediği, arka plandaki nedenleriyle birlikte, uzun süre tartışılacak gibi görünüyor.
Önceki yazımda da vurguladığım gibi, Hamas’ın sivilleri hedef alan terör eylemi hiç bir gerekçe ile mazur görülemez. Bu tür saldırıların önlenmesi için uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesine tüm devletler katkıda bulunmalıdır.
Buna karşılık, İsrail’in “kendini savunma hakkı” kapsamında “Hamas’ı yok etmek” amacıyla Gazze’ye karşı başlattığı askeri operasyon, ilk gününden itibaren tanımlanan hedefin çok ötesine geçti. İşgali altındaki Gazze Şeridi’nde yaşayan 2 milyon 300 bin Filistinli’nin yaşam hakkını ortadan kaldıran toplu katliama dönüştü. Uluslararası hukukun her alanında vahim ihlaller tüm dünyanın gözü önünde gerçekleşiyor, canlı yayında izleniyor. Ayrıca, işgali altındaki topraklara karşı “kendini savunma hakkı”, uluslararası hukukta yer almayan tartışmalı bir konu!
İsrail, sivillerin ve savaşmayanların hedef alınmasını, ayrıca, belirli kategori silahların kullanılmasını yasaklayan uluslararası insani hukuk yokmuş gibi davranıyor. Kamuoyu diplomasisi çabalarında operasyonun insani hukuka uygun olduğunu öne sürüyor. Ama bunun inandırıcı olmayan siyasi bir retorik olduğunu herkes biliyor.
Uluslararası insan hakları hukukunda güvence altına alınan yaşam hakkı ve işkence yasağı başta olmak üzere tüm temel hak ve özgürlükler vahim şekilde ihlal ediliyor.
İşgal altındaki topraklarda mülteci kamplarında yaşayan Filistinliler için uluslararası mülteci hukuku yok sayılıyor.
Uluslararası hukukta tanımlanan savaş suçu ve insanlığa karşı suç işleniyor. İsrail, bu suçları işleyen bireyleri yargılamakla yetkili Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne taraf değil. Mahkeme yine de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile harekete geçebilir. Ancak, daimi üye Amerika’nın veto yetkisi nedeniyle Güvenlik Konseyi’nin bu yönde bir karar almasını beklemek gerçekçi görünmüyor.
Zaten İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısı’nın İsrail’e ve işgal altındaki Filistin topraklarına girişine izin vermiyor.
Tüm bunların ötesinde, İsrail’in operasyonlarının uluslararası hukukta insanlığa karşı en vahim suç olarak tanımlanan soykırım boyutuna ulaştığının da 1948 tarihli “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi” (Soykırım Sözleşmesi) kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini önceki yazımda izah etmiştim.
Bu koşullarda İsrail’den hesap sorulabilmesi kalan seçenek, Birleşmiş Milletler’in temel yargı organı Uluslararası Adalet Divanı.
Güney Afrika, soykırım suçu işlediği gerekçesiyle, İsrail’e karşı 29 Aralık 2023’te Uluslararası Adalet Divanı’na başvurdu. Divan’ın esasa ilişkin incelemesi öncesinde Gazze’de devam eden “soykırım” boyutuna ulaşan katliamların durdurulması amacıyla bir dizi ihtiyati tedbir (provisional measure) kararı alınmasını talep etti.
İşgal altındaki Filistin topraklarında son üç aylık felaketin dökümü
Divan’da başlayan yargı sürecine geçmeden önce, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana sürdürdüğü askeri operasyonların yarattığı felaketin dökümünü kısaca hatırlayalım.
İsrail’in saldırılarının şiddet, ölçü ve hız bakımından, tarihte örneği görülmeyen boyutlarda bir katliama yol açtığını ve yıkım yarattığını gözlüyoruz.
23 binin üzerinde Filistinli öldürüldü (Gazze nüfusunun yüzde 1’i). Bunların üçte ikisi kadın ve çocuklar. 7 bin Filistinli kayıp. Bombalanan binaların enkazının altında oldukları düşünülüyor.
Her gün ortalama 100’ü çocuk, 50’si kadın, toplam 250 Filistinli öldürülüyor.
Gazze nüfusunun en az yüzde 85’i (2 milyona yakın kişi) birkaç kez yerlerinden edildi. Mülteciler yeniden mülteci oldular. Yine de gitmeleri istenen yrlerde bombalanarak öldürüldüler.
200’e yakın Birleşmiş Milletler görevlisi öldürüldü. Tarihte bu düzeyde başka örneği yok.
Doktorlar, sağlık görevlileri, gazeteciler, öğretmenler, insani yardım kuruluşları mensupları; özetle, ayrımsız Gazze’deki herkes öldürülme riski altında.
65 bin konut yıkıldı, oturulamayacak durumda. 290 bin konut büyük hasar gördü, oturulabilecek durumda oldukları çok şüpheli. En az 500 bin kişinin Gazze’ye dönebilseler bile sığınabilecek evleri yok. Zaten elektrik, su, yakıt ve iletişim imkanı yok.
Hastanelerin üçte ikisi yıkıldı, kullanılamayacak durumda. İlaç yok. Ameliyatlar anestezi olmadan yapılıyor.
Liste uzayıp gidiyor ...
İsrail’in yarattığı yıkım yalnız Gazze ile sınırlı değil. Batı Şeria da İsrail’in hukuk dışı ve ölçüsüz uygulamalarının hedefi oldu.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin belirlemelerine göre;
7 Ekim 2023 ile 10 Ocak 2024 arasında Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te 330 kişi, güvenlik güçlerinin yanı sıra, bazıları İsrailli yerleşimciler tarafından öldürüldü. Bunların 84’ü çocuk. Çok sayıda Filistinli evlerinden atıldı, zorla yerlerinden edildi.
Mevcut durumun doğru bağlamda değerlendirilebilmesi için, 7 Ekim’den çok önceye gitmek gerekir. Sorunun gerçek başlangıcı, İsrail’in Filistin topraklarını işgali, “Büyük İsrail” hayali için “iki devletli çözüm” önerisini öldürmeye çalışması, Birleşmiş Milletler kararlarına karşın yerleşimleri genişletmeye devam etmesidir.
Çıkış yolu da, Birleşmiş Milletler kararlarında tanımlanan “iki devletli çözüm” önerisinin gerçekleşmesine yönelik uzlaşı sağlanabilmesidir. Bunun için en azından görünür gelecekte iyimser olunması mümkün görünmüyor.
Uluslararası Adalet Divanı yargı süreci
Divan ihtiyati tedbir talebini değerlendirmek üzere iki duruşma düzenledi. Taraflara sözlü sunuşları için üçer saat verdi. 11 Ocak günü Güney Afrika, 12 Ocak günü de İsrail sunuş yaptı.
Uluslararası siyaset ve hukuk için tarihi önem taşıdığını düşündüğüm duruşmalar Birleşmiş Milletler TV kanalından (UN Web TV) canlı yayınlandı. Video kayıtlarını izlemek ya da duruşma tutanaklarını okumak isteyebilecekler için bağlantı adreslerini aşağıda paylaşıyorum.
Duruşmaların video kayıtlarını izlemek için: Güney Afrika / İsrail
Duruşmaların tutanaklarını okumak için: Güney Afrika / İsrail
Divan’ın duruşma sonuçlarına ilişkin açıklaması
Güney Afrika heyetinin sunuşu
Güney Afrika duruşmaya yetkin ulusal ve uluslararası hukukçulardan oluşan bir heyetle katıldı. Kapsamlı bir hazırlık yaptığı anlaşılan heyet, İsrail hükümetinin söylem ve eylemlerinin Soykırım Sözleşmesi’nin ihlali olduğuna ilişkin görüşleri güçlü bir şekilde, belge ve delillere dayanarak sundu. İhtiyati tedbir taleplerinin gerekçelerini izah etti.
Heyet üyelerinin konuları paylaşarak yaptıkları sunuşlar birbirini tamamlayıcı nitelikteydi. Sunuşların hukuk normlarına ve insani değerlere dayalı içeriği somut ve ikna ediciydi.
İsrail heyetinin sunuşu
İsrail heyeti, son üç aydır izlediğimiz İsrail hükûmetinin siyasi söylemini genişleterek hukuk çerçevesine sokmaya çalıştı. Büyük ölçüde siyasi bir karşı saldırı niteliği taşıdı. Savunmanın odağı, Hamas saldırısının vahşeti oldu. Divan’ın ihtiyati tedbir talebini reddetmesi ve davayı düşürmesi gerektiğini savundu.
İyi de; Hamas saldırısının vahşeti, soykırım boyutlarına ulaşan sivillerin toplu katliamı, yerleşim yerlerinin yok edilmesi, açlığa mahkum edilmeleri için gerekçe olabilir mi? Savaş suçu, insanlığa karşı suç ve soykırım suçu hiç bir gerekçeye dayandırılamaz.
Hamas’ın sivilleri kalkan yaptığını, hastaneleri üs olarak kullandığını, sivillerin Hamas’a direnmediğini öne sürdü. Gerçekte bu iddialar doğrulanabilmiş değil.
İyi de; diyelim ki öyle, Hamas’ın kalkan yaptığı sivillerin toplu katliamını, hastanelerin yerle bir edilmesini hangi hukuk normu ya da insani değer ile açıklayabiliriz?
Soykırım Sözleşmesi uyarınca “niyet beyanı” olarak ortaya konan ifadelerin duygusal travma kapsamında yetkisiz kişilerce dile getirildiğini, hükümeti bağlamadığını öne sürdü.
İyi de; Güney Afrika’nın belgelere dayanarak yaptığı sunuşta, “niyet beyanı” niteliğindeki ifadelerin cumhurbaşkanı, başbakan ve savunma bakanı tarafından kamuoyuna açık şekilde dile getirildiği ortaya konmuştu.
Şimdi ne olacak?
Şimdi top yargıçların sahasında. 15 farklı ülkeden gelen, görevlerini bağımsız ve tarafsız bir anlayışla yerine getirmek için yemin etmiş olan, “jurisconsult” niteliği taşıyan yargıçlar, Güney Afrika’nın 84 sayfalık başvurusunu, 11 ve 12 Ocak duruşmalarında yapılan sözlü sunuşları, uluslararası hukuk, Soykırım Sözleşmesi ve Uluslararası Adalet Divanı içtihadı temelinde, vicdanlarının sesini de dinleyerek değerlendirecekler, gerekirse taraflardan ek bilgi isteyecekler ve karar verecekler.
Bağımsız ve tarafsız olsalar da, yargıçların da insan olarak duygularının sesine kulak verebileceklerini ya da siyasi rüzgarların etkisinden tümüyle bağışık kalamayabileceklerini dikkate alıyorum. Ama sonuçta, 15 yargıç oy birliği, olmazsa oy çokluğu ile, uluslararası hukukun üstünlüğünü ve Divan’ın saygınlığını da gözeterek karar verecektir.
Birinci aşama: İhtiyati tedbir talebine ilişkin karar
İlk aşamada, izleyen kısa sürede Divan ihtiyati tedbir talebine ilişkin kararını açıklayacak. Güney Afrika’nın ihtiyati tedbir talebi dokuz maddeden oluşuyor. Mevcut duruma ve içtihada baktığımda, Divan’ın Güney Afrika’nın talep ettiği ihtiyati tedbirlerin en azından bir bölümü için İsrail’e bildirimde bulunmasının bekleneceğini düşünüyorum.
İsrail Başbakanı, “ne Lahey ne de başka hiç kimse bizi durduramaz” diyerek Divan’ın davayı düşürmesi dışında hiç bir kararı kabul etmeyeceğini kamuoyuna beyan etti.
İyi de; Divan’ın kararlarına uymayacaksanız neden Lahey’e gidip savunma yaptınız? İşine gelmeyen yargı kararının uygulanmaması nasıl bir anlayışın sonucudur?
Uluslararası Adalet Divanı kararları tüm Birleşmiş Milletler üyesi devletler için hukuken bağlayıcıdır. Bununla birlikte, bu konuda zorlayıcı bir mekanizma bulunmadığını biliyoruz. Geçmişte benzer örnekler yaşandı. Son dönemde Divan’ın Gambiya-Myanmar ve Ukrayna-Rusya davalarında aldığı ihtiyati tedbir kararları da Myanmar ve Rusya tarafından bugüne kadar uygulanmadı.
Bu durumun ilgili devletlerin sicilinde “uluslararası saygınlık” notunu olumsuz etkilemesinin sonuçları olur mu? Bu da ilgili devletin ekonomik, siyasi ve askeri yeteneklerine bağlı uluslararası konumuna göre değişebiliyor.
İkinci aşama: Esasa ilişkin karar
Divan’ın yerleşik uygulama dışında süreci hızlandırması mümkün olamadığı takdirde, İsrail’in Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal edip etmediği konusunda esasa ilişkin kararın izleyen bir-iki yıldan önce sonuçlanması beklenmiyor. O zamana kadar uluslararası ilişkiler ne yönde evrilir, İsrail’de bu hükümet kalır mı, bilemiyoruz.
Şimdiki tabloda, İsrail hükümeti, İsrail halkının bir bölümünün muhalefetine karşın, Amerika ve az sayıdaki bazı devletlerin desteği ile, hukuka ve uluslararası toplumun geniş çoğunluğuna meydan okuyor. Bunun ne kadar sürdürülebilir olacağını göreceğiz.
Dava sürecine ilişkin bazı gözlemler
İsrail’in Gazze’de ve onun da ötesinde işgal altındaki Filistin topraklarında sürdürdüğü operasyonlar sonucunda ortaya çıkan tablonun Soykırım Sözleşmesi’nin ihlali olarak değerlendirilebileceğini düşünüyorum.
Bununla birlikte, hukuka saygı bağlamında, bu konuda karar yetkili yargı organı, bu durumda Uluslararası Adalet Divanı tarafından verilecektir. Divan’ın kararı beklenmeli, ön yargıda bulunulmamalıdır.
Son olarak şu noktayı vurgulamak isterim. Savaş suçu, insanlığa karşı suç ve soykırım suçu iç içe geçmiştir. Birinin diğerinden tümüyle ayrı olarak gerçekleşmesi mümkün değildir. Birinin varlığı diğerlerine de zemin hazırlar. Birinin nerede bittiği ve diğerinin nerede başladığı hukuk zemininde tartışmalı olmaya devam edecektir.
Dolayısıyla, Uluslararası Adalet Divanı’nın İsrail’in eylemlerinin soykırım eşiğine ulaşmadığı sonucuna varması, İsrail’in savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlediği gerçeğini değiştirmeyecektir. Divan’ın bu sonucu kararına yansıtması beklenir. Bu durumda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile, bu suçları işleyen bireylerin Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanabilmelerine yönelik süreç başlayabilecektir.
Ama Uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne olsa da, İsrail’in eylemlerinin Soykırım Sözleşmesi eşiğine ulaşmadığı sonucuna varılsa da, maruz kaldığı etnik temizlik ve soykırım sonucunda devletini kurmuş olan İsrail’in, yani soykırım kurbanı İsrail’in soykırım suçlaması ile yargılanmış olma gerçeği tarihe kaydedilecektir. Bugünkü İsrail hükümetine muhalif olan İsrail toplum kesimi de, bunun sonuçlarını yaşamak durumunda kalacaktır.
Erdoğan İşcan kimdir?
Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Büyükelçi (E) Erdoğan İşcan, çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor.
İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi.
Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti.
Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra (Başkonsolos), Cenevre (Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı).
Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı.
İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle:
- Kadına Yönelik Şiddet ve ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Taraf Devletler Komitesi Başkanı (2015-2018).
- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018).
- Demokrasi kültürü ve insan hakları alanında çalışan Norveç Kuruluşu “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018).
|