10 Ocak 2023

Demokrasi sürdürülebilir istikrar ve saygınlığın güvencesidir

Demokratik güvenlik olmadan ulusal istikrar ile uluslararası saygınlık ve etkinlik kalıcı olmaz. Bu kapsamda BM ve AK standartları ile birlikte AİHM kararlarına uyumun kilit rolü de hatırlanmalı!

78 yaşına giren uluslararası güvenlik mimarisinin merkezinde Birleşmiş Milletler (BM) var. Temel hedef, barış ve güvenliğin korunması, böylece sağlanacak istikrar ortamında sürdürülebilir kalkınma hedeflerine yönelik ilerleme. Barış ve güvenliğin kilit unsuru ise, insan haklarına evrensel saygının güvence altına alınması. İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin yol göstericiliğinde geliştirilen temel hak ve özgürlüklere ilişkin sözleşme sistemi uluslararası insan hakları hukukunun güvencesi durumunda.

BM insan hakları hukuku sisteminin tamamlayıcısı niteliğinde bölgesel kuruluşlar var. Bizim bulunduğumuz siyasi coğrafyada bu işlevi Avrupa Konseyi (AK) üstlenmiş. 74 yaşında. AK’da Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) başta, bugüne kadar toplam 226 sözleşme geliştirilmiş ve yürürlüğe konmuş. Demokrasi ve insan hakları, bu siyasi coğrafyada kurulan Kuzey Atlantik İttifakı Antlaşması (NATO) ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) dahil, diğer bölgesel örgütlerin de temel kriteri olmuş.

Türkiye, BM ve AK’nın kurucu üyeleri arasında. Yakın zaman öncesine kadar, NATO’nun kuruluş felsefesine önemli katkıları ile tüm üye devletlerin takdirini kazanan güvenilir bir müttefik olmuş. AGİT’in özellikle Avrupa’da bölünmüşlüğün sona erdirilmesine yönelik diyalog zemini olma işlevine yapıcı katkıları biliniyor. Günümüzde bu bağların tartışmalı duruma gelmesi düşündürücü.

Türkiye’nin BM, AK, NATO ve AGİT ile bağları, küresel düzlemde diğer coğrafyalar ile bağlarını geliştirmesine de engel değil. Tersine, diğer bölgesel kuruluşlara katılım ve katkı, tamamlayıcı nitelik taşıyabilir. Yeter ki uluslararası toplumla ana köprülerini oluşturan kuruluşlara seçenek olarak hedeflenmesin!

Unutmayalım! Türkiye’nin Avrupa dışındaki bölgelerde saygınlığı ve etkinliğinin temelde Batı ile ilişkilerinde güvenilir bir ülke olması ile doğru orantılı olduğunu tarih göstermiştir. Bu denklemin bugün de geçerli olduğunu görüyoruz.

Türkiye’nin uluslararası toplumla ana köprüleri arasında keşke Avrupa Birliği’ni de (AB) sayabilseydik. Ne yazık ki tarafların stratejik vizyon ve siyasi irade eksikliği nedeniyle, yapımına başlanan, bir ölçüde ilerleme kaydedilen bu köprünün trafiğe açılması, en azından görünebilir gelecekte mümkün görünmüyor. Bu iki tarafın da kaybı; Türkiye demokratik istikrar ve ekonomik refah şansını kaybederken, AB de küresel bir oyuncu olma yolunda önemli bir kazanımdan yoksun kaldı.

Unutmayalım! Bu da iki yönlü bir denklem. AB’nin stratejik bir bakış ile Türkiye ile ilişkilerine yaklaşımını gözden geçirmesini beklerken, bizim de demokrasiye dönüşü ve demokratik güvenliği güçlendirici adımları gerçekleştirmemiz, AB köprüsünün trafiğe açılabilmesinin “olmazsa olmaz” ön koşuludur.

Demokratik güvenlik ve AİHM’in önemi

AK demokratik bir Avrupa devleti gibi örgütlenmiş. Yürütme organı, üye devletlerin hükümetlerinin temsil edildiği Bakanlar Komitesi. Tüm üye devletler için bağlayıcı kararlar alabiliyor. Üye devletlerin parlamenter heyetlerinin temsil edildiği Parlamenter Meclis (AKPM), tavsiye niteliğinde kararlar alabilen bağımsız siyasi organ.

Bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) var. 46 üye devletten birer yargıcın yer aldığı bağımsız yargı organı. Üye devletlerin AİHS başta olmak üzere AK standartlarına uyumunu denetliyor. İhlaller nedeniyle bireylerin uğradıkları zararların giderilmesine (bireysel önlemler), ayrıca, ihlallerin tekrarlanmaması amacıyla, devletlerin mevzuat ve uygulamalarında eksik ya da yanlışların düzeltilmesine (genel önlemler) yönelik kararlar alıyor. Tüm üye devletler AİHS’ye taraf ve AİHM’in zorunlu yargı yetkisini tanımış. AİHM kararlarının ilgili devletler tarafından uygulanması, Bakanlar Komitesi tarafından izleniyor.

Bakanlar Komitesi yılda dört kez AİHM kararlarının uygulanmasının izlenmesi amacıyla toplanıyor. Son kez 6-8 Aralık 2022’de toplandı. İzleyen toplantı 7-9 Mart 2023 tarihlerinde yapılacak.

Bireysel ve genel önlemler bakımından uygulanmasının tamamlandığı sonucuna varılan AİHM kararlarına ilişkin dosya gündemden çıkarılıyor. Uygulanmayan ya da uygulanması devam eden AİHM kararları hakkında izleme süreci açık kalıyor.

AİHM kararlarının uygulanmaması, AK’nın kurucu belgesi olan Statü’den kaynaklanan yükümlülüklerin ihlali sayılıyor. Statü’ye aykırı tutumun sürmesi durumunda, ilgili devlet hakkında AK üyeliğinden çıkarılma yolunu açan yaptırım süreci başlatılıyor.

Demokratik güvenlik, barış ve istikrarın temeli. AİHM kararlarına uyum da,  demokratik güvenliğin kilit unsurlarından biri.

Diğer unsurları da hatırlayalım: bağımsız yargı, ifade ve gösteri özgürlüğü, demokratik kurumlar ve katılımcı demokrasi. Bu kapsamda hesap verebilir ve hesap sorulabilir olmanın demokratik güvenliğin temel sütunları arasında olduğunu da akılda tutalım.

Aralık 2022 toplantısında alınan kararlar

Önce genelde gözlenen bir yanlış algıyı düzeltelim. AİHM başvuru üzerine tüm üye devletler hakkında kararlar alıyor. Bu kararların uygulanması Bakanlar Komitesi’nde öncelikler de dikkate alınarak sıra ile izleniyor. Her Komite toplantısında çok sayıda devlet hakkında çok sayıda karar alınıyor. AİHM’in ya da Bakanlar Komitesi’nin belirli devletleri hedef aldığı yolunda ortaya atılan görüşler gerçeği yansıtmaz. Doğallıkla, hakkında daha yüksek sayıda başvuru bulunan devletler hakkında alınan ve izlenen karar sayısının da yüksek olduğu anlaşılır bir durumdur. Türkiye’nin de bu devletler arasında ön sırada yer aldığını unutmayalım.

Komite’nin Aralık toplantısında Türkiye dahil 21 devleti ilgilendiren 46 karar kabul edildi. Uygulanmasının tamamlandığı belirlenen 16 devlet hakkındaki 26 AİHM kararı da gündemden düşürüldü.

Türkiye hakkında Opuz, Kavala ve Demirtaş kararlarının uygulanması ile ilgili durum incelendi.

Opuz kararı

AİHM’in Türkiye ile ilgili Opuz kararı, insan hakları hukukunun gelişiminde önemli bir mihenk taşı. “Kadınlara Karşı Şiddet ve Aile içi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nin de (İstanbul Sözleşmesi) ilham kaynakları arasında. Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nin geliştirilmesine öncülük etmiş, 2011’de AK Bakanlar Komitesi dönem başkanlığı sırasında İstanbul’da imzaya açılmasını sağlamış, Sözleşme’yi ilk imzalayan ve onaylayan devlet olmuştu. İç hukukunu Sözleşme ile uyumlu kılmak amacıyla 6284 sayılı Yasa’yı kabul etmişti. Sözleşme’nin 2014’te yürürlüğe girmesi üzerine, o dönemde AK’da devletimizi temsil eden büyükelçi olarak, Taraf Devletler Komitesi başkanlığına seçilmiş ve bu görevi üç yıl boyunca yürütmüştüm. Sözleşme metninin geliştirilmesine önemli katkıda bulunan ve bu alanda uluslararası en etkin kişiler arasında sayılan Prof Dr Feride Acar da denetim organı GREVIO’nun başkanı olmuştu.

İstanbul Sözleşmesi’nin önemini, ayrıca, hukuki dayanağı tartışılır siyasi bir karar ile Sözleşme’den çekilmenin sonuçlarını birçok kez yazdım. 14 Ekim 2022 tarihli son yazımda, Sözleşme’den çekilmenin “kaybedilen büyük kazanım” olduğunu anlattım. Kadına karşı ayrımcılığın ve şiddetin önlenmesine yönelik BM ve AK sözleşmelerinin (CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi), yaşam hakkı ve işkence yasağı gibi uluslararası hukukta herkes için bağlayıcı olan “üstün hukuk” (jus cogens) olarak tanımlanması gerektiğini savundum.

AİHM’in Türkiye ile ilgili 2009 tarihli Opuz grubu kararı, aile içi şiddet kurbanlarının korunmaması ve şiddet uygulayanların cezalandırılmaması ile ilgili. Bakanlar Komitesi’nin 8 Aralık 2022 tarihli son kararında, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi konusunda üzüntü ifade ediliyor. AİHM’in Opuz kararının uygulanması çağrısında bulunuluyor ve izlemenin 2023’te devam edeceği belirtiliyor.

Keşke demokratik denge ve denetim mekanizmaları etkin işleyebilse, örneğin bu önemli kararın 2009’dan bu yana neden uygulanamadığı parlamentoda, akademide, sivil toplumda ve medyada daha yoğun tartışılabilse! Hükümetin parlamentoya ve kamuoyuna bilgi vermesi demokratik yaklaşımın gereği değil mi?

Kavala ve Demirtaş kararları

AİHS’nin 18. maddesinin ihlalinin ayırıcı özelliğini önceki bazı yazılarımda, son olarak 22 Haziran 2022 tarihli yazımda geniş biçimde izah etmiştim. Özetle, AİHS temel hak ve özgürlükleri tanımlar ve bunların hangi koşullarda ve ölçüde sınırlanabileceğini belirler. 18. madde ise, hak ve özgürlüklerin tanımlanan koşulların ötesinde siyasi bir amaçla sınırlanması ile ilgilidir. Sözleşme’nin diğer maddeleri hakkında binlerce karar varken, AİHM’in 18. madde ihlali için verdiği karar sayısı 20’nin altındadır.

Açık kaynaklardan izleyebildiğim kadarıyla, halen Bakanlar Komitesi’nin gündeminde olan üç karar (Kavala-Türkiye, Demirtaş-Türkiye ve Mammadli-Azerbaycan) dışında, diğerleri uygulanarak gündemden düşürülmüş.

Son olarak, bu konuya ilişkin yazımda izah ettiğim gibi, Mammadov-Azerbaycan kararı konusunda Azerbaycan hakkında AİHS 46/4 uyarınca ihlal prosedürü başlatılmış, Azerbaycan’ın kararı uygulaması sonucunda dosya kapanmıştı.

Siyasi amaçla hak ve özgürlüklerin sınırlanması ile ilgili AİHS 18 ihlal kararının uygulanması, “tamamen önceki duruma dönüşü” gerektirir (restitutio in integrum). AİHM’in yeterli hukuki delil olmaksızın haksız yere tutuklandığını belirlediği kişinin serbest bırakılması yetmez, suçlamaların düşürülmesi ve adli sicil kayıtlarının silinmesi gerekir. AİHM kararı uyarınca Bakanlar Komitesi’nin öngördüğü uygulama bu yöndedir.

Mammadov-Azerbaycan kararının uygulanması sürecinde, Bakanlar Komitesi AİHS 46/4 uyarınca ihlal prosedürü başlatmış, AK üyeliğine son verilmesinin de yolunu açan yaptırımlar ile karşılaşan Azerbaycan’ın, Mammadov’u serbest bırakmanın yanı sıra, suçlamaları da düşürmesi ve adli sicil kayıtlarını silmesi üzerine, karar Komite’nin gündeminden düşürülmüştü.

Şimdi aynı süreç Kavala ve takvim olarak onun biraz gerisinden gelen Demirtaş kararları için gündemde. Hükümet AİHM kararlarını uyguladığını öne sürerken, AİHM ve Bakanlar Komitesi kararların uygulanmadığı sonucuna vararak AİHD 46/4 uyarınca ihlal prosedürü başlatmıştı. Komite’nin son toplantısında alınan 8 Aralık 2022 tarihli Kavala ve Demirtaş kararlarında bu sürecin gelişimi görülebilir.

Türkiye’nin AK Bakanlar Komitesi’nde AİHS 46/4 uyarınca başlatılan ihlal prosedürünü sonlandıramaması durumunda, kurucu üyeleri arasında yer aldığı ve uluslararası toplum ile ana köprülerinden biri olan AK ile ilişkileri zayıflayacak, belki de kopma noktasına doğru ilerleyecektir. Avrupa’da (ve Türkiye’de) bunu hedefleyen bazı siyasi kesimlerin bulunduğunu biliyoruz. Ama, büyük çoğunluğun böyle bir gelişmeden kaygı duyduğu ve bunun önlenmesini istediği de bir gerçek. AİHM kararlarına uyum Türkiye’nin uluslararası konumu bakımından bir yol ayrımı niteliği taşıyabilecek önemdedir.

Demokratik güvenlik kalıcı istikrar ve saygınlığın temel sütunudur

Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları standartlarına uyularak demokratik güvenliğin güçlendirilmesinin, ulusal düzeyde siyasi istikrar ve kalkınmanın, uluslararası düzeyde sürdürülebilir saygınlık ve etkinliğin temeli olduğunu daha önce de yazdım, bundan sonra da yazacağım.

Önceki bir yazımda vurguladığım gibi, stratejik vizyon olmadan dönemsel koşullara bağlı taktik adımlar iç ya da dış siyasette bazı kısa dönemli kazanımlar sağlamış görünebilir. Ama bunlar geçicidir. Kalıcı saygınlık ve etkinlik için hukukun üstünlüğü temelinde, bağımsız yargının etkin işleyişini güvenceye kavuşturmak, katılımcı ve kapsayıcı demokratik yapının işlevselliğini güçlendirmek gerekir.

AİHM kararlarına uyum da bu sürecin önemli sütunlarından biridir.

Özetle, siyasi ve askeri güvenlik ancak demokratik güvenlik ile desteklenirse sürdürülebilir nitelik kazanır. Böylece sosyal ve ekonomik refaha giden yol da açılır.

Erdoğan İşcan kimdir?

Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi ve İstanbul Kültür Üniversitesi öğretim görevlisi Büyükelçi (E) Erdoğan İşcan, çeşitli düşünce kuruluşlarının çalışmalarına katkıda bulunuyor.

İşcan, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve uluslararası hukuk öğrenimi yaptı. Ekim 1978’de Dışişleri Bakanlığı’na girdi. Diplomaside 40 yılı aşan hizmeti sonunda Nisan 2019’da emekli oldu. Ekim 2019’da Birleşmiş Milletler İşkenceye Karşı Komite üyesi olarak seçildi.

Türkiye’yi 2005-2009 döneminde Ukrayna’da ve 2009-2011 döneminde Güney Kore’de (aynı zamanda Kuzey Kore’ye de akredite) Büyükelçi, son olarak 2014-2018 döneminde Strazburg’da Avrupa Konseyi Nezdinde Büyükelçi/Daimi Temsilci olarak temsil etti.

Önceki görev yerleri: Doha, Frankfurt, Bonn, Viyana (silahsızlanma müzakereleri), Londra (Başkonsolos), Cenevre (Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı).

Ankara’da son olarak Dışişleri Bakanlığı genel siyasi işlerden sorumlu Müsteşar Yardımcısı (2013-2014), daha önce çok taraflı siyasi işlerden sorumlu Genel Müdür (2011-2013), Avrupa Konseyi ve İnsan Hakları Direktörü (2001-2005) olarak görev yaptı.

İşcan’ın diplomasi kariyeri boyunca bağımsız olarak sürdürdüğü uluslararası pozisyonlar şöyle:

- Kadına Yönelik Şiddet ve ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi) Taraf Devletler Komitesi Başkanı (2015-2018).

- Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi eğitim, kültür, spor, gençlik ve çevreden sorumlu Raportör Grup (GR-C) Başkanı (2017-2018).

- Demokrasi kültürü ve insan hakları alanında çalışan Norveç Kuruluşu “European Wergeland Centre” Yönetim Kurulu Üyesi (2017-2018).

Yazarın Diğer Yazıları

Azerbaycan’da seçim ve AKPM

Azerbaycan’da 7 Şubat’ta yapılan seçimlerde İlham Aliyev beşinci kez Cumhurbaşkanı seçildi. Öte yandan, AKPM Ocak toplantısında, Azerbaycan heyetinin yetki belgeleri onaylanmadı. Azerbaycan’ı AKPM dışında bırakan karar adil mi?

İsrail soykırım suçlaması ile yargılanıyor

İsrail Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım suçlaması ile yargılanıyor. Başvuruyu yapan G Afrika’nın ve sanık İsrail’in sunuşlarını yaptıkları duruşmalar tamamlandı. Divan kısa sürede ihtiyati tedbir talebine ilişkin kararını açıklayacak. Sonra esasa ilişkin incelemeye geçecek. Sonuç ne olsa da, İsrail’in soykırım suçlaması ile yargılanmış olması gerçeği değişmeyecek!

Soykırım kurbanının soykırım suçlusuna dönüşmesi

İsrail hükümeti Yahudi toplumu için yaşamsal önem taşıyan “Nazi soykırımı” kurbanı olma meşruiyetine ihanet etti. Uluslararası Adalet Divanı’nda soykırım davasında yargılanacak. Soykırım yaptığı belirlenirse, soykırım kurbanı soykırım sorumlusu olacak. İsrail ve Yahudi lobisi soykırım kurbanı olma meşruiyetini eskiden olduğu etkinlikte kullanabilecek mi?