Başbakan, vaktiyle kötü şeyler yaşadığını ifade etmek üzere en çok "damdan düşme" deyimine başvuruyor. Cezaevine girmekten belediye başkanlığı yıllarına uzanan birçok konuda vurguyu "Ben damdan düştüm" diyerek yapmayı seviyor. O kadar ki, son dönemde işi, kız evlat sahibi olmayı "damdan düşmeye" benzetmek gibi bir tuhaflığa kadar götürdü. Kız ve erkek öğrencilerin aynı evleri, yurtları paylaşamayacağını savunurken "Ben damdan düştüm, bilirim" diyebilmişti.
Velhasıl Başbakan'ın "damdan düşme külliyatı" geniş. Bir de "dam'a düşmek" var ki, cezaevine düşmeyi ifade ediyor. Türkiye'de cezaevi, tutuklu ve hükümlülerin çok büyük bir bölümü için "ezaevi"dir. İnsan Hakları Derneği verilerine göre, halen cezaevlerinde 526 tutuklu ve hükümlü hasta. Ana dilde savunma hakkını tanıyan 6411 Sayılı Kanun'a, eklenen “Ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen ve toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmayacağı değerlendirilen mahkûmların cezasının iyileşinceye kadar geri bırakılacağı hükmü" etkin işletilmiyor. Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in verdiği bilgiye göre, mayıs ayı itibarıyla 460 tutuklu ve hükümlü hastalık nedeniyle tahliye başvurusu yaptı, bunlardan sadece 43'ü kabul edildi, 417 kişinin talebi ise reddedildiği.
Cezaevleri koşullarındaki bazı iyileştirme çalışmalarına rağmen savcılıkların "ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyeceği" yolunda raporu olan hükümlüler için bile "toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturmama" kriterini öne sürerek infaz erteleme yetkilerini kullanmadıklarını biliyoruz. Bakanlıkla insan hakları örgütleri arasında kimlerin hasta, kimlerin ağır hasta olduğu yolunda bir tartışma var ki, zaman içinde önemini yitiriyor. Zira, tedavi imkânlarının yokluğu veya yetersizliği nedeniyle birçok hastalık cezaevlerinde hızla ağırlaşıyor.
Bugün cezaevlerinde çok sayıda insan, yeterli ve etkin tedaviden uzak, ağır hastalıkların pençesinde ölüm-kalım savaşı veriyor. Ancak Başbakan, 20 Kasım akşamı ATV-A Haber ortak yayınında soruları cevaplarken, durumu ağır olan hasta tutuklu ve hükümlüler için "yapabileceği bir şey olmadığını, konunun Cumhurbaşkanı'nın yetkisinde bulunduğunu" söylemekle yetindi.
Sıcak su yok, çıplak arama yakınması yaygın
Cezaevlerinde hayata tutunmaya çalışan insanlar için Başbakan'ın sadece Cumhurbaşkanı'na tanınan "sürekli hastalık nedeniyle af yetkisi"ni işaret etmesi, vaktiyle kendisinin nasıl bir "dam'a düştüğü", "cezaevi koşullarının nasıl olduğu" sorusunu akla getiriyor. Zira, bırakın etkin tedavi imkânlarını, "sıcak su" gibi tutuklu ve hükümlüler için çok önemli olmakla birlikte bir günde halledilebilecek ihtiyaçlar bile bugün cezaevlerinde karşılanmıyor. TBMM İnsan Hakları Cezaevi Alt Komisyonu'nun inceleme yaptığı yerlerdeki saptamalarına göre cezaevlerinde bir kişiye 1,5 dakika sıcak su düşüyor! Komisyon üyesi CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, "bazı yerlerde fare, yılan ve böceklerin koğuşları kâbusa çevirdiğini, 'çıplak arama', 'ince arama' ve 'oyuk araması'na ilişkin şikâyetlerin ortak görüş olduğunu" söylüyor.
Durum buyken, Siirt'te okuduğu şiir bahane edilerek 14 yıl önce "halkı kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek"le suçlanıp dört ay hapsedilen, seçilme hakkı bile gasp edilen Başbakan Erdoğan'ın Pınarhisar Cezaevi'nde hangi koşullarda kaldığına bir bakalım. Hatırlatalım; Erdoğan, Trakya gezisi kapsamında cuma günü gittiği Pınarhisar'daki konuşmasında "Pınarhisar hatıralarımda bir zindan değil, okul oldu" dedi. Erdoğan, Pınarhisar için "zindan" diyor, ancak "AKP'nin kuruluşunu, geleceği, yeni Türkiye'yi planladığı" bu cezaevinin kendisi için "okul" işlevi gördüğünü söylüyordu.
Erdoğan'ın yanına tayin edilen arkadaş mahkûm
Evet, hapsedilerek damdan düşen Başbakan, nasıl bir "dam"a düşmüştü? Cevabı, Başbakan Erdoğan'a en yakın isimlerden, eski AKP Adıyaman Milletvekili Hüseyin Besli ile Ömer Özbay'ın yazdığı biyografiden verelim. "İçeriden" yazılan ve "R. Tayyip Erdoğan / Bir Liderin Doğuşu" başlığıyla yayımlanan biyografide, Erdoğan'a nasıl bir koğuş hazırlandığı birinci elden anlatılıyor. Birinci elden, zira kitapta bu bölümün bilgileri Hasan Yeşildağ'a dayandırılarak veriliyor. Yeşildağ, "şiir cezası" kesinleşince "cezaevinde suikasta uğrayabileceği" endişesiyle süratle uygun bir suç işleyip Erdoğan'la cezaevine girmeyi planlar. Yakın bir arkadaşına karşılıksız çek keser. Dava açılır ve hâkimi, kendisini, 4 ay hapisle sonuçlanacak karşılıksız çek cezasına çarptırmaya ikna eder. Cezayı aldıktan sonra doğruca Erdoğan'a giden Yeşildağ, "Ben hazırım" der. (Sayfa 224)
Erdoğan cezaevinde nasıl bir koğuşta kaldı?
Sıra, Erdoğan'ın kalacağı cezaevinin hazırlanmasına gelmiştir. Kitaptan okuyalım:
"Hangi hapishanede yatacakları konusunda ihtimaller gözden geçirilir. Erdek, Karamürsel, Çorlu, Akyazı derken, Pınarhisar Cezaevi kesinlik kazanır.
Hasan Yeşildağ, önceden gidip cezaevini gezer. Yapılacak işlerin bir listesini çıkarır:
Yönetimden gerekli izinleri aldıktan sonra kendilerine tahsis edilen koğuşu bir güzel temizletir. Duvarlara kâğıt kaplatır, zemine, boydan boya halı döşetir. Elektrik ve sıhhi tesisatı yeniler. Sıcak su temini için şofben taktırır. Koğuşun bahçeye ve koridora açılan kapılarını boyatıp yalnızca içeriden açılabilen ilave sürgüler yaptırır. Çatıya manyetik bariyerler, bahçeye elektronik sensörler yerleştirir. Gerekli gördüğü kör noktalara kamera sistemi kurdurur.
Sıra mobilya ve beyaz eşyaya geldiğinde keseye davranmak Erhan Şenol'a düşer:
Derin donduruculu büyük boy bir buzdolabı, çamaşır ve bulaşık makinası, toplantı ve çalışma masaları, deri koltuklar, oturma grupları ve büyük ekran bir televizyonla, kalacakları koğuşu ve cezaevi kütüphanesini, sıkıcılıktan uzak bir yaşam ve çalışma alanına dönüştürürler.
Bu arada mahkûm ve gardiyanlar da unutulmamıştır:
Herkese pantolon, gömlek, ayakkabı ve eşofman takımı alınır.
Hasan Yeşildağ, ağalığın 'vermekle kaim' olduğunun farkındadır.
Son kez İsviçre'ye gittiğinde, işlerini bir arkadaşına, eşini ve çocuklarını Allah'a emanet edip geri dönmüştür.
Dışardaki işlerini bitirip, 'Reis'ten (Tayyip Erdoğan, D.A) üç gün önce Pınarhisar Cezaevi'ne teslim olduğunda, mahkûmlar ve gardiyanlar tarafından krallar gibi karşılanır.
Yanında getirdiği hediyeleri dağıtırken, ortalık bayram yerine döner.
Koğuşu ve aldığı güvenlik önlemlerini son kez gözden geçirir:
Her şey yerli yerindedir.
T.C. Pınarhisar Kapalı Ceza ve Tevkif Evi, mahzun ve utangaç bir çocuk gibi başını önüne eğmiş, 'tarihi misafir'ini beklemektedir." (Sayfa 224, 225)
Bugün bir tutam toprağın bile giremediği cezaevinde halılar, şofbenler, oturma grupları, çalışma masaları, büyük ekran televizyonlar, deri koltuklar, derin donduruculu buzdolapları, özel elektrik ve sıhhi tesisat ayarları, çamaşır-bulaşık makinaları, özel güvenlik kameraları, sensörler, özel manyetik bariyerler... Erdoğan'ın "eski Türkiye"de misafir edildiği cezaevi bu, "zindan" dediği koğuş bu.
Ne dersiniz; Erdoğan, "damdan düşen" bir Başbakan olarak, eski Türkiye'de dört ay ağırlandığı bu cezaevini, damgasını vurduğu yeni Türkiye'ye borçlu sayılmaz mı?
"Ve de uyarına gelirse" şairin dediği gibi...
Cezaevleri boşaltılırsa bir de...
Sensör mensör de istemez hani!
Twitter: @DOGANAKINT24