03 Haziran 2024

Türk girişimi Sinemia ve Hollywood’dan çıkma MoviePass el ele nasıl battı?

2,5 milyon dolar yatırımla geldiği noktaya o denli güveniyor ki, 2017’de İngiltere’den “Yılın CEO’Su” ödülü aldıktan sonra verdiği röportajlarda tek rakiplerinin MoviePass olduğunu, kendilerinin daha hızlı büyüdüğünü belirterek bir vadede MoviePass’i alma planları yaptığını dile getiriyor

MoviePass, MovieCrash belgeseli geçen hafta HBO'da yayımlandı

Bu hafta size izlediğim bir belgeselden ve belgeselin kahramanlarının yolunun bir Türk girişimciyle nasıl kesiştiğinden bahsetmek istiyorum.

Belgeselin ismi “MoviePass, MovieCrash.” Geçen hafta HBO’da yayımlandı.

Film, MoviePass isimli girişimin büyük paralar harcanarak nasıl battığını anlatıyor.

MoviePass eğlence endüstrisinde faaliyet gösteren ve 2011’de hayata geçirilmiş bir girişim. Mantığı basit: Aylık sabit bir ücret karşılığı size kredi kartı niteliğine sahip bir MoviePass kartı veriyorlar ve bu kartla abonelik ücreti karşılığında bir ay boyunca sınırsız sayıda filmi sinemada izleyebiliyorsunuz.

İki siyah Amerikalı bir yola çıkıyor…

Girişimi hayata geçiren isim Stacy Spikes. Siyah bir Amerikalı olan Spikes yine siyah bir yatırımcı olan Hamet Watt’la yola çıkıyor. Siyah olduklarını özellikle belirtiyorum zira belgesel boyunca anlıyoruz ki, Hollywood’da böyle bir girişimi iki siyah olarak hayata geçirmek istediğinizde karşınıza beyazların karşılaşmadığı türden engeller çıkıyor.

Spikes sinema sektöründen gelen biri, Sundance Film Festivali’nde Latin ve siyahi yapımların daha fazla yer alması için girişimleri karşılıksız kalınca 1997’de Urbanworld Film Festivali’ni hayata geçiriyor.

Hamet Watt ve Stacy Spikes, MoviePass girişimini belli bir noktaya getiriyorlar fakat istedikleri hızda büyümeyi beceremiyorlar. Fiyatları aylık 39,90 doların altına çekemeyince abone sayıları bir türlü artmıyor. Ve bir tür tıkanma sürecine giriyorlar.

Girişim para kazanır durumda değil çünkü sinema salonlarıyla toplu anlaşmalar yapmayı beceremiyorlar.

MoviePass’e Türkiye’den bir rakip geliyor: Sinemia

Şimdi hikâyeyi burada keselim ve yeniden dönmek üzere belgeselde ismi geçmese de bu hikâyenin tam ortasında yer alan Türkiye’deki bir girişime göz atalım.

MoviePass’e çok benzeyen bir başka startup 2014’te beyaz yakalı kariyerinden girişimci olmak amacıyla ayrılan bir genç tarafından hayata geçiriliyor.  Bilkent mezunu Rıfat Oğuz mezuniyetinden sadece dört yıl sonra benzer bir iş modelini Türkiye’de uygulamaya karar veriyor.

Oğuz’ın girişiminin adı Sinemia. Sinemia ismini iyi hatırlıyorum çünkü ben de bir zamanlar Sinemia üyesiydim.

Sinemia’nın mantığı MoviePass’e çok benziyor… Yine aylık abonelik ücreti ödeyerek sahip olduğunuz bir kartla sinema salonuna gidiyorsunuz, sizin salonda olduğunuz konum bilgisiyle onaylandığında kartınızla istediğiniz filme bilet alıyor ve filmi izleyebiliyorsunuz.

Rıfat Oğuz’un startup’ı girişimcilik dünyasına hızlı bir giriş yapıyor ve 2015’te ilk yatırımını alarak büyümeye başlıyor. Yani 2015 itibarıyla aşağı yukarı aynı mantığa sahip iki girişimden biri ABD’de, diğeri Türkiye’de sektöre tutunma savaşı veriyor.

Tek bir farkla… Sinemia daha hızlı büyüyor! Halka açık bir şirket olmadığı için abone rakamları elimizde yok ama Rıfat Oğuz 2017’de verdiği röportajlarda Sinemia’nın 200 binden fazla aktif kullanıcısı olduğunu söylüyor. Belgeselden öğreniyoruz ki aynı esnada MoviePass 20 bin kullanıcı seviyesinde takılmış durumda ve daha ileriye gidemiyor.

Büyük ihtimalle bu durumu gören Rıfat Oğuz büyük bir karar veriyor: ABD pazarına girmek!

Rıfat Oğuz iddialı: MoviePass’i satın alırız

Çok da iddialı… 2,5 milyon dolar yatırımla geldiği noktaya o denli güveniyor ki, 2017’de İngiltere’den “Yılın CEO’Su” ödülü aldıktan sonra verdiği röportajlarda tek rakiplerinin MoviePass olduğunu, kendilerinin daha hızlı büyüdüğünü belirterek bir vadede MoviePass’i alma planları yaptığını dile getiriyor.

Yetmiyor, ABD’yle birlikte Kanada’da pazara gireceklerini, daha sonraki hedeflerinin ise Uzak Doğu olacağını, Hong Kong ve Singapur’dan sonra Çin ve Güney Kore pazarını da test edeceklerini söylüyor. Üç yılda şirketin değerinin 1 milyar dolara ulaşacağına inandığını belirtiyor.

Gelin bu noktada biz yine belgesele ve MoviePass’e dönelim. Yine belgeselden öğreniyoruz ki, tıkanan MoviePass’te ana yatırımcı çareyi bir yönetim değişikliği yapmakta buluyor ve şirketin başına içeriye para sokabileceğine inandığı bir “beyazın”, Netflix geçmişi olduğunu her fırsatta dile getiren eğlence endüstrisinin şahinlerinden Mitch Lowe’ın geçmesini istiyor.

MoviePass’in kurucuları şirketten kovuluyor

Stacy Spikes ve Hamet Watt bu noktada çaresiz kalıyor. Yatırımcının bu değişikliğin olmaması durumunda desteğini geri çekme tehdidi karşısında teklife gönülsüz de olsa onay vermek zorunda kalıyor.

Filmi biraz ileriye sarıyorum, değişiklik gerçekleşiyor, Mitch Lowe şirketin yeni CEO’su oluyor ve ilk etapta operasyonların başına getirilen Spikes ile Watt, iki siyah arkadaş ve girişimci kendi kurdukları şirketten kovuluyor!

Kovulmalarından bir süre önce Mitch Lowe şirkete yeni bir ortak getirme kararı alıyor: Bir başka “beyaz” ve “şahin” Ted Farnsworth.

Beyaz olmalarının altını özellikle çiziyorum çünkü Stacy Spikes acımasız bir aslan dövüşünün yaşandığı girişimcilik alanında hem sinema endüstrisinin hem de yatırımcıların ırkçı bir yaklaşımla hareket ettiklerinin altını çiziyor.

MoviePass para yakmaya başlıyor

Nitekim, Farnsworth içeriye büyük miktarda para sokmayı beceriyor. Onun şirkete ortak olarak gelişiyle birlikte Hudson Bay Capital isimli risk yatırım sermayesi içeriye oluk oluk para akıtmaya başlıyor. Toplamda 250 milyon doları bulan bu paranın kâr etmeyen ve gelecekte nasıl kâr edeceği de net olarak ortaya konamayan bir yatırıma aralıksız olarak neden ve niçin akmaya devam ettiği de belgeselde ısrarla vurgulanan sorulardan bir tanesi…

Sebebi belirsiz bu para girişinden sonra MoviePass bir çılgınlık yapıyor ve aylık 40 dolar abonelik ücretiyle güç bela ayakta kalan girişimin aylık abonelik ücretini 9,90 dolara çekiyor! Bir sinema biletinin 15-20 dolar bandında olduğu ABD’de aylık 10 dolara dilediğiniz kadar filme girme hakkı kazanıyorsunuz!

Tabii abone sayıları patlıyor, insanlar MoviePass kartı almak için birbirine giriyor, Amerika gibi anormali bol bir kültürde günde 5 seans film izleyen, aynı filme 50 kere giden “deliler” ortaya çıkıyor. Abonelik sayıları 3 milyona çıkıyor!

Biz yine burada bir ara verelim ve Sinemia’ya dönelim. Sinemia 2019’a kadar 50 milyon dolar yatırım ümidiyle ABD pazarına saldırmaya devam ediyor. Rıfat Oğuz yıllar sonra verdiği röportajda (https://www.youtube.com/watch?v=_HrLAZ-aiQ0 )  yatırımı almaya çok yaklaştıkları esnada MoviePass’in 250 milyon dolarlık dev bir kaynağa kavuştuğunu ve fiyatlarını 9,90 dolara çektiklerini söylüyor.

İşte işler burada tersine dönüyor. MoviePass deli gibi para yakarken, Sinemia’nın sermayesi devede kulak kalıyor. MoviePass’i satın almak hedefiyle ABD pazarına girdiklerini söyleyen Sinemia uçurumdan aşağıya sürüklenmeye başlıyor.

MoviePass Sinemia’yı dava ediyor

Yetmiyor, MoviePass Sinemia’yı kendi fikirlerini çalmakla suçlayarak dava ediyor! Sinemia ve Rıfat Oğuz köşeye sıkışıyor. Davalarla başa çıkabilmek için kurmaları gereken avukat kadrosuna yetecek kadar bile paraları kalmıyor. O kadar sıkışıyor ki, Oğuz kendisini davet ettirdiği bir MoviePass partisinde tanıştığı MoviePass yöneticilerine rakip Sinemia’yı satmayı teklif ediyor.

Bu esnada bu defa uygulamada sorunlar başlıyor. Düşünün, girişimin temel vaadi insanlara sınırsız film izletmek fakat onlar ne kadar çok film izlerse siz o kadar çok zarar ediyorsunuz.

Hal böyle olunca, siz aslında insanların kartlarıyla bilet almasının önüne geçmek için birtakım engeller “icat etmeye” çalışıyorsunuz. Onay mekanizmalarını zorlaştırıyorsunuz, müşteri hizmeti desteğini çekiyorsunuz, oyuna yeni kurallar getirerek prosedürü karmaşık hale getiriyorsunuz.

Her iki uygulama da kullanıcıları mağdur ediyor

Sinemia kullanıcılarından şikayetler yağmaya başlıyor. İşin ilginç kısmı belgeselde öğreniyoruz ki, o esnada Sinemia’yı batırmak için mücadele eden MoviePass’te de benzer bir çaba var. Akıl dışı indirimlerle, milyon dolarlar akıtılan Hollywood partileriyle, John Travolta gibi isimlerle çekilen berbat filmlerle para yakmaya devam eden MoviePass yönetimi de geleceğe dair öngörülebilir bir iş planı olmadığından saçma sapan prosedürlerle insanları kartları her gün kullanmaktan alıkoymaya çalışıyor.

Ve Sinemia batıyor…

Fakat sonuçta ne oluyor? MoviePass, Sinemia’yı batırmayı başarıyor. 2019’un 2 Nisan’ında verdiği bir röportajda uygulamasının sağlıklı çalmadığı konusunda sorular yönelten muhabirle resmen ağız dalaşına giren Rıfat Oğuz aynı ayın sonlarına doğru teslim bayrağını çekiyor.

Sonrasında Oğuz’la ilgili çok sayıda iddia ortaya atılıyor. Çalışanlarının tazminatı vermeden işten çıkarıp geriye kalanlara ise kötü davranmaktan kullanıcıları mağdur etmeye, şirketin teknolojik altyapısını son anda bir başka şirkete aktarmaya kadar… O kadar ki, Sinemia mağdurları hem Türkiye’de hem de Amerika’da Change.org üzerinden kampanyalar başlatıyor. Şirket hakkında davalar açılıyor.

Peki, MoviePass’e ne oluyor? Onları da benzer bir son bekliyor. Sinemia’dan sadece dört buçuk ay sonra, 2019 Eylül’ünde onlar da pes ediyor ve iflas açıklıyor.

“Sinemia da MoviePass de eğer orada batmasaydı pandemiyle birlikte zaten batacaktı” diyor Rıfat Oğuz. Büyük ihtimalle haklı… Fakat yine de Türkiye’den bir “unicorn” (piyasa değeri 1 milyar doları aşan teknoloji şirketlerine veriliyor bu isim) çıkarma hayaliyle, Hollywood’a Hollywood’da kafa tutma hedefiyle yola çıkan bu yatırımın ömrü aşağı yukarı beş yıl sürüyor.

Kötü bir sonla bitmesin bu yazı… 2021’de ABD’deki mahkeme MoviePass’in haklarını satışa çıkarıyor. Bunun üzerine harekete geçen girişimin fikir babası Stacy Spikes hakları satın alıyor ve yola yeniden koyuluyor. Sinemia değil ama MoviePass bugün hala aktif… Detayları bilmiyoruz ama Spikes belgeseli izleyince insanda bu işi amatör ruhla yapan, sinemaya hizmet etmek için aynı yola sıfırdan çıkmayı göz alan bir insan duygusu yaratıyor.

Ne diyelim… Eğer öyleyse yolu açık olsun!

Eray Özer kimdir?

Eray Özer ODTÜ'de psikoloji okudu, sosyoloji hatmetti. Akabinde Bilgi Üniversitesi'nde yüksek lisans, Anadolu Üniversitesi'nde ise tez aşamasına takılan bir doktora ile akademik hayattan bir türlü elini eteğini çekemedi. Hatta iki yıl boyunca Kadir Has Üniversitesi'nde sosyoloji dersleri verdi.

Meslek hayatına Radikal Gazetesi'nde başladı, kısa süreli televizyon haberciliği deneyiminin ardından Doğuş Dergi Grubu'nda devam etti.

Son olarak ise Cumhuriyet hafta sonu eki Sokak'ı çıkaran ekipte yer aldı. Radikal, Birgün, Cumhuriyet ve Diken'de yazdı.

Yaklaşık dört sezondur devam eden bir podcast içeriği hazırlıyor. Buzdolabının tarihinden Yapay Zekâ'ya, Roman halkının hikâyesinden Kayıp Kıta Mu'ya birbirinden farklı konular hakkında hiç bilinmeyenlerin anlatıldığı "Yeni Haller" ismindeki podcast yayınına Spotify'dan veya tüm podcast uygulamalarından ulaşabilirsiniz.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

İdeoloji için sağlığımızla oynuyorlar: Aşı karşıtlığının arkasında ABD varmış!

Arapça içeriklerin hemen tamamında aşının içeriğindeki domuz katkısı nedeniyle haram olduğu vurgulanıyor. Eh, işin ucu Arapçaya kadar uzandıysa neden Türkiye de bu kirli oyundan nasibini almamış olsun ki?

Hackerlar, rüşvetler, gizli operasyonlar: Skandalların gölgesinde bir gazetecilik tartışması

Düşünün bizde bir patron gazeteyi alacak ama gazete patrona dair kimisi de aleyhte olan tüm haberleri eksiksiz yayımlamayı sürdürecek… Rüyamızda bile göremeyiz…

Yunan adalarında kapıda vize uygulaması: Kişisel bir tecrübe

Kapıda vize uygulaması güzel fakat zahmetli. Öyle “pasaportumu verdim, vizeyi aldım” basitliğinde bir uygulama değil