04 Kasım 2013

Vergi mükellefi sayısına bakınca Türkiye hangi ligde?

OECD verilerine bakınca Türkiye’nin faal mükellef sayısını dengeli şekilde yükseltmesi elzem görünüyor. Bu ekonominin kayıt altına alınması, verginin tabana yayılması ve dolayısıyla istikrarlı bir büyüme için önemli.

OECD verilerine bakınca Türkiye’nin faal mükellef sayısını dengeli şekilde yükseltmesi elzem görünüyor. Bu ekonominin kayıt altına alınması, verginin tabana yayılması ve dolayısıyla istikrarlı bir büyüme için önemli.

 

Faal mükellef sayısının nüfusa oranında ülke ortalamaları ne söylüyor?

 

17 Mayıs’ta OECD tarafından yayımlanan “Tax Administration 2013” Raporu, OECD üyesi olan ülkeler ile diğer gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerdeki vergi idarelerine ilişkin önemli birçok veriyi karşılaştırmalı olarak bünyesinde barındırıyor. Rapor, oldukça büyük hacimli. Burada -ayrıntılara girmeden- sadece mükellef sayıları ile nüfus ilişkisine dair verilerine değineceğiz.

OECD Raporu’nun verilerine göre 2011’de bazı gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomilerdeki “gelir vergisi mükellef sayılarının” toplam nüfusa oranı aşağıdaki tablodaki gibi gerçekleşmiş durumda.

 

Ülke

Gelir V. Mükellef Sayısının Nüfusa Oranı (%)

Belçika

66,1

Yunanistan

76,2

Fransa

56,4

Almanya

32,6

Macaristan

37,0

İtalya

67,7

Kanada

88,0

Kore

39,4

Japonya

17,3

Hollanda

50,2

Polonya

45,7

Meksika

29,4

İspanya

41,9

İngiltere

49,1

ABD

87,5

Portekiz

64,9

Suudi Arabistan

1,51

Hindistan

2,57

 

Tabloya baktığımızda, gelişmiş ülkelerde “gelir vergisi mükellef sayılarının genel nüfusa oranında” -bazı farklılaşmalar olmakla birlikte- genelde yüksek oranlar dikkat çekiyor. Gelişmiş ülkeler liginin dışında değerlendirebileceğimiz Yunanistan, Polonya ve Macaristan gibi ülkelerde bile oranın oldukça yüksek olduğu görülüyor. Kurumsallaşmış bir “vergi yapısı ve sistemi” olduğunu söylemekte bile zorlanacağımız Suudi Arabistan ile Hindistan’da ise oranların nispeten düşük olduğunu söylemek mümkün.

 

Peki ya Türkiye?

 

Yukarıdaki tabloda Türkiye’ye yer vermedik; ancak Türkiye tabloda olsaydı yanında göreceğimiz oran %2,3 olacaktı. Görüldüğü üzere OECD Raporu’na göre 2011 için ülkemizde gelir vergisi mükellef sayısının toplam nüfusa oranı %2,3 gibi oldukça düşük bir rakam. Özetle, bu oranla Suudi Arabistan’ın üzerinde; ancak Hindistan’ın biraz altındayız.

Belirtmemizde yarar var; OECD buradaki oranı hesaplarken sadece beyanname veren faal gelir vergisi mükelleflerini dikkate alıyor. Kesinti (stopaj) esasında vergilendirilen mükellefler burada dikkate alınmıyor; ancak bunlar dikkate alınsa bile tablo Türkiye için ciddi biçimde farklılaşmıyor. Şöyle ki;  

 

Gelir İdaresi Başkanlığı’nın açıkladığı istatistiklere göre 2013 Ağustos sonu itibariyle vergi türleri bazında faal mükellef sayımızı aşağıdaki gibi özetlememiz mümkün:

 

Mükellefiyet Türü

Toplam Faal Mükellef Sayısı

Gelir Vergisi

1.794.860

GMSİ (kira geliri)

1.559.634

Basit Usul

696.421

Gelir Vergisi Stopajı

2.466.381

Kurumlar Vergisi

663.102

KDV

2.374.628

 

Tabloda yer alan KDV hariç tüm mükellef sayılarımızı toplayıp nüfusumuza oranlasak bile %10’lar civarını bile tutturmakta zorlanıyoruz. Kaldı ki OECD’nin Rapor’unda yer alan diğer ülkeler için de bu hesabı yaparsak onların oranlarının da yükseldiğini ve makasın pek de daralmadığı gerçeği ile yüzleşiyoruz.

 

Ne yapmalı?

 

OECD verilerine bakınca Türkiye’nin faal mükellef sayısını dengeli şekilde yükseltmesi elzem görünüyor. Bu ekonominin kayıt altına alınması, verginin tabana yayılması ve dolayısıyla istikrarlı bir büyüme için önemli. Yukarıdaki oranlar ve rakamlar, faal mükellef sayımızın Türkiye ölçeğindeki bir ülke için çok düşük olduğunu söylüyor.

 “Kayıt dışılıkla mücadelenin başarıya ulaşması, bir Devlet politikası olarak bu mücadelenin kararlı ve sürekli bir biçimde takip edilmesiyle mümkün olduğundan (…) Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı güncellenerek, 2011-2013 yıllarını kapsayan yeni Eylem Planı hazırlanmıştır.” bu satırlar 2011-2013 Kayıt Dışı Ekonomiyle Mücadele Stratejisi Eylem Planı’ndan. Kayıt dışı ekonomiyi, Devletten gizlenen, kayıt altına alınmayan ve bu nedenle de denetim dışı faaliyetler olarak tanımlayabiliriz. Kayıt dışı ekonominin azaltılması genel ekonominin ve kamu maliyesinin sağlığı açısından oldukça önemli. Bu nedenle tüm devletler bu konuda etkili bir mücadele vermeye gayret ediyorlar. Beyanname veren, faal mükellef sayısının arttırılması da bu konuda en önemli araçlardan birisi. Beyanname ile kayıt altına alınan mükelleflerin takibi hem daha kolay hem de daha az maliyetli. Beyanname veren faal mükellef sayısının arttırılması için temel hedef kitlenin de kayıt dışı ekonomi içinde faaliyet gösteren kesim olması bu anlamda bir gereklilik.

Şu sıralar TBMM gündeminde olan Gelir Vergisi Kanun Tasarısı hem kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması hem de faal mükellef sayısının arttırılması bakımından bir anahtar konumunda ve oldukça önemli bir fırsatlar sunuyor. Tasarı’nın mevcut halinde bu amaca yönelik önemli hükümler var; ancak bu düzenlemelerin zenginleştirilmesi ve çeşitlendirilmesi yararlı olacak gibi görünüyor. Kaldı ki, Tasarı’da yer alan ve “gerçek kişilerin yıllık beyan ile bildirdikleri gelir ve kazançlardan indirimleri önemli ölçüde sınırlandıran” hükümlerin, beyan sisteminin kapsamının genişletilmesi ve faal mükellef sayısının arttırılmasına yönelik amaca ciddi zarar verebileceğini de vurgulamak gerekli. Eğitim ve sağlık harcamalarına ilişkin indirimlerine getirilen “asgari ücretin yıllık tutarı” sınırlamasının bu çerçevede tekrar ele alınması bir zorunluluk gibi görünüyor.

Gelir Vergisi Kanun Tasarısı’nın faal mükellef sayısını arttırmasına hizmet edecek müdahalelerle zenginleştirilmesi, beyanname veren mükellef sayımızın arttırılması ve gelişmiş ülkeler düzeyine çıkarılması bağlamında kuvvetli bir dönüşümü temsil edecektir.

 

(*) Bu makale KPMG Gündem Dergisi’nin 16. sayısında yayımlanmıştır.

http://www.kpmgvergi.com/tr-tr/SanalKutuphane/yayinlar/guncelyayinlar/Documents/KPMG-Gundem-16.pdf

 

Twitter: @AKIN_EMRAH

E-mail: [email protected]

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bütçede fon uygulamalarına yeniden mi dönüyoruz?

Tahsisli vergi uygulamasının, devletin bütün gelir ve giderlerinin tek bir bütçe içinde toplanmasını ifade eden “Bütçe Birliği” ilkesi ile bu ilkenin doğal sonucu olan ve bütçe içindeki hiçbir gelirin hiçbir gidere tahsis edilememesini işaret eden “adem-i tahsis” ilkesi ile uyum içinde olduğunu söylemek pek mümkün değil

Son dönemde vergiyle ilgili konuştuklarımız: Para ve maliye politikası uyumunun neresindeyiz?

Para ve maliye politikalarının bütüncül şekilde, birlikte ve uyumlu çalışmadığı bir ekonomik sistemde, TCMB tarafından konulan enflasyon hedeflerinin tutturulmasının imkansıza yakın olduğunu söylemek mümkün. Vergi politikasının amacının da bu hedef dikkate alınarak şekillendirilmesi hayati önemde

Dolaylı vergi yapımız enflasyonu körüklüyor mu?

OVP'de de vurgulanan, "doğrudan vergilerin vergi gelirleri içindeki payının arttırılması" politikası sadece mali açıdan değil; dolaylı vergilerin enflasyon üzerindeki baskısı bağlamında da kritik önemde görünüyor

"
"