11 Mart 2010

IMF İLE PAPATYA FALI NE ANLAMA GELİYOR?

Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaptığı 19. stand-by anlaşması Ocak 2005'ten Mayıs 2007'ye kadar sürdü...

Türkiye'nin Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yaptığı 19. stand-by anlaşması Mayıs 2008'de sona erdi. O tarihten beri hükümetten gelen açıklamaların IMF ile yeni anlaşma olasılığı konusunda verdiği fikrin, “papatya falı”ndan öteye gitmediğini söyleyebiliriz: Olacak - olmayacak, olacak – olmayacak...
IMF “müşteri arayan bir banka” değil. Mali sorun yaşayan ülkeler IMF'ye başvuruyor ve sonuçta fonun uygun gördüğü reçete kabul edilirse anlaşma imzalanıyor. IMF'den sağlanan düşük faizli kredi, hacminin yanı sıra “anlaşmaya varılmış olması”nın piyasalara verdiği mesaj ve beklentilerin yönü açısından önemseniyor.
Nitekim, IMF ile stand by anlaşması olmayacağı yolunda yapılan son açıklamanın, Türkiye ekonomisi için büyüme tahminlerinde 1-1,5 puanlık bir gerilemeye yol açtığı anlaşılıyor. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan da, “Anlaşma olsaydı büyüme rakamını biraz ileri götürebilirdik” sözleriyle bu durumu teyit ediyor. Diğer yandan IMF ile anlaşma olmayacağının anlaşılması faizlerde yukarı doğru ilk etkilerini yaratmış bulunuyor. Hazine'nin hafta başındaki tahvil ihalesine yeterli talep gelmemesinin, “IMF ile son anlaşmazlığın önceden duyulduğu” spekülasyonlarına da neden olduğunu not edelim.

'Ümüğümüzü sıktırmayız'dan 'Anlaşma olacak' açıklamasına...

Başbakan Erdoğan, IMF ile görüşmeler konusunda en önemli çıkışını 26 Ekim 2008'de yaptı:
“Eğer bizimle bir esneklik çerçevesi içerisinde bu işte anlaşmaya varırsanız, eyvallah oturur imzalarız. Ama ‘yok böyle bir fırsatı bulduk, gel hemen dayatalım, ümüğünü sıkalım’derlerse, kusura bakmayın buna da bedeli ne olursa olsun fırsat vermeyiz...”
Ancak Erdoğan yaklaşık 40 gün sonra, 2008 Aralık ayı başında, “IMF ile yılbaşına kadar anlaşma olacağını” açıkladı. IMF yönetiminin şaşkınlık duyduğu bu açıklamaya yanıtı, “Türk yetkililer anlaşmak için henüz bize başvurmadı” oldu.
Sürekli anlaşma olacak-olmayacak açıklamalarıyla 2009'a gelindi. Erdoğan, IMF yönetimi ile ocak ayı sonunda Davos'ta bir araya geldi ve “Sorunla başlar, anlaşmayla biter” diyerek bir kez daha esnek mesajlar verdi.
Temmuz 2009'da yapılan G-8 zirvesinde IMF Başkanı ile görüşen Erdoğan'ın, anlaşmanın eylül sonuna kadar tamamlanması temennisini dile getirmesi, başlıklara “IMF ile anlaşmaya varılmak üzere olunduğu” biçiminde yansımıştı.

'Anlaşma gün, hafta içinde olacak' mesajı ve iki ay sonrası

Ancak öyle olmadı ve 2010 yılına gelindi. Erdoğan 2,5 yıla yayılan bu süreç içinde anlaşmaya en yakın açıklamayı 11 Ocak'ta yaptı ve “IMF ile sorunların büyük ölçüde aşıldığını... Gün, hafta içinde işin çözüleceğini” söyledi. Ancak bu sözlerden birkaç saat sonra IMF'nin Erdoğan'ı adeta tekzip eden sözleri Reuters ekranlarına düştü. IMF yetkilileri Washington'dan, “Türkiye'de yetkililer bir IMF programını imzalamak istiyorlarsa Türkiye'ye en kısa sürede bir müzakere misyonu göndermeye hazır oldukları” mesajını gönderdi. Bir başka deyişle IMF, bir anlaşmanın “gün, hafta meselesi” olmadığını, Türkiye'de bir müzakere heyeti bile bulunmadığına vurgu yaparak duyuruyordu.
Sonunda IMF ve hükümetten gelen mesajların çelişmeyip çakıştığı bir noktaya gelmiş bulunuyoruz. Hem IMF yönetimi, hem de hükümet şu an için bir stand by anlaşması yapılmayacağını açıkladı. Erdoğan ile Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın, bu konuda yine de bir rezerv koyduklarını “gözden geçirme görüşmelerinin yapılacağı Mayıs ayı ve sonrası” için IMF'ye açık kapı bıraktıklarını not edelim.
Geldiğimiz noktada karar vericilerin artık IMF ile anlaşma ya da anlaşma beklentisini değil, hükümetin açıkladığı orta vadeli program ve diğer gelişmeleri çıpa olarak dikkate almaları gerekiyor.

Hiçbir sürpriz yok

Peki “papatya falı”na benzettiğimiz bu süreçte varılan noktada bir sürpriz var mı?
Bizce yok. Nitekim bu köşede 2 Ekim 2009'da yayımlanan yazı “IMF ile anlaşmayı unutun” başlığını taşıyordu. (http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=982&author=24)
19 Ekim 2009'da IMF ile hükümetin anlaşamadığı noktaların üzerinde durduğumuz yazının başlığı “IMF gelir ve kurumlar vergisinde artış istiyor”du. O yazının sonunda “IMF'nin belediyelere yapılan transferlerin durdurulmasını ve yerel yönetimlerin kendi kaynaklarını yaratmasını istediği”ni vurgulamıştık. Başbakan, dünkü açıklamasında anlaşmazlık konusu olarak özellikle bu noktanın altını çizmiş bulunuyor.
(http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1049&author=24)
Nihayet, Erdoğan'ın “gün, hafta içinde çözülecek” açıklamasını yaptığı gün yayımlanan 11 Ocak tarihli yazımız da, “IMF'den Erdoğan'a 'beni kullanma' mesajı” başlığını taşıyordu. (http://www.t24.com.tr/content/authors.aspx?article=1461&author=24)

Gelişi çoktan belli bir perşembe

Sonuçta, gelişi çoktan belli bir “perşembe”deyiz. Yazarımız Vedat Özdan'ın 1 Mart'ta yayımlanan yazısında altını çizdiği gibi, hükümet, kamuoyuna karşı açıkladığı negatif pozisyona karşın hep “IMF ile anlaşma olacakmış” gibi mesajlar vermeye özen gösterdi.
Ekonomide doğruları elbette IMF ile anlaşma temsil etmiyor. Fakat politik düzlemde “ümüğümüzü sıktırmayız” sözleriyle ifadesini bulan, ancak ekonomik düzlemde başta yabancılar olmak üzere yatırımcıları hedef alan “kur yükselir diye korkma, faizden yararlan” mesajı eşliğinde iyimserlik rüzgârları estirmeye çalışan bir “ekonomi-politik”ten söz ediyoruz.

Seçim sandığı mali disiplini yendi

Peki IMF ile varılan nokta, kısa vadede büyüme tahminlerinin geri çekilmesi, faizlerin yükselmesi gibi sonuçlar dışında gelecek için ne ifade ediyor?
Sorunun tek kelimelik yanıtı “seçim”dir. En geç Temmuz 2011'de yapılacak genel seçimler nedeniyle hükümet kamu harcamalarında kısıntı, yerel yönetimlere kaynak aktarımına fren, her bütçeye aynı oranda yansıyan dolaylı vergilerin karşısında küçülen doğrudan vergilerde hasılatın artırılması yönünde bir rotaya girmek istemiyor. Gelir idaresinin özerkleştirilmesini de içeren bu liste, vergi idaresi ile mükellef ilişkilerine nüfuz etme eğilimleri gösteren AKP hükümeti için seçim öncesinde “siyaseten” doğru bulunmuyor.
Saadet Partisi Genel Başkanı Numan Kurtulmuş’un “IMF’yi elimizin tersi ile itelim” sözlerine yanıt verirken “Numan kardeşim, güçlüysek, IMF masasından niye kaçalım” diyen Erdoğan'ın, dünkü açıklamasında IMF ile anlaşma yapılmamasını “güçlü ekonomi” ile gerekçelendirdiğini hatırlatalım.
Mali disiplin, bir kez daha seçim sandığına yenilmiş görünüyor...

Yazarın Diğer Yazıları

T24 15 yaşında: Anlatmadan anlayamazsan, anlatınca da anlamazsın!

T24, gazetecilikten başka hiçbir şeye ait olmayan bir yer. Editörlerimiz, muhabirlerimiz ve yazarlarımız; kelimelerle ifade edilemeyecek büyük bir çıkarsızlıkla bağımsız gazeteciliğin kurumsallaşmasına eşsiz katkılar sağladılar. 15 yıldır ilgilerini, övgülerini, eleştiri ve uyarılarını esirgemeyen takipçilerimize de sonsuz teşekkürler…

‘Haber elemanı’ arkadaşlar; nerede bu Almanya paraları, söyleyin bölüşelim!

Bir değil, iki değil, üç değil, dört değil… Devletin tam beş kez denetleyerek dışardan tek bir kör kuruş bulamadığı T24’te varlığını iddia ettiğiniz Alman sermayesi her neredeyse haber verin, bölüşelim! Bulamıyorsanız, gazetecilik yaptığınızı öne sürerek yıllardır inşa ettiğiniz utanç müzenize, bu nadide ‘Alman sermayesi’ eserinizi de ekleyelim…

Tolga’yla birlikte bütün hayal kırıklıklarının en güzelini yaşıyoruz!

Çalışmalarıyla mesleğini onurlandıran bir gazeteci, hâkimin büyük bir maddi hatayı da tutanağa geçirdiği bir kararla tutuklandı. Tutuklama talep edenler ve tutuklama kararı verenlere göre, Tolga Şardan “istihbarat örgütünün Cumhurbaşkanlığı’nın talimatıyla yargıdaki yolsuzluk iddialarını araştırdığını yazarak” halkı korku ve paniğe sevk etti!

"
"