11 Mayıs 2023

“Yeni siyasi iktisat”a göre Kılıçdaroğlu - Erdoğan ve Millet İttifakı - Cumhur İttifakı

Koşullar daha da gerginleşmez ise, tüm bilgi sapmalarına karşılık, seçimi ortanca seçmene hitap eden Kılıçdaroğlu’nun kazanması beklenir

“Yeni siyasi iktisat”a göre Kılıçdaroğlu ve Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçiminde seçmene yaklaşımı nedir? Hangi seçmen grubuna yöneliyorlar? Nasıl bir seçim stratejisi ile oy istiyorlar? Hangi politikaları seçiyorlar? Seçimde oy dağılımı ne olur?

 Benzer soruları Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı ikilisi için de sorabiliriz. Bu ittifaklar kimleri nasıl yaklaşıyorlar? Hangi seçmen grubuna hangi politikalarla yöneliyorlar? Bu ittifaklar oylarını nasıl yükseltmeye çalışıyor ve beklenen oy oranları nedir?

 Bu yazıda bu sorulara “yeni siyasi iktisat” açısından bakarak yanıt arıyorum. Kılıçdaroğlu-Erdogan ve Millet-Cumhur ittifaklarının siyasi davranışları farklı. Ama bu davranışlar yeni siyasi iktisadın açıklamaları içinde yer aldığını görebiliyoruz.

 Bir saptama: Bu yaklaşımın modeline göre, İnce’nin Millet İttifakına yönelik eleştirileri haklı veya doğru görünmüyor.

 Prof. Dr. Korkut Boratav hocamız, daha önceki birkaç yazıda kullandığım “politik iktisat” kavramının Marx’ın "ekonomi politik” kavramıyla karışabileceğini, bunun yerine “siyasi iktisat” kavramını kullanmamı önerdi. Hocamızın bu önerisini dikkate almış oldum, kendisine çok teşekkür ederim.

 “Yeni siyasi iktisat”ın soruları

Neoklasik iktisada göre, müdahale edilmeyen tam rekabetçi ortamlarda piyasalar sosyal / toplumsal refahı en iyi, “optimum”, yapar. Ancak 1929’da başlayıp yıllar süren Büyük Buhran bu görüşe darbe vurur; hükümet müdahalesi olmadan buhrandan çıkılamaz ve Keynesyen iktisat öne çıkar.

 “Optimum” refaha varmayı engelleyen dışsallıklar, tekelci eğilimler, kamu mallarının varlığı gibi başka nedenler de vardır. Varsayılır ki, tüm bu başarısızlıklar hükümet tarafından çözülür. Burada hükümet, tarafsız ve bilgili bir teknokrat olarak görülür.

 1948-1949’dan itibaren oluşan “yeni siyasi iktisat” (YSİ), hükümet için yapılan “tarafsız ve bilgili teknokrat” varsayımına karşı çıkarak işe başlar ve şu soruları sorar:

1) Devlet / hükümet tarafsız bir teknokrat mıdır, kendi siyasi tercihleri yok mudur?

2) Hükümet, piyasa başarısızlıklarını ne ölçüde ve nasıl giderir?

3) Topluma en yararlı politikalar nasıl belirlenir, uygulanır mı, nasıl uygulanır?

4) Seçmenler, doğru politikaları uygulayacak siyasi partiye ve dolayısıyla doğru iktidara oy verirler mi?

 Soruları çoğaltabiliriz. Burada birkaç noktayı açıklayalım.

  1. i) Bilindiği gibi, Karl Marx da devletin / hükümetin tarafsız olmadığını ve sermayenin buyruğu altında olduğunu çok önceleri vurgular. YSİ Marx gibi mi düşünür? Hayır. YSİ, yukarıdaki gibi sorulara neoklasik temsili bireyin fayda / refah “maksimizasyonu” çerçevesinde yanıt arar.
  2. ii) YSİ, siyaseti ve partiler dahil siyasi kurumları da aynı çerçevede inceler. Bu bağlamda YSİ’nin bir dalı, bireyi sınırladığını söylediği devleti / hükümeti küçültmeyi önerir, hükümete sınırlar getirmek üzere “anayasal iktisat”a yönelir.

iii) Türkiye’de iktidarın, özellikle son yıllarda ekonomik ve siyasi başarısızlıklarını, yaşattığı zorlukları dikkate alalım. Son seçim sürecinde yaptığı inanılmaz tarafgir, haksız uygulamaları düşünelim. Bu iktidarın “tarafsız ve bilgili” olduğunu söyleyemeyiz. Başka ülkeler de örnek verilebilir. Bu bakımdan YSİ’nin eleştirisi doğrudur diyebiliriz.

  1. iv) YSİ konusunda 59 makale içeren Wittman ve Weingast (2008) önemli bir derleme kaynaktır, bir “el kitabı”dır. Diğer bir derleme de kamu tercihi konusunda Congleton, Grofman ve Voigt (2019) “el kitabı”dır.

 Bizi burada asıl ilgilendiren YSİ’nin sorduğu şu sorulardır.

1) Bir seçimde seçmenler nasıl, hangi amaca yönelik oy verir?

2) Siyasiler seçim sürecinde bunları nasıl dikkate alır, nasıl bir seçim stratejisi yürütür veya yürütmelidir?

3) Seçimde hangi seçmenler / seçmen grupları daha etkilidir?

4) Siyasi başarı için siyasiler hangi konulara ve hangi seçmen grubuna önem vermelidir? Bu bağlamda seçimin sonucu ne olur?

 Ortanca (medyan) seçmen modeli

Bu gibi sorulara ilk ayrıntılı ve teknik yanıt arayan Duncan Black’tir. Black (1948), “seçmen faydasını / refahını en çok yapacak şekilde oy verir” varsayımı ile ve bir teorem eşliğinde “ortanca seçmen modeli”ni (OSM) oluşturuyor.  

 OSM’yi Anthony Downs (1957) genişletiyor. Modelde iki adayın veya iki siyasi partinin yer aldığı bir seçim ele alınıyor. Seçmenler soldan sağa doğru bir çizgi üzerinde sıralanmış olsunlar. Bu sıralamanın ortasında yer alan ve oyları ikiye bölen seçmen (veya seçmen grubu) ortanca (medyan) seçmendir.  

 Seçmenlerin çoğunluğu, solda olsun, sağda olsun, eğilim ve tercih olarak ortanca seçmene yakındır. Haliyle, seçimlerde oyların çoğunluğu genellikle bu ortanca seçmenin eğilimlerine yakın doğrultuda verilir.

Kısacası, seçim sonuçlarını ortanca seçmenin duruşu belirler. Sonuçta, ortanca seçmene yakın olan olan siyasi aday veya parti bu seçmenin oyunu alır ve seçimi kazanır.

 Aşağıda bu modeli Türkiye’deki 14 Mayıs 2023 seçimleri çerçevesinde sayısal örneklerle açıklamaya çalışıyorum. Modelin bazı sonuçlarına ve zorluklarına bakalım.

 I). Downs’a göre, siyasi partiler ideolojik görüş açıklamaktan çok, seçmen görüşüne yakın olmaya çalışırlar. Bu da, ortanca seçmenden hareketle, partileri giderek merkez partisi olmaya iter. Ortanca seçmene önem verildiğinde, uygulanan politikalar da seçmen onayı alan ve ideolojik olmayan politikalardır.

 Şu saptamayı yapabiliriz. AKP 2002’de iktidara geldiğinde merkez partisi görüntüsü verdi. Ama artık öyle bir görüntü ve amaç yok. Giderek, özellikle din ve milliyetçilik üzerinden ideoloji partisi olmaya girişti.

 II). Seçmen sayısı arttıkça, bir seçmenin (bir oyun) seçim sonucu üzerinde marjinal etkisi azalır, sıfıra yakınsar. Diğer yandan oy vermenin bir maliyeti vardır; oylama bilgisi ve belgesi derlemek, oy verme mekanına gitmek, o mekanda sırada beklemek maliyet getirir. Türkiye gibi ülkelerde oy vermenin riskleri de olabilir.

 Bunları dikkate alan bazı seçmenler oy vermekten geri durabilirler, çünkü oy vermenin marjinal maliyeti, marjinal faydasını / getirisini aşar. Bu durum seçime katılımı düşürür ve Downs’a göre bir “oy verme paradoksu” oluşturur.

 Belirtmek gerekir ki, özellikle iktidarların seçim çalışmalarına yapılan saldırılara göz yumması, hâttâ teşvik etmesi oy vermeyi riskli hale getirip seçime katılımı düşürme amacı da taşıyabilir.

 III). Downs, oy verme paradoksunun bir sonucuna da işaret ediyor: Eğer bir seçmen için oy verme faydası sıfıra gidiyorsa ve daha da önemlisi seçmen için seçimle ilgili bilgi elde etmek maliyetli ise, birçok seçmen seçim konusunda “rasyonel cahil” olabilir.

 Seçmen, seçim konuları ve seçenekleri, seçime giren adaylar ve siyasi partiler ve uygulanan / uygulanacak politikalar hakkında bilgili olmalıdır. Kabul etmek gerekir ki, yansız bilgi derlemek zor ve maliyetlidir.

 Eğer seçmen bilgili değilse, seçimden seçmen için de, toplum için de yararlı ve “optimum” sonuçlar çıkmaz. Seçmenin eğitilmiş ve bilgili olması, optimum seçim sonuçları için gerekli koşuldur.

 Yeterli bilginin olmadığı veya hatta saptırıldığı ortamlarda, seçmen yanlış bilgiyle refahını arttırma amacına ulaşamaz. Ters yönde kararlar alıp tercihler yapabilir.

 Bu bağlamda, değişik çıkar grupları, medya ve “hükümet yanlısı bürokratlar” çarpıtılmış, yanlış bilgiler yayabilirler. Bu amaçla rüşvetler de verebilirler. Bu ortamlarda seçmen doğru karar veremez, amacına ulaşamaz.        

 IV). OSM’nin genellikle belirtilen bir zayıf yanı da ortanca seçmenin bulunmaması, var olmamasıdır. Ekonomik bunalım, siyasi kaos, iç çatışma, yoğun bilgi kirliliği ve siyasi manipülasyon ortamlarında tercihler simetrik biçimde yapılamayabilir ve ortanca seçmen olmayabilir. Bu durumda OSM işlemez.

 ABD’de Donal Trump’ın siyasi manipülasyon ve bilgi kirliliği ile ortanca seçmen grubunu önemli ölçüde daralttığı ifade edilir.   

 Buna karşılık, olağan ve sağlıklı bilgi akışının olduğu koşullarda, OSM’nin seçmen ve politkacı davranışlarını açıklayabildiği görülmektedir.

 Ortanca seçmen modeli ve Türkiye örneği

Ortanca seçmen modelini açıklamak için yeni hükümetin bir istikrar programı uygulayacağını düşünelim. Hükümet şimdi yüzde 60 olan enflasyonu düşürecek bir program uygulama planı yapıyor.

 Bir programa göre enflasyon yüzde 5’e inecek, diğer bir programa göre  yüzde 7,5’e inecek. Böyle dokuz adet farklı program var. Sonuncu programda enflasyon yüzde 40’a inecek.

 Dokuz programın içerdiği enflasyon oranları Tablo 1’de ilk satırda yer alıyor. Seçmen bu programları inceliyor ve görüyor ki, enflasyonun çok hızlı düşmesi için çok sıkılaştırıcı önlemler gerekir. Seçmen belki işini kaybeder.

 Bunu dikkate alarak seçmen, yüzde 5 enflasyonda refah düzeyinin 50 üzerinden 10 olacağını bekliyor. Enflasyonu yüzde 7,5 yapacak programda, refahı 15 olacaktır.

 Farklı enflasyonu düşürme programlarına (ve enflasyon oranlarına) karşılık gelen refah değerleri Tablo 1’de ikinci satırda yer alıyor. Görüldüğü gibi, enflasyonun yüzde 15’ten yüksek kaldığı programlarda seçmenin refahı giderek düşüyor.

Seçmenin refahını en yüksek, yani 50 yapacak programda ise enflasyon oranı yüzde 15’tir. Açıktır ki, seçmen burada refahını en yüksek (50) yapacak programı seçecektir.

 Burada seçmen tercihinin belirlenmesinde seçmenin refahını temel aldım. Refah yerine, seçmenin fayda endeksi kavramı da kullanılabilir. Seçmenin çıkarı veya geliri kavramları da temel alınabilir.

 Eğer bu programları farklı iki parti yapmış olsaydı, seçmen, enflasyonu yüzde 15’e getirecek programı yapan partiyi seçecekti.  

 Ortanca seçmen kuramını şimdi Türkiye’deki 14 Mayıs 2023 seçimleri bağlamında açıklamaya çalışalım. Bu seçimlerde Kılıçdaroğlu ve Erdoğan sırasıyla Millet ve Cumhur İttifaklarının iki ana cumhurbaşkanı adayıdır. İki cumhurbaşkanı adayı için yaptığımız açıklama, iki ittifak için de kabaca geçerlidir.

 İki adayın ve iki ittifakın seçim çalışmalarında açıkladığı, aynı maddeleri farklı ağırlıklarla içeren değişik politika paketleri olsun. Bu paketlerde ekonomi, demokrasi, laiklik, mülteciler, adalet, eğitim, yolsuzluk, çevre kirliliği gibi konular bulunsun.

 Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakının (K ve Mİ) açıklamaları şu tür politika paketlerine işaret ediyor. Bunlarda daha düşük enflasyon ve işsizlik, daha eşit gelir dağılımı yer alıyor.  Parlamentoyu öne çıkaran temsili demokrasi, daha çok laiklik ve kadın hakları var.

 Aynı paketlerde daha az sayıda mülteci, daha yansız ve eşitlikçi bir adalet sistemi, daha iyi eğitim, daha az yolsuzluk, daha az çevre kirliliği var.

 Paketlerdeki maddeleri sayısal olarak da ifade edebiliriz. Enflasyon, işsizlik, gelir dağılımı ve mültecileri kolayca sayısal olarak yazabiliriz. Laiklik için, sayısal gösterge olarak, Diyanet İşleri Başkanlığına, dini kurumlara ve dini eğitime yapılan harcamaları alabiliriz. Dini eğitim alan öğrenci sayısı da ek bir gösterge olur.

 Yolsuzluğu uluslararası yolsuzluk endeksi ile, eğitimi beşeri sermaye endeksi ile sayı olarak ifade edebiliriz. Adalet ve çevre kirliliği için de benzer uluslararası endeksler kullanabiliriz.

 Erdoğan ve Cumhur İttifakının (E ve Cİ) açıklamalarına göre kendileri de daha düşük enflasyon ve işsizlik vaat ediyor, ama enflasyonu patlatmış ve işsizliği düşürememiş bir iktidar için seçmen değerlendirmesi hayli indirimli olacaktır. Hatta aynı para, kredi, faiz ve kur politikaları ile enflasyon ve gelir eşitsizliği sürecek beklentisi oluşabilir.

 E ve Cİ’de mülteci azaltmanın sözü bile geçmiyor. Birçok yolsuzluk iddiasına karşılık bunlara tutarlı yanıt verilmiyor. Cİ içinden daha az laiklik istekleri geliyor. Bunlar daha çok HÜDA PAR, Yeniden Refah Partisi ve bir ölçüde AKP kaynaklı. Adalet, eğitim ve çevre konularında bir vurgulama gözlenmiyor.

 K ve Mİ ile E ve Cİ için seçmenler, refahları bakımından bu paketleri nasıl değerlendirir? Eğer seçmenler, önerilen paketlerle K ve Mİ benim refahımı daha çok yapar diyorsa, tercihini ve oyunu K ve Mİ’den yana kullanır. Tersi durumda E ve Cİ önerisini tercih eder ve oyunu bu yönde kullanır.

 Seçim sürecinde beş seçmen veya seçmen grubu olsun. Dikkat edelim yine tek sayı aldım, böylece ortanca seçmeni daha kolay bulabilirim.

 Seçmenler için politika paketinin değerleri Tablo 2’de birinci sütunda yer alıyor. Görüldüğü gibi, politika paketlerinin değerlerini 5 ile 80 arasında varsaydım.

 Tablo 2’nin ikinci sütununda, Seçmen1 dediğimiz seçmenin veya seçmen grubunun refah değerleri görülüyor. Seçmen1 aslında Tablo 1’de yer alan seçmendir.

Tablo 1’de olduğu gibi, politika paketi değeri 15 iken, Seçmen1 en yüksek refah puanı olan 50’ye ulaşıyor. Politika paketinin değeri 15’i aşınca, bu seçmenin refahında düşüş oluyor. Sütun 3 ile 6 arasında diğer seçmenlerin refah puanları var.

 Şimdi; politika paketinin değeri 15 iken; Seçmen1’in refah değeri 50 (en yüksek), Seçmen2’nin refah değeri 45, ... Seçmen5’in refah değeri 10. Bunları toplayınca toplum refahı değeri 150 oluyor.

 Toplumsal refah değerleri tablonun son sütununda yer alıyor. Burada görüldüğü gibi, toplumsal refahı en yüksek (200) yapan politika paketi değeri 20’dir. Bu iideğeri Seçmen3 refah değerini de en yüksek yapıyor.

 Bu örnekte Seçmen3 ortanca seçmendir. Demek ki, Seçmen3’ün seçtiği paket, toplum refahını en yükseğe çıkarıyor, öyleyse bu paket tercih edilecek ve oyların çoğunluğunu alacaktır.

 Benzer şekilde, paket değerini 20 olarak öneren aday veya siyasi parti oyların çoğunluğunu alacaktır.

 Kılıçdaroğlu-Erdoğan ve Millet İttifakı-Cumhur İttifakı

14 Mayıs 2023 seçimlerinde, Kılıçdaroğlu “ortanca seçmen modeli” OSM’nin işaret ettiği ortanca seçmene ağırlık veriyor, bu seçmene hitap edecek biçimde politika paketi / paketleri öneriyor.

 Kılıçdaroğlu’nun kendi partisi CHP az solda (ortanın az solunda) biliniyor, ittifak yaptığı partiler daha sağdadır ve böylece ittifakını merkeze doğru çekmiş oluyor. Amaç seçim kazanmak ise, yaklaşımı OSM’ye uygundur.

 Bu çerçevede İnce’nin Kılıçdaroğlu’na-CHP’ye yönelttiği eleştiri doğru değildir. Kılıçdaroğlu-CHP’nin yaptığı daha çok oy almak bakımından modele uygundur. Aynı ittifaka kendisi de girebilirdi, sonuç değişmezdi. Ancak olaya ideolojik bakılırsa değerlendirme farklı olur.

 Erdoğan ise OSM’ye uygun davranmıyor, yaklaşımı ideolojiktir ve bu bağlamda sağ uçtaki seçmenlere yönelmiş durumdadır. Sağ uçtaki seçmenlerin sayıca çok olduğunu düşünüyor.

 Ancak bu arada olağandışı gerginlik koşulları oluşturuyor, büyük bilgi sapmaları ve bilgi kirliliği yaratıyor. Böylece, zaten zayıflamış olan ortanca seçmen grubunu dağıtmayı, sağlıklı karar vermelerini engellemeyi amaçlıyor.

 Erdoğan’ın daha sağdaki seçmenlere yönelişinin bir avantajı, karşısına İnce gibi bir adayın çıkmasını engellemiş olmasıdır.

 Koşullar daha da gerginleşmez ise, tüm bilgi sapmalarına karşılık, seçimi ortanca seçmene hitap eden Kılıçdaroğlu’nun kazanması beklenir. Millet İttifakının da oyunu geçen seçime göre oldukça yükseltmesi beklenir.


 Kaynakça

 Black, Duncan (1948) "On the Rationale of Group Decision-making" Journal of Political Economy, 56, ss. 23-34.

Black, Duncan (1948) "On the Rationale of Group Decision-making,"Journal of Political Economy 

56: 23-34.

Black, Duncan (1948) "On the Rationale of Group Decision-making,"Journal of Political Economy 

56: 23-34.

Black, Duncan (1948) "On the Rationale of Group Decision-making,"Journal of Political Economy 

56: 23-34.

Congleton, Roger; Bernard Grofman ve Stefan Voigt (Derleyenler) (2019) The Oxford Handbook of Public Choice, Volumes 1 & 2. Oxford, UK: Oxford University Press. DOI: 10.1093/oxfordhb/9780190469733.001.0001

 Downs, Anthony (1957) An Economic Theory of Democracy. NewYork: Harper Collins.

 Wittman, Donald ve Barry Weingast (Derleyenler) (2008) The Oxford Handbook of Political Economy. Oxford, UK: Oxford University Press. DOI: 10.1093/oxfordhb/9780199548477.001.0001.


Ercan Uygur kimdir?

Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) ‘uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.

Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl ‘ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki ‘ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.

Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te ‘doçent' unvanını aldı.

1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da ‘profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.

Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)

Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.

2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"

 

Yazarın Diğer Yazıları

'Talep' hesabında köpük var: TÜFE'deki yanlışlar, açlık ve yoksulluk çeken dar gelirlilerin talebini yüksek gösteriyor!

Türkiye’de dar gelirlinin talebi yüksek midir? Yoksulluğunu ve açlığını söylemeye bile çekinirken!

Bir yanım döviz, diğer yanım yoksulluk

Çevremizde hep yoksulluğun nasıl arttığı anlatılıyor. Özellikle sabit ve düşük gelirliler acılarla, utançlarla açlık da çekiyorlar. Anlatılanlar bir yana, yoksulluğu nasıl ölçüyor, nasıl anlıyoruz? Bu soruya değişik bakış açılarıyla en ayrıntılı yanıt verenlerden birisi Hintli iktisatçı Amartya Sen’dir

Politika faizinde Türkiye, Arjantin’i geçti

Arjantin Katolik Üniversitesi'nin mayıs başında yaptığı araştırmaya göre Arjantin insanlarının yüzde 51’i yoksulluk sınırının altındadır ve bunların yarısı da açlık sınırının altındadır