“Özgürlük esmer yüzünde bir gamzedir onun…”
Gazetecilik bir yerde “aceleyle yapılmış edebiyat”sa, İlhan Selçuk en güzel örneklerinden birini, 1960’ların sonunda katıldığı uçak kaçırma eylemleriyle adı dünyaya yayılan Filistin Halk Kurtuluş Ordusu üyesi Leyla Halid için kaleme aldığı unutulmaz yazıda vermişti. Özgürlüğü, Leyla’nın esmer yüzünde bir gamzeyle işaretlemişti.
Aydın Abi, “ustam” dediği İlhan Selçuk’un Leyla Halid yazısını defalarca alıntılamıştı. Aydın Abi ile her “İlhan Abi” sohbetimizde, söz “şiir yüklü” dediği o yazıya da mutlaka gelirdi. Ve Aydın Abi’nin ifadesiyle o “firaklı” söz, “Aydın Abi” yazısının kılavuzu oldu.
Geçtiğimiz cuma günü, çok sevdiği Çengelköy’ün toprağına sarıp, bu sene güneşini taştan çıkaran baharın kucağına bıraktık Aydın Abimizi.
Sözün tadını sever, kıymetini bilirdi Aydın Abi.
Yolun sonundan geriye baktığınızda, hayat ölümün yalanıymış gibi geliyor insana. Ama Aydın Abi gibi insanların serüveninde, ölüm hayatın yalanı oluyor. Öyle ya, “Ölür ise ten ölür, canlar ölesi değil…”
“Nadas” demişti 11 Şubat Cuma günü T24’te yayımlanan son yazısında, yazılara bir süre ara vereceğini duyururken:
“Aydın Engin'i bir süre nadasa bırakmak iyi olacak.
Nadas'ın ne olduğunu bilmeyen kentli okurlar için bilgi notu: Nadas tarlanın sürülüp, sulanıp ekime hazırlanması ama o yıl ekilmemesidir.
Ben de beni nadasa bırakıyorum. Ne kadar sürer bu nadas? Bilmiyorum. Umarım kısa sürer.
Şey…
Bugün benim 81 yaşımdaki son günüm.”
Aydın Engin ve mizah, hiçbir koşulda uzak düşmezdi. Şu satırlar, 7 Mart’ta T24 editörleri grubuna hastane yolculuğunu haber verdiği son mesajından:
“T24 tayfası haberiniz olsun! Yarın saat 12.30'da 81 yıl 24 gündür birlikte olduğum safra kesemi zalim cerrah çekip alacak.
Sabah telefon etti ve ‘Seni matkapla deleceğim, kese yapışıksa bu defa da bıçakla keseceğim. Hazır açmışken alınacak başka bir şey var mı ona da bakacak, varsa alacağım’ dedi.
Ayrıca narkoz verildikten sonra 10'a kadar sayıp sayamayacağım üstüne bir sosyete kebapçısında pahalı bir kebap orjisine bahse girdik.”
Ne diyelim, kaderin fikri öyle değilmiş, ayakta öldü Aydın Abi.
Lunapark gibi girdi hayatımıza
1980 darbesinden sonra yaklaşık 12 yılını geçirdiği Almanya’dan dönüşünde, o eski Cumhuriyet’te Yazı İşleri Müdürlüğü ve yazarlığa başladığı 1990’ların başında tanıdım Aydın Abi’yi. Alıştığımız “abi”lerden değildi. Büyük bir enerjiyle her haberle ilgilenir, eksiğini söyler, marifete iltifat etmeyi asla ihmal etmez, kuşağının hiçbir temsilcisinde bulunmayan ölçüde bir tevazu, diyalog, dinleme ve öğrenme iştiyakıyla gençlere içten bir yakınlık gösterirdi.
Evet öğrenme! Aydın Abi, elbette öğreten; ama gazeteciliğin buyurgan hiyerarşisinde katılaşmış, yer yer saçmalaşmış usta-çırak düzenine aldırmadan öğrenebilmeye gücü olan, öğrenebilmeye aklı ve yüreği olan bir gazeteciydi.
Ancak hepsinden önce, Aydın Abi -taksi şoförlüğü de yaptığı- sürgündeki çetin Almanya yıllarından sonra döndüğü Türkiye’de bir “lunapark” gibi girmişti hayatımıza. Gazeteciliğin alabildiğine imkânsızlaştırılmaya çalışıldığı - T24’ün kuruluşu ve serpilişini de içeren- son 15 yılda en çok bizim yaşama imkânı bulduğumuz bir lunapark.
Son 15 yılı kol kola geçirdiğimiz bir Aydın Abi evreninden neler yazılabilir diye düşündüğümde zorlanıyorum. Politika, yazarlık ve gazetecilikte odaklanan hayat boyu mücadelesinde hangi dönemeçleri, hangi yazılarını, hangi kitaplarını, hangi hâlini, hangi hatırasını, hangi macerasını anlatmalı bilmiyorum.
“Devri Süleyman”ın senaristi olarak yüzlerce kez seyirci karşısına çıkarak kırdığı rekorlar, yasaklara karşı sahnelenme mücadelesiyle tiyatro tarihine geçmesini mi…
Güney Amerika seyahatinden dönerken, uçaktaki bütün yolcuların kelime-i şehadet getirmeye başladığı büyük türbülansa tam da Süleyman Demirel ile tokalaşırken yakalanması… Ve “Devri Süleyman dahil, hayatı boyunca kendisine karşı politik mücadele verdiği Demirel ile el ele ölüme gitmekte olduğunu” anlatışını mı…
"Devri Süleyman" sahnesi saldırıya uğradıktan sonra; Aydın Engin (sağda) ve Umur Bugay ile Mustafa Alabora
Hepsi iç içe geçen politika, yazarlık, gazetecilik mücadelesinde hayatının sonuna kadar devam eden soruşturmalar, davalar, cezaevleri, sürgün yıllarıyla ödediği bedelleri mi…
Metin Göktepe için “Yok bir şey, gözüme toz kaçtı” diyerek yazdığı, “gözyaşının tuz tadı”nı anlattığı gibi unutulmaz yazılarını, “tırmık”larını mı…
Ahmet Şık gözaltına alınıp hapsedildiğinde taslağına el konan “İmamın Ordusu” kitabını dijital olarak dünyaya yaymak için gösterdiği eşsiz cesareti mi…
İçerden muhbir marifeti de sağlanarak yapılan Cumhuriyet gazetesi operasyonunda birlikte gözaltına alındığı gazetecileri emniyet koğuşunda gülmekten kırıp geçirmesini mi…
Çıkarsızlığını mı, T24’ten tek kuruş almadan geçirdiği yıllar bir yana, “Oğulcum al şu üç-beş bin lirayı, T24’e bir editör daha al, ilk maaşı benden” demelerini mi…
T24’te, üzerlerinden dikkatini eksik etmediği genç meslektaşlarına, “Verdiğim zahmetlere karşılık dondurma hakkı mahfuzdur… Marmara Adası'nda konyak içerek keyif çatan Aydın Abiniz” takılmalarını mı… "Konyakla keyif çatan" imzaları atan Aydın Engin'e gençlerin "Aydın Zengin" ismini takmalarını mı...
Kalemine sözcük gelen herkesi yazmaya teşvik etmesini ve hepsine imkân yaratamadığımızda bize hissettirmemeye çalıştığı sevecen öfkesini mi…
Yazısını / haberini beğendiği herkese -tanışsın tanışmasın- mutlaka mesaj yazıp takdir etmelerini, cesaretlendirmelerini mi…
“Çocuklar Almanya lotosunda 100 milyon Öyro birikti, bu hafta kesin kazanıyoruz ve T24 paraya boğulacak; bana inanmayanların hepsini işten atacağım” demelerini mi…
“Mavra” yazılarında paylaştığı cezaevi yıllarındaki tonton koğuş ağalıklarını mı…
İnsanların kendisinden hep iyi şeyler beklemesinden yorulmamasını mı…
Anlatmalara doyamadığı Oya Abla’ya yaptığı muziplikleri mi…
O lotoyu her çekilişte kazandı!
Fener alayı gibi geçtiği hayatımızda kalan Aydın Abi hangi yazıya sığar bilmiyorum. Başına gelen her şeye rağmen hiçbir zaman kederle borçlanmadığı hayatını yetiştiği herkese neşeyle bölüştüren, seyre daldığı hayallerinin gerçeklerle mahvolmasına izin vermeyen, gazeteciliğe bu yolda da bir işlev kazandıran bir insandan söz ediyoruz.
Evet, gerçeklerin hayallerini mahvetmesine izin vermediği hayatı boyunca, gelecek hayalini daima geçmişe yeğleyen radikal bir iyimserdi Aydın Abi. Emin olun bu nedenle o Almanya lotosunu her çekilişte kazandı! Gerçek kimseyi umursamıyorsa, o da gerçeği umursamayabilirdi. Üstelik katı bir gerçekçi olarak atardı bu çalımı.
Oya Abla, umuttan kaçmanın da bilgeliğiyle geçirdiği son günlerin yorgunu şimdi, biliyorum. İhtimal hoşlanmayacağı kişisel bir “Oya Baydar” kaydı olmadan Aydın Engin yazılamaz.
Oya Baydar'ın hayatını anlatan nehir söyleşi:
Aşktan ve Devrimden konuşuyorduk
53 yaşında hayata veda eden Meral Okay, 41 yaşını henüz geçtiğinde kaybettiği eşi Yaman Okay’ın ardından yazdığı mektupta diyordu ki:
“Biz, başımıza aşkın taşının düştüğünü bir mevsim geçtikten sonra fark ettik. Bir gün evi düzenlerken fark ettim. Bir de baktım ki, benden çok Yaman’ın eşyaları var. Küçük küçük poşetlerle sızmıştı. Aşk bir sızma halidir. Böyle, bir şölen gibi, bir lunapark gibi sevdalık yaşayınca bu görkemi taşımayan her şey bir çadır tiyatrosu gibi geliyor insana…”
Aydın Abi’nin “Oya Baydar” aşkının sızmadığı tek konuşma bile hatırlamıyorum. Aydın Abi ile buluşulacak, en ağır meseleler konuşulacak, ama söz mutlaka Oya Baydar’a da gelecektir. Oya Abla’ya aşkının ulağı ya giydiği kazak (çünkü Oya Baydar seçmiştir), ya tüttürmelere doyamadığı sigara (çünkü sözüm ona Oya Baydar’ı atlatarak içmektedir), ya kendisinin birkaç ay daha küçük olduğu (çünkü Oya Baydar’ın çıtırıdır), ya gece âlemlerine akacak (çünkü Oya Baydar da onu kıskanmalıdır), ya o haftaki çekilişte kazanacağı Alman lotosu (çünkü Oya Baydar loto oynamasını küçümsemektedir ve sonunda gününü görecektir) olacaktır.
Aşk, ilan edilmek istenir değil mi… Aydın Abi, Oya Abla’ya olan aşkını, her vesileyle, vesile olmazsa vesile yaratıp ilan ederek de yaşadı.
Her dağın dumanı kendine göre olurmuş; bizim için öyle olmadı. Aydın Abi bizim küçük dağımızın büyük dumanıydı. Yalnız kalabilirdiniz, ama Aydın Engin varsa hayatınızda asla yalnız hissetmezdiniz.
Bizim, Neşeli Günler’deki Münir Özkul’umuzdu. Hulusi Kentmen’imizdi bizim. Sette zengin fabrikatörü oynadıktan sonra belediye otobüsüyle evine dönen Hulusi Kentmen’imiz. Zor zamanda umut masalları anlatan Adile Naşit’imizdi. Uçan tekmeler, saltolar, parendelerle işi olmadı; ama nohut oda bakla sofa hayatımızda “Dünyayı Kurtaran Adam”dı Aydın Abi.
Derler ki, ölümden korkanlar yaşamaktan korkanlardır. Henüz girdiği 82 yaşında ölmedi Aydın Abi, 82 yıl yaşadı.
Mizah, hınzır bakışlarında bir umuttu Aydın Abi’nin.
Güle güle Aydın Abi, Aydın Abimiz, güle güle…
TIKLAYIN - Doğan Akın: 'Gazeteci' Alev Coşkun, 'Fethullahçı' Cumhuriyet'e karşı!
Doğan Akın kimdir?
Doğan Akın, Ankara’da doğdu. Ankara’da Necatibey İlkokulu, Anafartalar Ortaokulu, Anıttepe Lisesi’nde ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra 1987 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi.
Gazeteciliğe, 1987 yılında Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu'nda başladı. Gece muhabirliği, belediye muhabirliği, Başbakanlık muhabirliği ve parlamento muhabirliği görevlerinin ardından Cumhuriyet Ankara Haber Müdürlüğü'ne getirildi.
1997 yılında Milliyet Dergi Grubu Ankara Temsilcisi oldu. 1998'de Milliyet Gazetesi Ankara Haber Müdürlüğü'ne, 1999'da Milliyet Haber Merkezi Müdürlüğü'ne getirildi.
Milliyet Haber Merkezi'ni sekiz yıl yönettikten sonra 2008'de Doğan-Burda Dergi Grubu Yayın Direktörü oldu. Grubun ilk haber portalı Tempo24'ü kurup yayına geçirdi.
1 Eylül 2009'da; hiçbir kişi, kurum, şirket, dernek, devlet, fon ve benzeri bir oluşumdan herhangi bir destek almadan bağımsız internet gazetesi olarak kurduğu T24'ün yayınına başladı.
Yaptığı çalışmalar, Sedat Simavi Vakfı, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Bülent Dikmener, Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik haber ödüllerine değer görüldü.
"Uçuran Holding - Tansu Çiller'in Can Sıkıcı Belgeseli" ve "İki Gözüm Ayşe - Sabahattin Ali'nin Yayımlanmamış Mektupları" adlı iki kitabı yayımlandı.
Halen, kurucusu olduğu T24'ün genel yayın yönetmenliğini sürdürüyor.
|