04 Şubat 2024
Sahnelerimizin aykırı yıldızı, Beyoğlu aşığı, Queer dünyanın yaman kalemi, fikir emekçisi Jilet Sebahat ile yeni kitabı Jilet üzerinden pandemi ayrılıklarını, öfkesini, sütten kesilmemiş erkekleri, men edenleri, edilenleri ve Beyoğlu'nda gece hayatını konuştuk. Sadece kendini değil bir kuşağı anlattığı kitabında dimdik duruşu, anarşist ruhu ve güçlü kalemiyle beni kendisine hayran bıraktı.
- Kendini ifade etmek için birçok bedel ödeyip, yol arayan bir insanı, yazıya götüren nedir? Neden yazdın?
Bugüne kadar sustuğum o kadar çok olay var ki bu suskunluğumun bir karşılığı olmalıydı. Ya çığlık atacaktım ya da aklımı yitirecektim. Ya da bunların hepsini toplayıp sessizliğin sesi olan yazılara dönüştürecektim. Küçük yaşlardan beri yazıyorum. Eğer çocukluğunuzdan beri LGBTİ+ bireyi iseniz hep susmak zorundasınız. Sadece sözsel değil bedensel de susuyorsunuz. Dolayısıyla yazı, sustuğum her şeyin karşılığı, çığlığı ve haykırışı benim için.
- Adımlıyorum/Geri dönüyorum. /Terbiye borcum yok kimseye. / Karanlık, Işık, Başlangıç./ Bir anlamı olmalı bunların. Yolculuğunun özeti gibi adeta. Varoluşundan, kimliğinden ötürü ilk isyanın kime oldu?
İlk isyanım babama idi. Ancak bu isyanımın nedeni kendi varoluşumla ilgili değildi. Annemdi. Annemi bir kadın olarak tanıştırmadı benimle. Annemi hayatta sadece bir anne olarak değil, bir birey, bir kadın olarak kabul ettikten sonra kendi kişiliğimi buldum. Dolayısıyla elbette ki ilk isyanım babamaydı.
- "Annemi kadın olarak tanıştırmadı" derken neyi kastettin?
Çünkü bizim topraklarda, anne ve eş olmak bir görev tanımı gibi. Görevi iyi bir eş olmak ve anne olmak. Ötesi yok. Bir kadın, bir birey gibi değilmiş gibi. Anneler de kadın. Kadınlığı sürekli unutturulmak istenilen. Dolayısıyla annemin kadınlığıyla tanışmam, kendi kadınlığımla tanışmama eş düşer.
- Var olmak için, daha özgür yaşayabilmek için baba evini nasıl terk ettin? Harekete geçiren son nokta neydi?
Var olmak, zorla dayatılan her şeyden kaçmak için ailemi, çevremi, geçmişimi terk etmem gerekiyordu. Bir varoluş meselesiydi baba evini terk etmek benim için. Sevgi dışında ortak bir noktamız kalmamıştı. Beraber aynı evde yapamıyoruz. O zaman yolları ayıralım dedik.
- Konuşarak mı ayrıldın ailenden?
Yok hayır Ebru. Zaman zaman konuşmalı, daha çok kavgalı olarak ayrıldık. Politik olarak anlaşamıyorduk. Kendi varlığım açısından da açık biri değildim o zamanlar. Kitapta da yazdığım gibi "ya bedeninin, ruhunun kanamasına razı geleceksin ya da kendini ateşe vereceksin." Benim terk edişim ateşe vermekle orantılı diyebilirim.
- Çok cesurca.
Evet bütün hayatımı, çocukluğumu, çocukluğumun geçtiği evi her şeyi yakarak tek başıma yola çıktım. Bazen yeniden doğmak için her şeyi yakmak gerekiyor. "Yakarsa dünyayı garipler yakar." denir, bilirsin. Ben de Anka kuşları gibi küllerimden yeniden doğmak için tüm dünyamı yaktım. Ve yeniden doğdum. Kendimi doğurdum da diyebiliriz.
- İstanbul'a geldiğinde ilk ne zorluklar yaşadın? Neler hissettin?
Çok zordu. Başta çok zorlandım. Tiyatro sevdasıyla gelmiştim İstanbul'a ancak kendimi gerçekleştirmek için çıktığım bir yolculuktu. Tiyatro bahaneydi. Sonradan anladım ki esas zorluk tiyatrodan ayrıldıktan sonra beni bekliyordu. İstanbul'a ilk defa geliyordum. Tiyatro dışında tanıdığım hiç kimse yoktu. Gidebilecek yerim yoktu ve en önemlisi param yoktu. Ailem destek vermiyordu. Ben de yoluma devam etmek için onlardan özellikle para istemiyordum. Açlık çeksem de bu benim kararımdı. Sonuçları vardı, sorumluluğunu üstleniyordum. Aç kala kala, mücadeleyle, küllerimden tekrar tekrar doğarak Jileti büyüttüm.
TIKLAYIN| Jilet Sebahat: Varoluş mücadelesini ortaya koyan herkes çırılçıplaktır benim için, Serdar Ortaç gibilerin bunu anlaması zor |
- İstanbul'a geldiğinde evsiz döneminde iyi insanlarla da karşılaşmışsın. Büyük şans.
Haklısın büyük şanslar oldu. Tabii ki bu şansların altyapısında da kendi geçmişteki mücadelem var.
- "İyi olan da iyiyi bulur"... Sen de iyi gözlerle, yumuşacık, samimi bakıyorsun.
Evet, çünkü hayatta sadece kendi sorunlarımız yok. Dünya dediğimiz şey sorun yumağı. Dolayısıyla gerçekten birinin yarasını öpüp sardığında, kokladığında bir gün senin de bir yaran kanadığında o el sana uzanıyor. Ben bunu hayatımın her alanında gördüm.
- Kendinin değil, hayatın kaçağı Jilet nasıl doğdu?
Jilet aslında hep vardı. Jilet akran zorbalığına uğrayan okullarda da vardı. Babası tarafından şiddet gören çocukların evinde de vardı. Eşit ve adaletsiz bir düzende de vardı. Her yerde vardı. Dolayısıyla Jilet'i doğurdular aslında. Doğurttular. Dolayısıyla da kendimi bildim bileli bir jilet gibi yaşadım. Kocası tarafından şiddet gören Fatoş Abla'nın evinde de yaşadım. Mahalleden atılan, dövülerek atılan orospuların yanında da yaşadım, okullarda da yaşadım. Her yerde yaşadım. Hayatımın her anında vardı ama içimde saklıydı. Artık o jileti göstermenin ve kendi bedenimin, kendi hayatımın öz savunmasını yapmanın zamanı gelmişti benim için. Öyle açığa çıktı. O jilet hep midemdeydi, beynimdeydi. Hayatımdaydı, yastığımın altındaydı, dilimin altındaydı, memelerimin arasındaydı. Hep vardı ama artık bunu göstermenin zamanı geldi dediğim bir zaman vardı. Hani sustuğum şeyleri haykırma zamanı gibi bir şey. Dolayısıyla öyle oluştu.
- Çoğu zaman hayatın dışına itilmiş, paranteze alınmış hikâyelerin kahramanı olarak mı görüyorsun kendini? Neden?
LGBTİ+ birey olduğunda seni bir parantezin içine almak istiyorlar. Ana başlık olmadan, dipnot olarak hayatını yaşamak zorunda bırakılıyorsun. Dolayısıyla da evet o paranteze alınmış insanların hikâyelerini anlatmak, onlar için mücadele vermek bana daha iyi geliyor. O parantez aslında önümüze konulan kuralları, dayatılan duvarları hepsini kapsıyor. Hayatımızı, parantezden çıkarıp bir ana başlığa dönüştürme hikâyesi olarak bakıyorum. Evet bu parantezi parçalayan, kendini ana paragrafa taşıyan herkes de benim kahramanım oldu şimdiye kadar. Dolayısıyla ben de birilerinin bu anlamda kahramanı olmaya çalışıyorum.
- Kesinlikle öylesin, bence kitabı okuyan herkes bunu görecektir de. Gece hayatında koskoca 25 yıl. Geceler korkularının sığınağı mıydı? Sokak nedir senin için?
Sokak hayatımın gerçeğidir, kendisidir. Sokaklar feministtir. Agresif bir tavırdır, isyandır, başkaldırır. Aynı geceler gibi. İstediğiniz gibi sokakların ismini değiştirin. İster Tatavla ister Kurtuluş deyin farketmez, o sokakların bir dili, bir anlamı, bir hikâyesi var. Her sokağın benim için bir hikâyesi var. Ve bu değişim hikâyesi, kendi bedenimin, kendi ruhumun değişimin hikâyesiyle de örtüşür benim için. Dolayısıyla evet gece hayatında yirmi beş yıl oldu. Gece hayatındaki varlığımı, sokakta olma haline borçluyum. Sokakta olan insanların şu ana kadar verdiği mücadeleye borçluyum. Yürüyen, eylem yapan, isyan eden birçok kişiye borçluyum. Bu anlamda evet, sokak dediğimiz şey benim için hayatın bir yansıması. Ülke politikasını, mutluluğu, mutsuzluğu sokaktan anlarsınız, gücü de sokaktan görürsünüz. Güçsüzlüğü de sokaktan görürsünüz. Ve hayat bir şekilde sizi hep bir sokaktan bir başka sokağa iter.
- Türkiye gittikçe daha da muhafazakârlaşıyor. Gece hayatında nasıl durumlar?
Gece hayatı da aynı şekilde. Beyoğlu'nda mekânlar barınamıyor, her yer yavaş yavaş kapanıyor. Zorunlu göçe zorlanıyor insanlar. Aynı zincirin mağazaları her yerde. Aynı dondurmacılar, aynı kahveciler. Aynılaşıyor ve muhafazakâr bir aynılık bu. Dolayısıyla gece hayatı da bu anlamda eskisi gibi değil. Ben bir Beyoğlu kızıyım ve Beyoğlu'nda da çok büyük değişim var. Her gün selamlaştığımız küçük esnaflar bir bir kapanıyor. Zorunlu göç ettirilirken gece hayatı da böyle bir yere itiliyor. Pes etmeme, pabuç bırakmama taraftarayım. İnadına kalıcam ama gitmek zorunda bırakılanları da anlıyorum. Hepimiz için çok zor. Bu enflasyon, kira artışları dayanılacak gibi değil.
- Kendinle yüzleşmek, farkındalık ve derinlere inmek. İçgörü kazanmak. Bu hakikat yolculuğunda hepimiz farklı kesiklerle yaralanırken kendini bulmak, kendini göstermektir biraz diyorsun. Buna kendini görmeyi ve tanımayı da de ekleyebilir miyiz?
Kesinlikle. Özü kavrama, kökü kavrama. Evet, bu hayat ağacında bir yaprağım ama çok sağlam bir köküm var. Ben sadece o kökümü kavrıyorum, köklerime dönüyorum. Bu da benim özüm aslında. Beden dediğimiz şey de bir köktür.
- Kökü de kimse yok edemez, bir yerden çıkışı bulur. Ne dersin?
Dalları kesebilirler, budayabilirler ama kökü kimse yok edemez. O yaprakları kessenizde o kök orada yeşermek için bir şekilde kendi yolunu bulur. Su gibi. Harekete mani olmaz. Dolayısıyla ben de kendi öz suyuma dönmenin çok önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Hayatta kendi öz suyumla yıkanmayı, kendi öz suyumu sevmeyi, kendi öz suyumu içirmeyi önemli buluyorum. Dolayısıyla varoluş hikâyemi de varoluş hikâyemizi de böyle algılıyorum hayatta.
- Kitabından anladığım sıkı bir Bergen hayranısın. Bergen ile aranda ruhsal anlamda nasıl bir bağ var?
Bergen benim için bir simge. Bergen şarkılarını ezbere bilmiyorum. Bergen benim çocukluğumdan kalmadır. Benzer hikâyeleri çok yaşadım. İsyanımız ortak. Arabesk de bir isyandır. Bergen de kadın isyanının bir simgesidir.
Çocukken mahallede bir gün, bir komşumuz, karısını kırbaçla dövüyordu. Kırbaçla dövülen o kadın, hep Bergen dinlerdi. Sonra anladım ki; o kırbaçla bana da ibne, top diyerek vurulabilirdi. Dolayısıyla yüzlerimiz farklı olsa da hepimizin yazgısı, isyanı aynı. Ve o kırbaçlanan kadını kocasından koruyan, müdahale eden, karşı çıkan tek bir kişi vardı. Mahallenin orospusuydu. Kimse ses çıkarmazken o durdurmaya çalışıyordu. O orospuyu mahalleden, beni de baba evinden, okuldan hatta bir sürü işlerden attıran da o kırbacı tutan eldi. Hepimizin ortak duygusu arabesk benim için. Bergen de bu anlamda benim için şiddet mağduru, cinayete kurban giden, öldürülen, tacize uğrayan bir sürü kadının simgesi.
- Peki Tanrı'nın affettiği ama Jilet'in affetmeyececeği şeyler neler?
Akran zorbalığına uğradığım arkadaşlarımı, çocukluğumu mahveden hocalarımı, çocukluğumu mahveden babamı, çocukluğumu mahveden mahalle komşularımı asla affetmeyeceğim.
VİDEO SÖYLEŞİ | Jilet Sebahat: Bir özür yetmiyor artık, hayatlarını ele geçirmek istiyorum |
- Hep babaya kızıyoruz ama annenin suçu yok muydu? Sessiz kalmak da suça ortak olmak değil mi?
Hayır, yok. Annemin suçu yok, çünkü annem hâlâ kadın olmak için mücadele veriyor. Mücadelesi hâlâ devam ediyor. 16 yaşında evlendirilmiş, onun öncesinde zorla başı kapatılmış, hayatının her alanında mücadele veren bir kadına karşı kızgınlık hissedemezsiniz.
Hayatta koca evinden baba evine gitmek dışında bir seçeneği olmayan bir kadını suçlayamayız. 16 yaşında evlendirilmiş, işi olmayan, kocasının eline bakan bir kadının gidebilecek şeyi yok ki. Mecbur oradan ya koca evine ya baba evine yani iki tane canavarın evine gitmek dışında seçeneği yok ama şu anda seçeneği var. Evet, şu anda isyan ediyor çünkü gidebilecek evleri var. Anlatabildim mi? Dolayısıyla kadınların finansal özgürlüğü olmadığı zaman ona katlanmak durumunda. Yoksa hiç kimse kalmak istemez. Benim kalbimi kırdığı çok zamanlar olmuştur ama anladığım bir yerden olmuştur.
- Anlamak, dinlemek büyük bir olgunluk.
Onun yanında durmak dışında yapabileceğim hiçbir şey yok. Finansal özgürlüğü olmayan kadınların bu anlamda çok suçlanmaması gerekiyor. Önce bir yanında durmak, anlamak, el vermek gerekiyor. Elini reddediyorsa, başka bir şeye dönüşüyorsa o zaman tartışılır ama önce bir el vermek, bir omuz vermek, bir kucak vermek, bir sıcaklık vermek önemli.
- Depremde ailenden birçok kişiyi kaybettin. Şimdi onlar mı senden güç alıyorlar?
Aslında birbirimizden karşılıklı güç alıyoruz. Onların hikâyesi benim isyanımı oluşturdu. Ben de onlardan güç aldım. Onların sustuğu şeylerin de isyanını ve çığlığını atıyorum şu anda. Hayatımda yeğenlerim de dahil hiçbir kadının artık bir zorunluluğu yok. Hayatımızda böyle bir gücümüz, böyle bir örgütlenmemiz var. Yeğenlerimin çocuklarının da yok. Onlar için de varım hayatın her alanında.
- Onca çekilen acıya rağmen affetmek mümkün mü?
Benim buna ayıracak zamanım yok. Hande Kader'in faillerini affetmiyorum. Son zamanlarda bir sürü arkadaşımız intihara zorlanıyor ve bunu arkadaşlarımı intihara sürükleyen sebeplerin hiçbirini affetmiyorum. Birçok şeyi affetmiyorum evet. Ama kuru kuruya affetmek değil, bununla ilgili mücadeleye de devam etmem gerekiyor ki bu af duygum bir isyana başka türlü bir hayatı gerçekleştirmemize yol açsın, kapı aralasın. Affetmiyorum diyerek pasif bir yerde durmuyorum. Evet, affetmiyorum diyorum ve gözlerinin içine bakmaya da devam ediyorum.
- Aşk konuşalım biraz. Aşkın dayanılmaz hafifliğinden var olmanın yolculuğuna doğru bir yol. Senin tanımın. Peki sonra?
Aşık olduğumuz adamlar bizleri bir şekilde biraz önce bahsettiğimiz o paranteze almak, kapalı kapılar ardında yaşamak, yok saymak istiyorlar ve hepsini yaşıyoruz.
- Kendilerini de yok saymıyorlar mı?
Kendilerini de yok sayıyorlar ama eğer cis hetoro bir adamdan hoşlanıyorsanız kendilerini yok saymakla bizi yok saymaları arasında fark var. Onlar kabul görüyor. Biz görmüyoruz. Çok acınası haldeler ancak bir şekilde kendi hayatları üzerinden kabul görüp yaşamlarına ikiyüzlü olarak devam ediyorlar.
- Toplum da iki yüzlü değil mi?
Çok iki yüzlü. Kitapta sütten kesilmemiş adamlarla uğraşıyorum dediğim noktada anne memesinden hâlâ çıkamamış adamlarla uğraşmak çok zor bir şey. Hep o anne memesinin üstünde yaşamak istiyorlar. Büyü be adam! Toplum da ilişkilerimizi açıkça yaşamamıza izin vermiyor. "Şurada görüşelim. Şurada görüşmeyelim, şurada beni görürler, şurada görmezler. Şurada bilmem ne yaparlar?" Hep bir şartları var. Kısaca lolipop isteyen çocuklar gibiler, anlatabildim mi? Aşkın devamı benim için böyle. Evet, aşkı seviyorum ve çok âşık oldum.
- İlk aşkın İstanbul'da mı?
Başka bir şehirde. ilk aşkımı 17 yaşında yaşadım. Hâlâ en büyük aşkım diyebilirim. O da korkağın önde gideniydi. O ilişkim uzun sürdü ama hiçbir şey yaşamadık. Ben ona çok âşıktım. Hâlâ da âşığım, üstelik depremde ölmüş. Kaybettim onu. Aşık olmayı seviyorum.
- Hayat tecrübesi arttıkça, olgunlaştıkça erkeklere hayır demeyi öğrenebildin mi?
Tabii hep hayır dedim. Ben yaşıyorum bu aşkı. Acımdan ölsem de çaktırmam. Masa yıkarım falan.
- Helal.
Ebru, erkeklerin hepsi çok yalancı.
- Dünyanın her neresinde olursak olalım, tüm kadın, kadınların, LGBTİ+'ların derdi ve mücadelesi ortak. Bizlere biçilen kadere karşı mücadele veriyoruz. Dert ve isyan ortakken radikal feministlerin transları dışlaması konusunda ne düşünüyorsun?
Trans fobi, her yerde olabiliyor. Bireyin kendisi de, kendisine, transfobi davranış sergileyebiliyor. Ben de zaman zaman anlamakta zorlanıyorum. Hayatta başka türlü bir politika, başka türlü bir mücadele ve başka türlü bir beden mümkün diye beraber yıllarca mücadele verdik. Neden diyorum sürekli. Sanırım hem kendi bedenlerini hem de başkalarının bedenini dinlemiyorlar. Kendi bedeni dinlemeyen biri başkasının bedenini de dinleyemez.
- Sizi de dinlemiyorlar sanki?
Evet. Sistematik olarak kendilerini dinlemediklerinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Terf karşıtı mücadele tüm dünyada artmaya başladı. Transfobi dediğimiz şeyin ne zaman çıkacağını bilemeyiz. Ancak bilmek gereken bir şey var ki; bizim içsel anlamda sözümüz, mücadelemiz ve birbirimizle dayanışmamız da daha büyük. Dolayısıyla da dinlemek ve anlatmak gerekiyor. Hayatta hep bunu tercih ettim ama damarıma basıldığı zaman da jileti çekmek, seslerini kesmek gerekiyor.
- Artık, LGBTİ+ birey olmanın suç olmadığı tüzüklere alındı. Dr. Larin Karataş büyük mücadeleyle mesleğine geri döndü. Ancak hâlâ trans kadınların yüzde 90'ı seks işçiliği yapmak zorunda bırakılıyor. Bu değişir mi? Gölge kahramanlar için umut var mı? Ne yapmak lazım?
Umut dediğimiz şeyi toplumdan beklemeyeli çok oldu. Çok fazla zaman oldu. Toplumdan umut beklemiyorum. Umudu biz mücadelemizle yaratıyoruz ve gösteriyoruz. Larin'in büyük savaşı sonucunda mesleğine geri dönmesi benim için bir umuttur. Bu umudu topluma gösteriyor Larin. "Yaptığınız tüm kötülüklere rağmen, mesleğimi yapıyorum" diyor. Hayat da, umut da biziz. Bu anlamda kendimizi ne kadar var edersek toplum da o kadar dönüşür. İşte 2003'teki ilk onur yürüyüşünde 30 kişiydik. Bu mücadeleyi verirken ve 100 binlere dönüşürken toplumdan bir şey beklemedik. Toplumu dönüştürme mücadelemizden hiç kaçınmadık. Yan yana durmaktan hiç vazgeçmedik. Derneklerimiz kapandı, barlarımız basıldı, başka bir yol bulduk. Dolayısıyla İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesi beni bağlamıyor. Varlık mücadelesi, en büyük umut benim için. Umut dediğimiz şey biziz ve toplumu dönüştürecek kişiler de bizleriz. Bir beklentim yok kimseden.
- Her şeye rağmen, tüm olumsuzluklara tüm savaşlara rağmen gülerek nasıl devam edebiliyorsun? İniş çıkışlar, güçte bir sarsılma olmuyor mu? Yoksa her şeyden önemli olan yaşabilmek mi?
Durmuyorum çünkü. Üretmek, mücadele vermek, samimiyetle birbirimizin saçını okşamak, birbirimize dokunmak, birbirimizin derdini anlamak gerekiyor. Hayatının içinde kendim kalarak, susmayarak, haksızlığa karşı çıkarak kendimi tedavi ediyorum. Arkadaşlarıma sarılarak, yan yana durarak, beraber bir şey yaratarak kendimi tedavi ediyorum. Çünkü başka türlüsü böyle bir ülkede, bu şartlarda çok zor. Hayata karışarak, düşünerek, üreterek kendimi var ediyorum. Herkese de böyle öneriyorum.
- Bana gönderdiğin kitabın içinde bir çift kirpik vardı. "Neden kendi ülkemizde, topraklarımızda yürüyemiyoruz?" bölümünde. Sana soruyorum neden yürüyemiyorsunuz ve neden kirpik?
Valla her şeye rağmen yürüyoruz. Çünkü bizim varlığımız yürüyüş. Durduramazlar varlığımızı. Ama ne yazık ki, bir şekilde birçok yürüyüş yasaklanıyor. Ne yaparlarsa yapsınlar 8 Mart'ı engelleyemezler. Çünkü bu gücün hapsedilemez olduğunu onlar da farkında. Durduracakları ve artık baş edebilecekleri noktada değiliz. LGBTİ+ hareketini, kadın hareketini engellemeye çalışmalarının sebebi de korkuları. Korkuyorlar bizden, varlığımızdan. İstedikleri kadar o barikatları koysunlar, gökkuşağı bayrağını asla engelleyemezler.
- Peki kirpik neden önemli?
Kirpik benim için derinliktir, mesafedir. Hepsini kapsar, kepenktir. Bakışlarla arama bir mesafe koyuyor ve dolayısıyla o bakışları nasıl yöneteceğimi kirpiklerimle iyi biliyorum. Bakış önemli benim için. Çünkü bakışlarım için çok dayak yedim zamanında.
- Nasıl?
Aslında bakışlarım bütün bedenimin bir yansıması. Dolayısıyla hem hocalarımdan hem babamdan sustuğum şeyleri bakışlarımla anlatıyordum. Mesela on dakika boyunca gözlerimi hiç kırpmadan bakıyordum. Dolayısıyla da bu bakışların bedelini çok ödedim zamanında, ama şimdi korkmadan bakabiliyorum.
- Politikaya atılmayı düşünüyor musun?
Politikadayım zaten politik biri olarak. Politika benlik bir şey değil ama arkadaşlarımın mecliste olmasını çok isterim. Hangi arkadaşım olursa olsun sonuna kadar desteklerim. Ben anarşist ruhlu, hiçbir kalıba sığmayan, hayatımı bu anlamda idame ettiren biriyim. O duvarlara, o kuralların içine sığmam ve üretimimi azaltır.
Ebru D. Dedeoğlu kimdir? Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı. Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı. Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejeleri üzerine çalıştı. Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu. Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı. |
"Direnmek için umutlu olmaya ihtiyacımız var. Direnmek için gülmeye ihtiyacımız var. Direnmek için âşık olmaya, sevmeye, dostluklara ihtiyacımız var"
“Şu anda dünyanın Avrupa'nın en şiddet dolu ülkesiyiz. Kadınlar, çocuklar hatta bebekler yaşamayı bekliyorlar. Sokakta rahatça, özgürce yürümeyi bekliyoruz. Mesela kahkaha atabilmek istiyoruz. Çok zor bir şey. Bekliyoruz…”
"Bulunduğun yere razı olmadan, merak ederek ve şaşırarak sürdürülecek bir ömürden yanayım ben. Modern hayat bütün bunlara set çekiyor. Korunaklı, muhafazalı ama hiçbir şey yapmadığınız, hiçbir risk almadığınız için de aslında size hiç “yaşamadığınız bir ömür” vaat ediliyor"
© Tüm hakları saklıdır.