15 Eylül 2024

Büşra Sanay: "Kardeşini doğurmak" dünyanın en ağır cümlesi; toplumsal sessizlik ölümden öte bir şey

Büşra Sanay ile görüştük; çarpıcı ifadeleriyle, ensest mağdurlarının uzun vadeli travmalarını, hukukun eksikliklerini ve toplumun içine düştüğü büyük ahlaki çöküşü anlattı. "Ailemi istemiyorum, cenazeme gelmesin" diyen mağdurlar, bize ailenin kutsallığını yeniden sorgulatıyor

Büşra Sanay

Gazeteci ve yazar Büşra Sanay'ın 2018'de Doğan Kitap'tan yayımlanan Kardeşini Doğurmak adlı kitabı, ailenin karanlık yüzünü gözler önüne sermiş ve Türkiye'de ensest ile çocuk istismarı konularında büyük yankı uyandırmıştı. Bugün 2024 yılındayız ve geçen altı yılda çocuk cinayetleri, kaybolmalar, istismar ve kadın cinayetleri daha da korkunç hale geldi. Hukuk sağır, adalet ise dilsiz.

Türkiye'yi yasa boğan sekiz yaşındaki Narin'in ölümünde olduğu gibi; kaybolan her çocukta aklımıza ilk düşen -maalesef- bir cinsel istismar olup olmadığı sorusu oluyor. Narin cinayetinde de bunun kesin cevabını önümüzdeki günlerde ortaya çıkacak olan otopsi raporunda göreceğiz. Hâl böyle olunca Büşra Sanay'ın altı yıl önce kaleme aldığı kitabının hâlâ güncelliğini koruduğunu görüyoruz.

Sanay'ın dile getirdiği gibi: "Bu ülkede kıyameti her gün yaşıyoruz, ama kimse konuşmuyor. Sessizlik, bu suçları daha da güçlendiriyor."

Toplum, sessiz kalarak mağdurları yalnız bırakıyor ve suçu cesaretlendiriyor. "Bir çocuk, babasından çocuk doğuruyor; bu sessizlik ölümden öte bir şey." Mağdurlar hayatta kalmak için büyük mücadeleler veriyor, ancak içlerindeki yaralar asla kapanmıyor. Peki, toplum bu travmalara neden sessiz kalıyor? Neden herkes izliyor? Hukuk neden caydırıcı değil ve mağdurları daha da yalnızlaştırıyor?

Büşra Sanay ile görüştük; çarpıcı ifadeleriyle, ensest mağdurlarının uzun vadeli travmalarını, hukukun eksikliklerini ve toplumun içine düştüğü büyük ahlaki çöküşü anlattı. "Ailemi istemiyorum, cenazeme gelmesin" diyen mağdurlar, bize ailenin kutsallığını yeniden sorgulatıyor. Peki, gerçekten aile kutsal mı? Aileye dair inancımız kaldı mı? Şahsen benim hiç inancım yok!

- Kardeşini Doğurmak kitabınız 2018 yılında yayımlandı ve aradan geçen altı yıla rağmen çocuk cinayetleri, kaybolmalar, istismar, kadın cinayetleri ve ensest vakaları artarak devam ediyor. Hâlâ hukuk ve adalet yok. Sesimizi duyurmaya çalışsak da etkisi sınırlı kalıyor. Bu altı yıl içinde toplumsal ya da hukuki anlamda neler gözlemlediniz? 

2018 yılından bu yana değişin tek şey; kitapta yazan her şeyin katlanarak artması, değişmeyen şey ise hukukun tüm bunlar karşısında kendini saklaması. Vicdanlı hâkim ve savcılar olmasa, gerekli cezaların verildiğini ara ara da olsa göremeyeceğiz. Ama sorun şu ki, yasalar kişinin merhametine vicdanına göre uygulanabilecek bir durum değil. Uygulanması gerekiyorsa uygulanır. O zaman vicdanlı bir karar vericiye denk gelmediysek yandık mı! Kadına karşı erkeğin şiddeti, homofobi, hayvan katliamı, kaçırılan çocuklar her gün artarak sürüyor. Biliyorsunuz ki yalnızca gördüklerimizi konuşuyoruz, bundan katlarcasının da ortaya çıkmadığını düşünürsek adeta kıyameti bu dünyada yaşıyoruz.

- Ensest mağdurlarının yaşadığı uzun vadeli travmalar sosyal ve ruhsal hayatlarında nasıl izler bırakıyor? En çok gözlemlediğiniz psikolojik yıkımlar nedir?

Benim gözlemlediğim kadarıyla, içe dönük, suskun ve başarı hedefleri olan kişiler. Bu hedef için ciddi çaba veren karakterler. Çünkü kimseye güvenemeyeceğini bilmek, sırtını ters çevirip kendine yaslanmayı mecburi kılıyor. İnançlarını, güven kayıplarını en yakından yaşadıkları için taşı sıksa suyunu çıkaracak bireylere dönüşüyorlar. Unutmuyorlar yaşadıklarını ama onu saplantı haline getirip de hayatlarını sekteye uğratmamaya çalışıyorlar. Büyük mücadeleler veriyorlar var olmak için, kendilerini güvende hissetmek için ve meslek sahibi olmak için. Ama aile kurduklarında sorunlar yaşayabiliyorlar ve bunlar evlilikleri bitirmeye gidebiliyor. Mesela kitaptaki vakalardan birinde, bir kadın ve âşık olduğu adam evleniyor. Bir akşam evlerinin salonunda koltukta oda karanlıkken ve sokak lambasının ışığı odayı doldururken yakınlaşıyorlar eşiyle, tam o anda dışarıda bir de köpek havlıyor durmaksızın ve kadın donup kalıyor. Ve o anda küçükken istismara uğradığını hatırlıyor. İstismar edildiği yer karanlıktı, sokak lambası içeri vuruyordu ve köpek havlıyordu. Çok şey benziyordu. Evliliğine devam edemiyor ve bitiriyorlar.

- Toplumsal sessizlik ensest mağdurlarının konuşamamasına nasıl zemin hazırlıyor? Bu sessizliği bozacak en etkili çözüm sizce nedir? Çözüm var mı?

Toplumsal sessizlik, ölümden öte bir şey. Ölen kişiyi bir kez de topluca katletmek demek. Narin olayında gördüğümüz gibi, bir çocuk öldürüldü, herkes biliyor ama sessiz sözleşme var ve konuşmuyorlar. Bana değmeyen yılan bin yaşasıncılık bu. Toplumsal sessizliğin, mağdurların konuşamamasına zemin hazırlamasının haricinde, tüm bu sessizlik istismarcıları daha da güçlendiriyor, korkusuzlaştırıyor ve cesaretlendiriyor. Çünkü, "nasılsa kimse konuşmuyor bunu" diyor. Zaten, "konu açıldığında duymak, dinlemek, bilmek de istemiyor" diyor bu kişiler. Kiminle konuşsam "sosyal medyayı sildim. Görmeye dayanamıyorum" diyorlar. Bunun çözümü bu değil ki. Biz bireysel olarak kısıtlı şeyler yapabiliriz ama burada devletin elini atması lazım ve bir şeylerin değişmesi için ön ayak olması gerekiyor. Çünkü bazı şeylere bizim gücümüz yetmez. İmza yetkisi ve kurallar vs için. Olaylar olduktan sonrasında ne yapılabileceği üzerine çalışmalar var, ama yapılması gereken "Önleyici Modüllerin Hayata Geçirilmesi." Bazen arkadaşımla oturup Türkiye'yi kurtarıyoruz sohbetlerimizde ve bu konu için o da şunu söylüyor. Ki o bir sosyal hizmet uzmanı, gözlem ve deneyimleri benim için daima çok kıymetlidir. Kendisinin de ensesti anlattığı bir kitabı var, "Kimliği Kaybolanlar – Ensest" adını verdiği. Diyor ki, her aile hekiminin olduğu yere bir sosyolog ve psikolog da görevlendirilse ve onlar da tüm köy, kasaba, kaza vs. her yere yetişebilir ve aileleri haftalık ziyaret edebilir, ekonomik, şiddet, çocukların durumu gibi pek çok notu alabilirler. Ve belki de bazı şeyler daha öngörülebilir olur. Çok doğru. Bunu yapabilecek beyinleriz, yeter ki karar mekanizması insanı yaşatmak için işlesin!

Büşra Sanay

"Bu suçlar, cezalarla ortadan kaldırılabilecek suçlar değil"

- İHD İstanbul Şubesi Çocuk Hakları Komisyonu'nun raporuna göre, son 16 yılda 18 yaşın altında 440 bin çocuk doğum yaptı. Cinsel suçların yüzde 46'sının çocuklara karşı işlendiği, çocuğun cinsel istismarında Türkiye'nin dünya listesinde 3'üncü sırada olduğu belirtildi. Hukuk sistemimiz, ensest mağdurlarını gerçekten koruyor mu? Cezaların caydırıcısı olmaması ahlaki çöküşü destekliyor mu?

Bu suçlar, cezalarla ortadan kaldırılabilecek suçlar değil. Bir insanda insaniyet namına hiçbir şey yoksa, ne kadar ceza verseniz de bunları işlemeye devam eder. Çünkü erkekliğini; susturabileceği, korkutabileceği ve tüm bunları yaparak üstünlük kurduğunu zannettiği için sürdürür. Elbette cezasızlık, cezanın uygulanmayışı, hafifletilmesi ya da acil tahliyeler, serbest bırakmalar da bu süreci ve kötülüğü destekliyor. Fakat baktığımızda ceza artırımında önde olan ülkelerden biriyiz ama bu artırıma aynı oranda çocuk istismar vakalarında da artıyor. Bunu anlamak mümkün değil.

- "Rızası dahilinde" savunması çocuk istismarı davalarında adaletin önünde kocaman engelken mağdurlar hayatlarına nasıl devam ediyorlar?

"Çocuğun rızası var ve bir kereden bir şey olmaz" diyen insanların yönetimde olduğu bir ülke burası. Bu ülke yangın yeri. Çocuğun rızası olmaz. Çocuktan gelin olmaz. Çocuktan damat olmaz. Çocuk çocuktur. Çocukların, bu insanların, hayatına devam edebilmesini beklemek bile büyük bir yanılgı. Büyüseler bile yalnızca bedenen büyüyorlar. İçlerindeki kanayan yara hep açık. Aslında açık bir yara gibi yaşıyorlar da denebilir! Tabii hayatta olduğumuz müddetçe yaşamaya ve elimizden geldiği kadar iyi yaşamaya çalışsak da çalışsalar da, hayatlarına belki de yarım ve yaralı devam ediyorlar. Kolay mı zaten böyle bir şeyi atlatabilmek. Düşünsenize özgüveniniz elinizden alınmış daha yeni yeni oluşmaya başlıyorken, en yakınındakilere güvenini kaybetmişsin, nereye kadar bu olmamış gibi davranabilirsiniz ki!

- Narin Güran'ın ve nicelerinin öldürülmesi unutulma, toplumsal hafızanın hızlı silinmesiyle gündemin arka sıralarına hızla geçiyor. Neden bu kadar hızlı unutuyoruz, mücadele etmiyoruz? Unutmayı engellemek için nasıl bir farkındalık yaratılmalı?

Bazen düşünüyorum da, sosyal medya olmasaydı halimiz ne olurdu diye. Yalnızca sosyal medyayı iletişim aracı olarak, haberleşme aracı olarak kullanabilmek ve bunu, yönetimin istediğinde kapatabildiğini yaşamak halimizi ortaya koyuyor zaten. Yani unutulması istendiğinde unutuyoruz, unutulması istenmediğinde unutmuyoruz. Tüm kötülük, iyi insanlara da sirayet ettirilmeye çalışılıyor. Unutmamak için farkında olarak yaşamak lazım. Benliğimizi, çevremizi, hayatı, her şeyi. Duyarsız ve popüler kültür kurbanı olursak zaten kurban olmuşuzdur. İnsanlarda gördüğüm tek şey, vicdan rahatlatma çabası. Olayın ötesi gerisini bilmeden, okumadan, araştırmadan ve üzerine bir görüşü bile olmadan, çözüm önerisine sahip bile değilken sosyal medyada paylaşım yapmak. Yalnızca gördüğü tek bir satırdan yola çıkarak üzülmüş gibi yapmak. Bunlar hiç gerçekçi değil. Çok çiğ, çok üstünkörü. Ve karakterli bir davranış değil. Mücadele edenler elbette var. Ama biz genelde mücadele etmeyip, etmiş gibi görünenleri daha çok görüyoruz. Unutmayı engellemek için fabrika ayarlarımıza dönmemiz lazım, acilen!

Büşra Sanay

"Çocukların ruhsal ölümü kimsenin umrunda değil"

- Çocukların ruhsal ölümü, toplumun gözünde neden fiziksel ölüm kadar ciddiye alınmıyor?

Türkiye'deki olaylara bakarsak, çocukların fiziksel ölümü de artık ciddiye alınmıyor ki... Ciddiye alınması için daha ne olsun, ölü ama o bile her şeyleştiriliyor. Konu dağıtılıyor, gündem değiştiriliyor. Dolayısıyla çocukların ruhsal ölümü zaten kimsenin umrunda değil. Çünkü ruhsal ölümler çok havalı geliyor insanlara sanırım. Hemen düzelinir sanılıyor. Ama ruhta açılan yara ağırdır, ciddiye alınmalıdır. İnsan, ruhuyla bedeniyle insandır, bütündür. İkisi birbirinden nasıl ayrılsın. Ama ruhun ölümü göze sokulamadığı için insanların ciddiye aldığı bir durum olmuyor.

- Kitabınızda, bir mağdurun "Ailemi istemiyorum, cenazeme gelmesin" ifadesi, ailenin karanlık yüzünü net bir şekilde yüzümüze vuruyor. Bunca görüştüğünüz mağdurdan sonra "aile" gerçekten kutsal mı? İnancınız kaldı mı?

Aile bir insanın hayatındaki en büyük sınavdır. En büyük şans ya da en büyük şanssızlıktır. Tabii herkesi aynı kefeye koymuyorum ama genelleyerek konuşmak durumundayım. 2015 senesinde bir buçuk aylık erkek bir bebeğin, annesinin sevgilisi tarafından uğradığı tecavüz sonucu bağırsakları patladığı için ölmesi beni harekete geçirdi ve ben tüm bu olayların içine o zaman girdim. Onlarca insanla konuştum. Mağdur edilenle, maruz bırakılanın yakınıyla ve türlü meslekten onlarca insanla. Çok güzel bir ailede büyütüldüm. Ve ben bu çalışma döneminde konuştuğum insanların anlattıklarını duydukça kanım çekildi, değiştim, dönüştüm, bitap oldum ve sonunda insanlıktan çıktım. Tabii toparladım ama o kokuşmuşluğu kokladım bir kere. Ve o kokuyu nerede olsa alıyorum artık. Ailenin kutsal olduğunu düşünmüyorum. Herkes bilir ki, sokakta annesiz kalan bebek kedilere, sütü olan bir köpek süt verebiliyor. Yaşatıyor, annelik yapıyor. Ama baktığında aile değiller. O bebekler onun değil. Ben işte tam olarak bunu kutsal sayarım. Saygıya ve sevgiye inanıyorum. Kutsallık nedir ki? Çok sevmektir ve saygı duymaktır zaten. Ama ezbere olmadan, içten gelerek, alışmayarak yapmaktır bunu. İçinden gelen sesi yaşayıp yaşatmaktır. Ailemiz, annemiz babamız bu hayata doğmamız için vesile olmuş bedenlerdir. Bu hayat yolunda beraber yürürsün ama onlar senin sahibin değildir. Koruyucundur, kollayıcındır. Ama her aile için söylemiyorum fakat ailenin artık kutsal olduğunu düşünmüyorum.

Büşra Sanay köpeği Dagu ile birllikte

"Bir olayda da kadın 'Karnımdaki çocuk kocamdan mı babamdan mı bilmiyorum!' demişti"

- "Kızlar babalarından çocuk doğuruyor." Bu cümlenin ardındaki acıyı düşündüğümüzde, bir çocuğun kendi bedeninden doğan kardeşiyle yüzleşmesi nasıl bir travma yaratıyor?

Yaşamayanın hayal bile edemeyeceği ağır ve hayatının sonuna kadar onunla gidecek bir travma yaratıyor. Yani "yaşamadan" yaşadığı bir hayatın içinde oluyor. Bir olayda da kadın "Karnımdaki çocuk kocamdan mı babamdan mı bilmiyorum!" demişti. Kardeşini doğurmak bence dünyanın en ağır cümlesi. Ve binlerce kız çocuğu bu ağırlığın altında yaşamaya çalışıyor! 

- Kitabınızdan başka bir etkileyici bölüm. "Annem hiçbir şey yapmadı, bana bakıp sadece sessiz kaldı." Bazı mağdur anneleri neden sessiz? Sessiz kalmak da suç değil mi? Anneler sessiz kaldığından mı bu döngü bitmiyor?

Ne inanılmaz dosyalar okudum, bazı anneler de kızlarına "Kocamı elimden almaya çalışıyorsun", "Benim evliliğimi kıskanıyorsun" ya da "Oğlum yapmaz", "Kocamı sen baştan çıkardın, o böyle şeyler yapmaz" diyen nice anne sözleri okudum. Bazı her şeyi bilip susan anneler ise susmalarının gerekçesini, tecavüzcü kocası tarafından tehdit edildiğini söyleyerek savunuyor. Ya da "Babandır, ihtiyacını gider yabancıya gitmesin, yoksa evden gider ve bizi terk eder" diyerek bu olaya sessiz kalıp kızını bunun içine sürüklüyor. Sessiz kalmak tabii ki suç, tabii ki suça ortaklık, tabii ki organize kötülük. Döngününün bitmemesinin sebebi değil bu ama sebeplerinden ve en önemlilerinden bir tanesi bu.

- Peki "Babanın ihtiyacını karşıla, evlenene kadar katlan" diyen bir annenin sözü karşısında bir çocuğun hissettiği öğrenilmiş çaresizlik, mağdurları nasıl bir karanlığa sürüklüyor?

Ya hayattan koparıyor ya da hayatlarında bilmediği yollardan yürümeye zorlayabiliyor. Sosyal devleti hissedene kadar, insanların insanlıklarını hatırlayacağı güne kadar ve adaletin işlerlik kazanacağı zamana kadar bu karanlıkta hep beraber boğulmaya devam edeceğiz maalesef.

Büşra Sanay

- Kendi kızına, oğluna yapılan bir kötülüğe sessiz kalmak, bir annenin ya da babanın ruhunda nasıl bir boşluk yaratır? Ebeveynler, kendi çocuklarına ihanet ettiklerinde vicdanlarını nasıl bastırıyorlar?

Henüz aydınlatılamayan Narin Güran olayında ve Tekirdağ'da iki yaşındaki Sıla'nın olayında annelere bakarsak tam olarak ne görüyorsak odur. Ben bir vicdan sızısı görmüyorum. Öncesinde de görmemiştim hiçbir anne ve babada. Ama şöyle bir baba hatırlıyorum. Kızına cinsel istismarda bulunmak isteği oluyordu ve bir gün gidip karakolda polislere kendini ihbar etti ve çocuk korumaya alınmıştı…

- Eğitimli ya da varlıklı olmak istismarın önüne geçmiyorsa eğitim de çare değil mi? Ne yapmak lazım?

İyi okumuş yazmışlık ve cezalar dürtüleri ya da kötülüğü kontrol edemiyor. Zaten örneklerini Türkiye'de her gün onlarca olayda da görebiliyoruz. Tüm olayların kötülüklerin yaşandığı yerler ekonomik düzeyin düşük olduğu ve eğitimin seviyesinin de aşağıda olduğu yerler mi? Hayır. Önleyici tedbirlere kafa yormak lazım. Bunun üzerinde daha çok çalışmak ve yatırım yapmak lazım. Beyin gücümüz var, yapacak insanlar var, bunun eğitimini almış binlerce kişi var. Hollanda'daki önleyici modülü Türkiye'de de uygulasalar, bu gibi ya da birtakım sorunlar sinyal verdiğinde, öncesinde o bölgelere ev ziyareti yapan kişiler aldığı notlardan bu sinyalleri okuyabilir ya da yeni bir model üzerinde çalışılabilir. Ayrıca Kardeşini Doğurmak kitabında da üniversitelerde yaptığım anketin yanıtlarını yüzde olarak paylaşmıştım. Sonuçlar beni çok şaşırttı. Çünkü inanamayacağım yanıtlarla karşılaştım. Ve bu insanlar üniversite öğrencileriydi. Ülke, insanlar, doğa, hayvanlar, çocuklar yani yaşam alanımız ve yaşayacak kişiler sonraki jenerasyonlara emanet. Ama arkadan gelen bir jenerasyon olmadığını gördüm. Özellikle öğretmen olarak mezun olacak kişilere "ensest"in ne olduğu öğretilmeli. Çoğu kişinin dünyadan haberi yok.

- Bir mağdurun "Benim suçum muydu çocukken büyümek zorunda kalmak?' sorusuna ne cevap verilebilir?

Bu soru karşısında en fazla, susulabilir! Çünkü bunun cevabı yok!

Nasıl mücadele edeceğiz?

Kardeşini Doğurmak beni derinden etkileyen bir kitap oldu. Henüz davası sonuçlanmayan ve derin bir hüzne iten Narin Güran, Sıla vakalarında ne yapmamız gerekiyor diye düşünürken konusunun uzmanı Klinik Psikolog Ayşe Kayhan'a "Nasıl mücadele edeceğiz?" diye sordum. Şu çarpıcı sözlerle cevap verdi: 

Çocuklarla ilgili bir şeyler söylemeye başlamadan bir cümleyi yeniden yazmak istiyorum, "Narin bir melekti, ölerek melek olmadı."

Cinayeti, katledilmeyi, cinsel istismarı, ensesti, tecavüzü ya dramatikleştirip acı pornografisine dönüştürüyoruz ya da romantikleştiriyoruz. Bu yaklaşımı, üslubu toptan reddediyorum. 

Yaşanan ve yaşanmakta olan şey saf kötülüktür. Erkek şiddettidir.

Çocuklara yönelik istismar, cinsel istismar ve şiddetin yüzde 80'i aileden biri tarafından gerçekleşmektedir. Bu gerçeklik bize şu acı çarpık olguyu çokça reddetmemiz gerçeğini getirmektedir. "Aile kutsaldır". Aileyi kutsallaştırma çabası en basit yaklaşımla, toplumsal sorumluluğu ve devlet sorumluluğunu üstünden atmak yaklaşımını getiriyor. 

Aileye yaklaşamama, sorgulayamama müdahale edememe, yardıma ihtiyacı olana el verememe anlamına da gelmemektedir.

Ataerkil toplumlarda çocuk ve kadın birey olarak kabul görmez. Otorite kurma, güç kazanma, öc alma, haz alma gibi eylemlerin üzerlerinde hak bulunarak yaşatılabileceği salt cinsel nesne olarak görülür. Bu durumda çocuk için cinsel istismara uğrama, öldürülme, evlendirilme, satılma eylemlerine dönüşür.

Gelenek, görenek, örf, adet vb. olgular ve simgeler tehlikeli ve zehirlidir. Narin'in tabutundaki duvak gibi. Erkek şiddeti ve erkeğin toplumsal hali ile oluşturulan simgeler kadın ve çocuklar için tehlikeli ve yaşam haklarını yok sayan simgelerdir. Yok edilmelidir. Tüm gücümüzle günde 5 çocuğun yaşam hakkının yok edildiği, binlerce çocuk ve kadının istismar edildiği ikiyüzlü toplumsal inanç, dünya görüşü; eksik, eşitsizlik olan adalet sistemi ile mücadele etmeliyiz. Susarak, yok sayarak kendi hayatlarımızı ve çocuklarımızı koruyamayız. Çürüyen bir binada bizim ayakta durmamız söz konusu olamaz. Bu konu topyekûn bir mücadeleyi gerektirir.

 

Ebru D. Dedeoğlu kimdir?

Ebru D. Dedeoğlu, işletme-ekonomi bölümünden mezun oldu. Executive MBA alanında yüksek lisansını tamamladı. İktisat Bankası'nda MT olarak başladığı iş hayatını 13 yıl süresince portföy yönetim şirketlerinin pazarlama biriminde yönetici olarak tamamladı.

Bir yıllık Uzak Doğu serüveninden sonra hayatına yeni bir yön vererek yayıncılık hayatına adım attı ve Doğan Kitap pazarlama biriminde yeniden başladı.

Türkiye'nin çok sayıda yazarlarıyla birebir geleneksel ve digital medya pazarlama stratejileri üzerine çalıştı.

Cumhuriyet'te Türk/yabancı yazarlarla söyleşiler yaptı. Oksijen gazetesinde de röportajları devam etmektedir.

Yeni yazarlar keşfetti. Doğan Kitap'ta uzun yıllar süren yayıncılık hayatından sonra Ajans Letra'yı kurdu.

Halen Ajans Letra'da çalışıyor ve yazarlara danışmanlık hizmeti veriyor. Aralık 2023'ten itibaren kitaplar, yazarlar, yayın hayatı üzerine T24'te söyleşi yapmaya başladı.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

'Ailenin Ötesi'nin yazarı Bülent Somay "İyi baba, ölü babadır" ironisiyle aslında ne demek istiyor?

"Aile kurumu paldır küldür çöküyor ve molozların altında kalıyor çocuklar. Ya 'masum seyirci' rolü oynayıp sessiz kalacağız, ya da moloz kaldırma çalışmalarına el vereceğiz, başka şansımız yok"

Teoman: Hayatta bir anlam aramalıyız, bir tek cevapla yetinmeden

"Ben içimdeki gölgeden, melankoliden, delilikten beslenen birisiyimdir. Artık 57 yaşındayım. 4 sene önce, hiçbir zaman o gölgeden, melankoliden kurtulamayacağımı anladım"

Deniz Gök: Sevgili olmakla sevgili olmamak arasındaki o kalın çizgi, günümüzde ipincecik bir çizgi olma yolunda

İstediğin gibi para kazanamıyorsan yanlış iştesindir, az çalışıyorsundur, farklı bir sektöre geçmelisindir… Bunu araştır, dedeni rahat bırak. Yanlış erkekler tercih ediyorsan problem sendedir, kendi bakış açını değiştir. Anneannen suçlu değil

"
"