15 Ekim 2024

Nobel Ekonomi Ödülü verilen çalışmalar ne diyor, Türkiye için ne mesaj veriyor?

Ödül alan üç yazarın çalışmalarından ortaya çıkan bir sonuç şudur: Hukukun, adaletin ve kurumların zayıf olduğu ortamlarda, toplum sisteme genellikle güvenmiyor, istismar edilip sömürülüyor ve sonuçta büyüme ve toplumsal ilerleme sağlanamıyor

2024 yılı Nobel ödülleri 7 ile 14 Ekim tarihleri arasında açıklandı. 11 Ekim tarihinde belli olan barış ödülü ile ilgili bazı ayrıntıları yazmaya başlamıştım ki, 14 Ekim’de, dün, iktisat/ekonomi ödülü de belli oldu.

Bu yılın barış ödülü, nükleer bombaların yayılmasına karşı faaliyet gösteren bir Japon kurumuna verildi. Ödül en uygun kuruma mı verildi? Bölgemizdeki savaşları dikkate alınca tartışılıyor. Bu konuyu daha sonraya bırakarak ekonomi ödülünü ele alalım.

Aşağıda önce kısaca Nobel Ekonomi Ödülü alanlara bakıyorum. Sonra ödül alan çalışmaların çok kısa bir özetini veriyorum. Sonra da bu çalışmaların Türkiye için ne gibi bir mesaj verdiğine değiniyorum.

Ekonomi ödülünü alanlar

Nobel Ekonomi Ödülü’nün doğru adı “Alfred Nobel Anısına Ekonomik Bilimlerde İsveç Merkez Bankası Ödülü”dür. Diğer beş konuda (barış, fizik, kimya, tıp, edebiyat) ödülün adı “Nobel Ödülü”dür. Biz yine de Nobel Ekonomi Ödülü diyelim.

2024 Nobel Ekonomi Ödülü, Kamer Daron Acemoğlu (Üniversite: MIT, ABD), Simon Johnson (Üniversite: MIT, ABD) ve James A. Robinson’a (Üniversite: Chicago, ABD) verildi.

2024 Nobel Ekonomi Ödülü, Kamer Daron Acemoğlu, Simon Johnson ve James A. Robinson’a verildi

Bu üç ödül sahibinin bir özelliği ABD dışında doğmuş olmalarıdır. Başarılı çalışmaları nedeniyle ABD üniversitelerine davet edilmişlerdir. Acemoğlu Türkiye, Johnson ve Robinson Birleşik Krallık doğumludur. Acemoğlu’nun İstanbul doğumlu olduğu birçok kaynakta özellikle belirtiliyor.

Ödül komitesine göre bu üç akademisyen, ödülü, “toplumsal kurumların nasıl oluştuğunu ve bu oluşumun toplumun gönencini (refahını, zenginliğini) nasıl etkilediğini açıklayan çalışmaları” için aldılar, paylaştılar. Bu konuda, birçoğu ortak, onlarca makaleleri ve kitapları var.

Şunu da belirtmek gerekir; bu çalışmalarda Acemoğlu genellikle önde gelen yazar olarak görülüyor. Kendisi çok üretken ve birçok konuda araştırma yapan bir vatandaşımız ve meslektaşımız. Bu özelliğiyle birçok ödül ve başarı belgesi almıştır. Kendisini içten kutlarız.

Örneğin, ABD’de 40 yaş altındaki başarılı iktisatçılara verilen John Bates Clark madalyasını, 2005’te 38 yaşında iken Acemoğlu almıştır. Bu madalyayı alanların daha sonra çoğunlukla Nobel Ekonomi Ödülü de aldığı görülüyor.   

Ekonomi ödülü verilen çalışmalar ne diyor?

Ödül alan üç yazarın çalışmalarından ortaya çıkan bir sonuç şudur: Hukukun, adaletin ve kurumların zayıf olduğu ortamlarda, toplum sisteme genellikle güvenmiyor, istismar edilip sömürülüyor ve sonuçta büyüme ve toplumsal ilerleme sağlanamıyor.

Şimdi bu yazarların araştırmalarının başlangıcına, yaptıkları saptamalara ve sordukları sorulara, verdikleri yanıtlara bakalım. Bu bağlamda yazarların çok çalışma ve yayınları var, ancak kısa bir açıklama yapabilirim. 

2000’li yıllarda zengin ve yoksul ülkelerin ortalama gelirleri arasında büyük fark gözlüyoruz. Son verilere göre en zengin yüzde 20 dilimindeki ülkelerin geliri, en yoksul yüzde 20 dilimindeki ülkelerin gelirinden yaklaşık 30 kat daha yüksek. Son 200 yılın verilerine baktığımızda, bu fark hep var, hatta fark giderek artıyor.

Sorular şunlar: Bu büyük fark neden var, neden süreklilik kazanmış, hatta neden yükselmiş? Bu sorulara daha önce verilen yanıtlar, örneğin coğrafi farklılığı, iklim farkını, kültür ve din farklarını öne sürmüşler.

Bu sorulara yanıt arayan çalışmalarında Acemoğlu, Johnson ve Robinson (AJR) zengin ve yoksul birçok toplumu incelediler, karşılaştırmalar yaptılar. Örneğin ABD’de ve Meksika’da aradaki sınırla ikiye bölünmüş yerleşim yerini incelediler.

Bu iki yerleşim yerinde coğrafya, iklim, kültür, din hepsi aynı. Ancak ABD’de kalan yerde gelir, Meksika’da kalan yere göre üç kat daha fazla. Bakıyorlar ki aradaki fark siyasi ve ekonomik kurumlardan kaynaklanıyor.

Meksika’daki yerleşim yerinde yolsuzluğa, kanunsuzluğa bulaşmış yozlaşmış politikacıları değiştirmek çok zor. Halk, kuralların ve yasaların oluşumunda tercihlerini yansıtamıyor. Organize suçlar yaygın, işletmeler kuruluş aşamasında bile rüşvet vermek ve korunmak zorunda. Eğitim de kötü.

ABD’deki yerleşim yerinde başarısız ve yozlaşmış olan politikacıyı serbest seçimlerle kısa sürede değiştirmek kolay. Halk, kuralların ve yasaların oluşumunda tercihlerini yansıtabiliyor; siyasi haklar daha geniş. Bireyler istediği eğitimi ve mesleği daha kolayca seçebiliyor.

AJR araştırdıkça görüyor ki, bu farklar sömürge dönemine kadar geri gidiyor. ABD’deki (İngiliz) sömürgeciler daha katılımcı (inclusive) ve kalıcı siyasi ve ekonomik kurumlar oluştururken, Meksika’daki (İspanyol) sömürgeciler daha dışlayıcı (extractive) kurumlar oluşturmuşlar.

Çünkü ABD’deki kurumsallaşma, sömürgecilerin orada kalıcı olacağı varsayımıyla oluşmuş. Meksika’da ise kurumsallaşma kısa vadeli planlara göre yapılmış. Yerli halk kısa sürede sömürülecek ve sömürgeciler oradan ayrılacaklardır.

Benzer farklar Latin Amerika ile Avustralya, Yeni Zelanda ve Kanada için de ortaya çıkıyor. Sömürgeciler, Latin Amerika’da kurumları daha kısa süre kalacakları, zenginlikleri alıp götürecekleri varsayımı ile oluşturuyorlar.

Burada AJR’nin kapsayıcı ve dışlayıcı kurumlar tanımına yakından bakmak yararlı olacak. Bu tanımlar aslında siyasi partiler, seçimler, parlamentolar gibi siyasi kurumlar için yapılıyor.

Kapsayıcı siyasi kurumlar, halkı ve görüşlerini içinde barındırıyor, onlara açıktırlar, adildirler. Dışlayıcı siyasi kurumlar ise halka ve görüşlerine kısıtlamalar getirirler ve onlara büyük ölçüde kapalıdırlar. Sonuçta dışlayıcı siyasi kurumlar dışlayıcı ekonomik kurumlar da yaratırlar. Dışlayıcı kurumlar denetleme ve düzenlemeye de kapalıdırlar. 

Dışlayıcı kurumlar genellikle iktidardaki kişinin veya grubun iktidarını koruma refleksine sahiptirler. Acemoğlu ve Robinson’un makale ve kitaplarında şu gibi örnekler vardır: Bir şirketin sahibi veya yöneticisi muhalefete yakın olsun.

İktidar, dışlayıcı kurumlarıyla, muhalefete yakın şirketin ürettiği ürün için KDV veya gümrük vergisi oranını değiştirebilir. Bu değişiklik ekonomik gerekçeyle olmayabilir, hatta ekonomiye zarar verebilir. Burada amaç, ülkenin durumunu dikkate almadan, potansiyel bir muhalefete zarar vermek, iktidarı korumaktır.

Dışlayıcı kurumlar çoğulcu değildir, topluma siyasi güç veya katılım vermezler. Siyasi güç iktidardadır. Dışlayıcı kurumların olduğu toplumlarda demokrasi yoktur veya çok zayıftır. İşte bu durumda ülkenin büyümesi ve kalkınması zordur.

Demek ki, yoksul toplumlarda dışlayıcı kurumlar ve otoriter iktidarlar hakimdir ve bunlar hakim güçlerini bırakmak istemezler. Geliri yüksek toplumlarda kapsayıcı kurumlar ve demokratik iktidarlar hakimdir.

AJR bu sonuca varmak için tarihsel verileri incelemiş, siyasi iktisat konularında oyun teorisine başvurmuş ve verilerle birçok uygulamalı ekonometrik çalışma yapmıştır.

Bir toplum dışlayıcı kurumlar ve otoriter iktidarlar altında yoksulluk ve düşük gelir tuzağından çıkmak isterse ne yapmalı? İlk olasılık iktidar elitleriyle halkın veya iktidarda olmayanların anlaşmasıdır. Ancak elitler iktidarı bırakmak istemeyebilir. Hatta vaatlerde bulunup bunları unutabilirler.

AJR’ye göre bu durumda iki yol kalıyor. Birincisi, barışçıl gösteriler ve en geniş katılımla oy vermek dahil demokratik hakları kullanmaktır. İkincisi, şiddet de içeren devrimci yollarla iktidara son vermektir. Ancak AJR bu yolu önermiyor, çünkü şiddet yöntemleri halkın katılımını büyük ölçüde düşürecektir.

Ekonomi ödülü verilen çalışmalar Türkiye için ne mesaj veriyor?

Daron Acemoğlu, Türkiye konusundaki görüşlerini ve değerlendirmelerini zaman zaman dile getiriyor. Kullandığı ifadeler olumlu değildir; Türkiye’de siyasi ve ekonomik kurumların daha kapsayıcı ve iktidarın daha demokratik olması gerektiğin vurguluyor.

Birincisi, şu anda yürürlükte olan Cumhurbaşkanlığı veya Başkanlık sisteminin değişmesidir. Çünkü bu sistemde doğrudan veya dolaylı olarak kapsayıcılık, yani halkın katılımı neredeyse yoktur. Tüm önemli ve önemsiz kararlar, denetime ve onaylamaya da tabi olmadan, bir kişi tarafından verilmektedir.

Yanlış yapıldığında, ki her konuda sıkça yanlışlar yapılıyor, bu yanlışlardan geri döndürecek ve bunların hesabını soracak bir mekanizma yoktur.

Bu ortamda hukukun üstünlüğü ve adalet de sağlanamıyor, en azından çok tartışmalı hale geliyor. Çünkü Başkan her türlü yasanın üzerinde görülebiliyor. Diğer yandan Başkanlık seçim sistemi yüzde 50,1’i bulmak üzerine kurulmuştur ve her türlü oyuna ve akla gelmeyecek iş birliklerine açıktır.

Partili Başkanın partisinde kapsayıcılık olması çok zordur, çünkü kendisi her kural ve yasanın üzerindedir. Böyle bir iktidar da bırakılmaz elbette? Başkan’ın yarattığı bu siyasi ortamda diğer partiler de “oyunu kuralına göre oynayalım” eğilimindeler. Bir kapsayıcılık sorunu tüm partilerde görülebiliyor.

Böyle bir ortamda ekonomik kurumlar nasıl kapsayıcı olacak ki? Çok açık göstergesi TÜİK. Toplumun ilgilendiği tüm veriler açıklamaya ve tartışmaya açık olmalı ama mahkeme kararlarına karşılık olmuyor.

Kısacası, Türkiye’de siyasi kurumlarla birlikte ekonomik kurumların da kapsayıcı, açık ve hesap verebilir olması gerekiyor. Uzun vadeli çözüm ancak böyle sağlanacaktır.

Ercan Uygur kimdir?

Türkiye'nin önde gelen ekonomistleri arasında yer alan Prof. Dr. Ercan Uygur, 1969'da ODTÜ'yü bitirdi. Mezuniyetinin ardından Devlet Planlama Teşkilatı'nda (DPT) 'uzman yardımcılığı' sınavına girdi. Ancak, Uygur'un da aralarında olduğu sınavda başarılı olan üç kişi göreve başlatılmadı.

Uygur, daha sonra sınavına girdiği Maliye Bakanlığı'nda göreve başladı. Bir yıl sonra iki yıllık lisansüstü öğrenim bursu için OECD'ye yaptığı başvuru, davet edildiği mülakatın ardından kabul edildi. İngiltere Warwick Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimi aldı. Doktorasını East Anglia Üniversitesi'nde yaptı; bu sırada bir yıl 'ekonometri' dersi verdi. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi (Mülkiye) İktisat ve Maliye Bölümü'ndeki 'ekonometri' kürsüsünde asistanlık sınavına girdi; aynı yıl bu kürsüde göreve başladı.

Doçentlik çalışmaları için 1981'de dokuz aylık Norveç Hükümeti bursu ile bu ülkeye gitti, Prof. Dr. Leif Johansen ile çalıştı. Türkiye'deki doçentlik sözlü sınavının yapılacağı gün, 1402 Sayılı Sıkıyönetim Kanunu ile iki jüri üyesi, Prof. Dr. Tuncer Bulutay ve Prof. Dr. Nuri Karacan üniversiteden uzaklaştırılınca yapılamayan jüri toplantısı yedi ay sonra gerçekleştirilebildi. 12 Eylül 1980 darbesini izleyen süreçte üniversiteden uzaklaştırılan Türkiye'nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Bulutay'ın "Bizleri temsilen Mülkiye'de kalacaksın" dediği Uygur, 1983'te 'doçent' unvanını aldı.

1988'de Fulbright bursu ile ABD'ye gitti, Prof. Dr. Lawrence Klein ile LINK projesinde çalıştı. 1989'da 'profesör' unvanını aldı. 1994-2012 döneminde Koç Üniversitesi'nde yaz dersleri verdi.

Mülkiye'den 2010 sonunda erken emekli oldu. Mülkiye'de öğretim üyesiyken şu kurumlara danışmanlık yaptı: - İslam Ülkeleri İstatistik, Ekonomik ve Sosyal Araştırma ve Eğitim Merkezi (1986-1994) - Wharton Econometric Forecasting Associates (1988-1991) - T. C. Merkez Bankası (1988-1993 ve 1997-1998) - Devlet İstatistik Enstitüsü, TÜİK (1990-1996) - ILO / Uluslararası Çalışma Örgütü (proje danışmanı, 1990) - T. C. Hazine Müsteşarlığı (proje danışmanı, 1992-1993 ve 1997-1999) - Dünya Bankası (proje danışmanı, 1999, 2002, 2009, 2010-2011) - Birleşmiş Milletler ECE (proje danışmanı, 1999-2000) - Third World Network (2009)

Yeni Yüzyıl gazetesinde köşe yazarlığı (1995-1998), Mülkiye'de İktisat Bölümü Başkanlığı (1996-2008), Ankara Üniversitesi Bilim Kurulu üyeliği (2002-2010), Türkiye Ekonomi Kurumu Başkanlığı (2003 -2019), Ekonomi-Tek dergisi editörlüğü (2012-2020), Uluslararası Final Üniversitesi Rektör Yardımcılığı ve İİBF Dekanlığı (2016-2021) yaptı.

2011'de Uluslararası Ekonomi Birliği (IEA) Danışma Kurulu üyeliğine seçildi, bu görevi halen devam ediyor. 2012'de Kyoto Ödülü Danışma Kurulu üyeliğine davet edildi; editörlüğünü yaptıkları dahil olmak üzere Türkçe ve İngilizce 12 kitabı yayımlandı, 50'nin üzerinde bilimsel makale yazdı. Eylül 2021'den itibaren, Mülkiye'den öğrencilerinin kurup yönettiği T24'te köşe yazısı yazıyor. Prof. Dr. Ercan Uygur, 38 yıllık üniversite hayatını; 18 Mayıs 2017'de davet edildiği Mülkiyeliler Birliği Çarşamba Söyleşileri'nde Prof. Dr. Tuncer Bulutay'ın konuşması için koyduğu başlıkla özetliyor: "ODTÜ'de Öğrenci, Mülkiye'de Hoca…"

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Savaş ve enflasyon

Yargı kurumları, güvenlik kurumları, devlet okulları yanında merkez bankası, TÜİK gibi kurumlara güven yok. Bir savaş yaşamadık ama daha da beterini yaşamış gibiyiz. Yoğun bombalar altındaki Filistin’de enflasyon neredeyse Türkiye’ninki kadar

Bizim program ne yana düşer usta?

Hükümetin ve bazı yabancı kurumların yaptığı açıklamalardan anlaşılabileceği gibi, Türkiye’de 16 aydır uygulanan “program” ancak ortodoks olabilir. Zaten hükümet kendisinin yönettiği ve yönlendirdiği fiyatlarda sürekli artış yapıyor. Bu artışlar da diğer fiyat artışları için sinyal etkisi yaratıyor. Ancak, uygulanan programa ortodoks da diyemiyoruz

Yabancı sermayede oynaklık ve faiz

Türkiye’ye giren yabancı sermaye, geldikten kısa bir süre sonra kârını yapıp çıkabiliyor. Sonra riskleri tartıp bir kez daha giriş yapıyor ve kârıyla yine çıkıyor. Bu tür dalgalanmalarla politika uygulamak kolay değildir

"
"