TÜSİAD'ın 42. Genel Kurulu, ikinci dönem Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı bir yıl için kabul eden Ümit Boyner'in yeniden bu göreve seçilmesi prosedürünün ötesinde, hükümet-iş dünyası ilişkilerinin hangi dalga boyunda seyrettiği konusunda fikir vermesi açısından ilginçti.
TÜSİAD başkanları, malum, iki yıl için seçiliyor. AKP iktidarları döneminde riskli bir görev niteliği de kazanan TÜSİAD Başkanlığı'nda ilk kadın olan Arzuhan Doğan Yalçındağ, ikinci kez seçildiği iki yıllık dönemi tamamlamadan, üçüncü yılda istifa etmişti. Daha önce de yaşanan benzer örnekler nedeniyle başkanlıktan istifanın hoş bir görüntü yaratmadığını düşünen TÜSİAD, kendisine ve işlerine daha fazla vakit ayırmak isteyen Ümit Boyner'i bir dönem için daha ikna ettiğinde üçüncü yılda olası bir istifaya karşı “bir yıllık görev” formülünü benimsemiş görünüyor.
TÜSİAD, IMF ile yeni stand-by anlaşması yapılması, ciddi tehlike işaretleri veren cari açık ve “mali kural” uygulamasının benimsenmesi konularında karşı karşıya geldiği AKP hükümetiyle anayasa değişikliği referandumunda bir kriz de yaşadı. 1982 Anayasası'nda yapılan değişikliklerin özellikle yargı alanında yeterli olmadığını düşünen ve “kuvvetler ayrılığı” uyarısı yapan TÜSİAD, Başbakan Tayyip Erdoğan'dan “taraf olmayan bertaraf olur” gibi açık bir uyarı da almıştı.
Boyner’in eleştirilerinin yarattığı algı
“Boyner” soyadının TÜSİAD Başkanlığı koltuğundaki varlığının, “demokrasi standartları” konusunda hükümete yöneltilen eleştirilerin “bağcıyı dövmek” niyetini taşımadığı yolunda bir algı yarattığı da anlaşılıyor. Başbakanlık koltuğunda haklı-haksız öfkelenen ve otoriter tavrıyla önemli soru işaretleri yaratan Erdoğan'ın “bertaraf olursunuz” sözlerini bile esirgemediği TÜSİAD'la, her şeye rağmen hatta kalmasının önemli bir nedeninin Ümit Boyner olduğunu söyleyebiliriz. Zira, demokrasinin acil sorunları konusunda elini yıllar önce, üstelik Türkiye'de faili meçhul cinayetler icra eden korku iktidarlarının varlığı sırasında taşın altına sokmuş bir aileden söz ediyoruz.
Peki, Başbakan Erdoğan'ın kişisel özelliklerinin ve sandıktan aldığı gücün zorlaştırdığı bu denge arayışı, Ümit Boyner'in TÜSİAD Başkanlığı koltuğundaki ses tonunu düşürüyor mu?
Boyner'in 42. Genel Kurul'da yaptığı konuşmaya bakarsanız, hayır. Boyner, Türkiye'nin “orta halli” ve “orta demokrasili” bir ülke konumunda kalmaması için üç noktanın altını çizen bir konuşma yaptı. Tam metnini dün T24'te verdiğimiz konuşmada vurgulanan üç noktanın ilki, “beşeri sermayenin niteliği”ydi. Hatta Boyner, bu konunun “eğitim şart” takılmasıyla “sulandırıldığını” belirterek Cem Yılmaz'ın oynadığı reklamlara gönderme de yaptı.
Ümit Boyner “orta gelirli” ve “orta demokrasili” bir ülke olmamak için önemsediği ikinci ve üçüncü noktaları “ürün yelpazesini Türkiye'yi sıradanlıktan çıkaracak bir düzeye getirmek” ve “bölgeler arası dengeli kalkınma” olarak sıraladı, bu konudaki eleştirilerden iş dünyasına da pay düştüğünün altını çizen bir özeleştiri de yaptı.
‘Başını derde sokma, uyarıları yapılıyor ama…’
Hazırlık aşamasında konuşmasını bu üç madde çerçevesinde ekonomiyle sınırlı tutmayı planladığını belirten Boyner, “Ancak bir vatandaş olarak da dördüncü bir maddeden, daha doğrusu maddeler dizisinden bahsetmeden konuşmamı sonlandırmamam gerektiğine inanıyorum. Bu maddelere girmezsem ülkesini seven bir vatandaş, bir işkadını olarak vicdanen rahat edemeyeceğimi de biliyorum” dedi ve şu ifadeleri kullandı:
“Üstelik değinmek zorunda kaldığım konuların netameli olması nedeniyle, ‘her gördüğün hıksızlığı dile getirme’, ‘her aklına geleni söyleme’, ‘dikkatli ol başını derde sokma’ uyarılarının arttığı bir ortamda bunları söylemenin daha da gerekli olduğuna inanıyorum. Ve doğrusu, başka şekilde davranırsam da kendime olan saygımı kaybetmekten korkuyorum...”
Bu girişten sonra “Bu toprakların ve toplumun sevdalısı bir vatansever” diye andığı Hrant Dink'i katleden asıl bağlantıların ortaya çıkarılmamasının ve mahkeme kararının vicdanları sızlattığını anlattı Ümit Boyner.
“Hrant Dink'in katledilmesinin tam beşinci yıldönümüne rastlayan genel kurulda TÜSİAD Başkanı'nın bu cinayeti atlaması düşünülemezdi” diye düşünenler olabilir ve haksız sayılmazlar.
‘Türkiye gerçek bir hukuk devleti değil’ mesajı
Ancak Ümit Boyner bu noktada durmadı. Dink cinayetinin arka planındaki bağlantılar örtbas edilmeye çalışılırken cinayetin işlenmesinde veya önlenmemesinde rolü olan görevlilerin sorumlulukları konusunda çalışmalar yapan meslektaşımız Nedim Şener'in “deşifre ettiğini sandığı yasadışı örgütlenmenin parçası olduğu” iddiasıyla tutuklanmasını da, uzun tutuklulukları da eleştirdi, Türkiye'de adalete olan inancın sarsıldığını vurguladı.
“Eğer Türkiye, kendi büyük iddialarının altında ezilmeyecekse, o zaman önündeki belki de en önemli hedef, gerçek anlamıyla bir hukuk devleti olmayı başarmaktır.”
Bu sözlerle bitirdi konuşmasını Ümit Boyner, yani Türkiye'nin bir hukuk devleti olmadığının altını çizerek!
Boyner'den önce konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Erkut Yücaoğlu'nun da, orta vadede Türkiye için önerdiği programın finaline “yargı reformu”nu koyduğunu not edelim.
Yargının engellediği bir yargı reformu var mı?
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, TÜSİAD Genel Kurulu için “Avrupa'daki Gelişmeler ve Türkiye Ekonomisi” başlıklı power point bir sunum hazırlamıştı. Ancak ondan önce, yargı konusunda yöneltilen eleştirilere yanıt vermek istedi. Babacan “Birçok reform yaptık, ancak yargı en geri kaldığımız alan oldu” derken samimi, “Yargı alanında gerçekleştirmek istediğimiz birçok şey maalesef yargı tarafından engellendi” derken politikti. Örneğin, bugün yargının “usul” meselesi olmaktan çıkıp “esas” sorunu haline gelmiş olan tutukluluk süreleri ve tutuklu yargılamayı adeta otomatikleştiren maddeleri içeren Ceza Muhakemeleri Kanunu, AKP'nin 2004 yılında parlamentodan geçirdiği bir düzenleme. Hükümetin bu konuda iyileştirme amaçlayan ve yüksek yargıdan dönen hiçbir girişimi olmamasına karşın Babacan, adalete inançsızlık eleştirilerini, parlamento çoğunluğuna sahip bir iktidarın temsilcisi olarak tek başına göğüslemek istemedi.
Babacan’ın seçim sonuçlarını gerekçelendiren sunumu
Bu şerhi düşmekle birlikte, Babacan'ın, uzun sürmesine rağmen izleyenlerin dikkatini dağıtmayan iyi bir sunum yaptığını belirtmeliyim. Ekonominin başında Tansu Çiller gibi isimleri de izlemiş bir gazeteci olarak Babacan'ın teknisyen vurgusu ağır basan ve mali disiplinde odaklanan sunumu, Türkiye'nin ekonomi yönetimi ve siyasette aldığı mesafeyi de düşündürdü bana.
Elbette bakış açısı, seçtiği rakamlar ve bazı argümanları tartışılacaktır, bu doğal. Ancak Babacan'ın sunumunu, AKP'nin peş peşe üç genel seçimi nasıl kazandığının iktisadi izahı olarak da değerlendirebilirsiniz.
Ali Babacan, Avrupa ekonomisinin durumunu anlatırken, Britanya ziyareti sırasında tanık olduğu bir sahneyi aktardı. Salondakileri epey güldüren bu sahne, hanedan için özel bir yeri olan Westminister Kilisesi'nde yapılan duaydı:
“Tanrım; sen borç içinde yüzenlerin yardımcısı ol! Ekonomik açıdan zor ama cesur kararlar almak zorunda olanların da yardımcısı ol!”
Babacan’ı izlerken; OECD, uluslararası yatırım-derecelendirme kuruluşları, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), Türkiye İstatistik Kurumu ve Birleşmiş Milletler istatistiklerine de dayanarak yaptığı karşılaştırmalar, 2008 sonundan itibaren büyüyen küresel krizin seyrine ilişkin verdiği bilgiler, Türkiye’de gelir dağılımına ilişkin değişim trendleri, “Portekiz’e dikkat! Orada dikkat çekici gelişmeler oluyor” türünde dile getirdiği uyarılarla yaptığı zengin sunumu muhalefete de yapmayı düşünür mü, diye geçirdim içimden.
Babacan, hem Yücaoğlu’nun, hem de Boyner’in altını çizdiği “eğitim” konusunda çarpıcı bir ifadeyle bitirdi konuşmasını. “Uzun vadede cari açığın kapanması eğitim reformuyla gerçekleşecek” dedi Babacan.
Ekonomi ve TÜSİAD’da ortak payda
Genel Kurul, iş dünyasının kıdemli kurumu TÜSİAD ile hükümet ilişkilerinin seyri açısından ilginçti, demiştim. Babacan’ın konuşmasını nasıl değerlendirdiğini sorduğum iki TÜSİAD üyesi de, çok yararlandıklarını ve ikna edici bulduklarını söylediler. Bir TÜSİAD yöneticisi kısa süren Dışişleri Bakanlığı parantezi dışında yaklaşık 10 yıldır ekonominin başında olan Babacan ile ortak bir dil tutturabildiklerini anlattı. Babacan’ın “mali kural” uygulamasına geçmeyi içtenlikle istediğini, ancak Erdoğan barajını aşamadığını da ekledi.
TÜSİAD’ın ekonominin ihtiyaçları konusunda hükümetle aynı dalga boyunda bir diyalog tutturabildiği anlaşılıyor. Aynı dalga boyunda buluşulan diğer noktanın, hem başta Koç grubu olmak üzere TÜSİAD kamuoyunun, hem de hükümetin, TÜSİAD’ın başında bir süre daha Ümit Boyner’i görme arzusu olduğunu söylemek mümkün.
Hükümetin TÜSİAD’da kaygıyla izlenen icraatının dış politika yönelimleri olduğu anlaşılıyor. Nitekim, bu noktaya vurgu yapan Yücaoğlu “dış politikanın taşındığı yeni düzlemin Türkiye’nin Kıbrıs, Ermeni diasporası gibi klasik dış politika sorunlarını çözmediğini” altını çizdi.
Sedat Aloğlu şükran doluydu
TÜSİAD Genel Kurulu’ndan aktaracağım son not, Divan Başkanı seçilen Sedat Aloğlu’nun beklenmeyen çıkışına ilişkin. Aloğlu, Babacan’ı kürsüye çağırmadan önce ABD Senatosu’nda yarım yüzyıl görev yapan Robert Byrd örneğini vererek AKP Tüzüğü’nde değişiklik istedi. Aloğlu’na göre, Tayyip Erdoğan, Ali Babacan, Cemil Çiçek ve Bülent Arınç’ın da aralarında bulunduğu AKP zirvesinin dördüncü dönem milletvekili seçilmesini engelleyen tüzük hükmü değiştirilmeliydi. “AK Parti Tüzüğü’nde değişiklik yapılması gerektiğini düşünüyoruz” diyen Aloğlu’nun sözlerini çok sayıda TÜSİAD üyesine sordum. “Düşünüyoruz, dedi ama bizim bilgimiz yok, sürpriz oldu” karşılığını verdiler.
Üyelerden biri, “İşler nasıl” diye soran bir başka üyeye, “Belli ki bizim işler Sedat Aloğlu’nunkinden daha iyi gidiyor” diye takılıyordu.
1990’lı yıllarda kamu bankalarıyla sorunlu ilişkileri olan Sedat Aloğlu’nun işleri ne durumda bilmiyorum. Ancak hem “Divan Başkanlığı” koltuğundaki tüzük ricasıyla, hem de Babacan’ı “Vatandaş olarak şükranlarımızı sunuyoruz” sözleriyle kürsüden indirip uğurlarken sergilediği tonla fazla gayretkeş görünüyordu…